Özkaya Tıp Merkezi
Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
MENÜ

Antikor Testi Hakkında Merak Edilenler

Vücudumuz virüs, bakteri ve antijenler gibi yabancı moleküllere karşı savunma için proteinler üretir. Antikor yani immünoglobulin, bağışıklık sistemimizin oluşturduğu bu proteinlerdir. Antikorlar gözyaşı, solunum sistemi salgıları, tükürük, bağırsak muhtevası ve idrar gibi vücudumuzun ürettiği sıvılarda bulunmaktadır.

Vücudumuzun savunma mekanizmasında üretilen her bir antikor farklıdır. Bunun nedeni, her yeni bakteri ya da virüsün yapısının farklı olması ve antikorların yapıyı tanımak için üretilmesidir. Böylece antikorlar, virüslerden koruma görevini daha rahat gerçekleştirirler.

Vücudumuz iki tip antikor üretmektedir. Bunlar;

  • İmmunoglobulin M (IgM): Erken dönem antikoru olarak adlandırılırlar. Kişinin Covid-19 virüsün yakın zamanda bulaştığını gösterir. Bu tip antikorun koruyucu özelliği yoktur, virüsle savaşmak için üretilir. Genellikle 7. günden itibaren oluşur ve 21. günden sonra kaybolur.
  • İmmunoglobulin G (IgG): Geç cevap antikordur. Koronavirüsün geç evrelerinde ortaya çıkar. Bu antikorlar koruyucu özelliğe sahiptir. Genellikle enfeksiyonun 14. günde üretilmeye başlanır. Uzun süre kanda kalmaya devam eder ve virüse karşı bağışıklık geliştirir.

Antikor Testi Nedir? Nasıl Uygulanır?

Covid-19 ile hayatımıza giren antikor testleri, kişinin koronavirüse karşı bir antikor oluşturup oluşturmadığını anlamak için uygulanmaktadır. Bu test, kandaki proteinlerin taramasını yaparak onların yapılarını inceler.

Antikor testinin yapılmasının nedenleri şu şekildedir;

  • Enfeksiyonun vücuttaki seyrini gözlemlemek
  • Vücudun bulaşıcı bir virüse maruz kalıp kalmadığını ve bunun oluşma durumunu değerlendirebilmek
  • Otoimmün bozukluklar, HIV, karaciğer hastalıkları ve semptomlardan kaynaklı problemleri gözlemlemek ve teşhis etmek
  • Organ nakili ya da transfüzyonu reaksiyonu oluşma durumunu saptamak ve nedenlerini araştırılmak

Nasıl Uygulanır?

Antikor testi iki farklı şekilde yapılmaktadır.

Hızlı tanı kitleri ile 15 dakika gibi kısa bir sürede sonuç alınabilmektedir. Ancak vücutta antikor üretimi zaman almasından dolayı belirtilerin oluştuğu ilk günler güvenilir sonuçlar vermeyebilir.
Antikor testleri sürüntü örneği ile değil kan örneği ile yapılır. Tanı ünitelerinde analiz edilen kan testleri ile daha doğru sonuçlara ulaşılmaktadır. Ancak bu örnekler laboratuvar ortamında incelendiğinden sonuçlar 3-5 gün içerisinde alınmaktadır.

Antikor Testi Kimlere Uygulanır?

  • Bakteri ya da virüse maruz kaldığı düşünülen kişilere
  • Enfeksiyon belirtileri gösteren kişilere
  • Enfekte olup belirti göstermeyen kişilerin tespitinde
  • Plazma tedavisinde donör olabilecek kişilerde
  • Bulaşıcı hastalığını bilmeden yayan kişileri tespit etmede
  • Enfekte olan kişilerin bağışıklık seviyelerini belirlemede

Antikor Testi ile Covid-19 İlişkisi

Antikor testi koronavirüs pandemi nedeniyle son dönemde sıkça gündeme gelmektedir. Salgın döneminde tedbirlerin belirlenmesinde, belirti göstermeyen ancak enfekte olmuş kişilerin tespitinde önemli bir araç olmuştur.

Bununla birlikte, enfekte olmuş ve sonrasında iyileşmiş kişilerin bağışıklık sisteminde oluşan antikorların tespitinde de uygulanmaktadır. Antikor testleri, hem gerçek sayıların belirlenmesinde hem de toplumun edindiği bağışıklık seviyesinin ölçülmesinde büyük önem taşımaktadır.

Antikor testlerinin güvenilirliği ile ilgili dünya genelinde tartışmalar vardır. Bir kişide antikor testinin sonucunun pozitif çıkması, kişinin enfekte olduğunu göstermektedir. Ancak bu kişinin korornavirüsüne karşı bağışıklık gelişip gelişmediğinin tam olarak tespit edilememektedir. Bu konuda Dünya Sağlık Örgütü bir bilgilendirme yayınlamıştır. Bu bilgilendirmede, koronavirüse karşı bağışıklığın tespitini yapabilecek antikor testi ile ilgili çalışmaların devam ettiğini belirtilmiştir.

Antikor Testi Covid-19 Tanısı İçin Yeterli Mi?

Covid-19 tanısı için antikor testlerini tek başına kullanmak doğru değildir. Doğru tanı için;

Öncelikle standart olan Covid PCR testi uygulanmalıdır.

Antikor testleri, kişinin daha önce covid-19 enfeksiyonu geçirip geçirmediğinin tespitinde kullanılmaktadır. Ayrıca virüse karşı gelişen bağışıklığın tespitinde uygulanmaktadır.

Antikor testinin sonucunda covid IgM antikoru pozitif ise bu durum, enfeksiyonun aktif döneminde olduğunu düşündürür. Ancak bu durumda, emin olmak için Covid PCR testi uygulamak düşünülmelidir.

Antikor testinin sonucunda covid-19 IgM antikoru negatif ve IgG antikoru pozitif ise kişinin covid-19 enfeksiyonunu geçirdiğini ve iyileşip bağışıklık oluşturduğunu düşündürür.

Kist ve Tümör Hakkında Bilinmesi Gerekenler

Kist ve Tümör iki ayrı şekilde ele alınmalıdır. Kist tıp dünyasında en yaygın kullanılan terimlerin başında yer alır. Vücudun farklı bölgelerinde oluşabilir. Kistler iyi huylu yada kötü huylu olma gibi farklı özelliklere sahiptir.

Kistlerin iç kısımları hava ya da sıvıyla dolu olabildiği gibi yarı sıvı halde de olabilir. Başlangıçta Milimetrik boyutlarda olan kistler zaman içerisinde büyüme gösterebilir.

İnsan vücudunun hassas bölgelerinde oluşum gösteren kist çeşitleri bazen tehlike arz edebilir. Bu nedenle kist şüphesi olan kişilerde detaylı araştırılmaya gidilmesi gerekir.

Vücuttaki dokular üzerinde oluşan bu kistler, aslında dokunun normal bir parçası olarak kabul edilmez. Bu sebeple de vücutta birtakım değişikliklere yol açabilir.

Kistlerin birçoğu iyi huylu olduğundan dolayı genel anlamda ciddi bir tehlike oluşturmazlar. Büyüme oranları da çok hızlı olmadığı için zaman içerisinde farklı bir hastalığa dönüşme oranı düşüktür.

Tümör (Ur) Sadece insana dokularına değil hayvan ve bitki dokularında da meydana gelen anormal şişliklere ur yani tümör adı verilir.

Tümör çeşitleri de tıpkı kistler gibi iyi huylu ya da kötü huylu olarak farklı gruplara ayrılır. İyi huylu olan tümörler zararsız olarak bilinir. Çıktıkları dokunun özelliklerine sahip olur.

Kötü huylu tümör çeşitleri ise çıktıkları dokuya beraber çevre dokuları da tahrip ederler. Zaman içerisinde de yavrulama yoluyla vücudun diğer organlarına sıçrama gibi bir durum söz konusudur.

Kötü huylu tümörler zaman içerisinde büyük oranda gelişme göstererek hastaları ölüme kadar dahi sürükleyebilir.

Günümüzde hangi dokuzda meydana geldiği belli olmayan tümör çeşitleri de vardır. Bu tümörler halk arasında ve tıp dünyasında kanser olarak bilinir.

Kist ve Tümör Arasındaki Fark Nedir?

Oluşma şekilleri itibariyle benzerlik gösterse dahi tümör ve kist aslında iki farklı kavramdır. Kistlerin çoğunda kanser belirtisi görülmez. İyi ve kötü huylu olarak farklı grupları olsa dahi çok zararlı değillerdir.

İnsan vücudunda en yaygın görülen kist çeşitleri ise yumurtalık ve derinin hemen alt kısımlarında gelişme gösterir. Bunlara yağ kistleri de denir.

Tümör ise vücudun herhangi bir yerinde meydana gelebilen anormal dokular olarak adlandırılır. Kötü huylu olan tümörler genellikle kanser dokularıdır.

Kist ve Tümör Tanısı Nasıl Konur?

İnsanların vücudunda anormal bir şekilde meydana gelen her değişiklik için detaylı araştırma yapılması tavsiye edilir.

İlk muayene hastanın öyküsü ile başlar. Muayenelerin uzman hekimler tarafından yapılması en önemli detayların başında yer alır.

Özkaya Tıp Merkezi’nde yaşadığınız her bedensel sorun için çözüm bulabilecek uzman hekimlerin yer aldığı geniş bir kadro vardır.

Hastanın öyküsünde seyreden değişiklik çeşitlerine göre şüpheli bölgeden bazı tetkikler talep edilir.

Bu tetkikler ultrason, grafi, tomografik inceleme ya da emar olabilir. Hangi tetkikin yapılacağına alanında uzman olan hekimler karar verir.

Belirtileri Nelerdir?

  • Her ikisinde de vücudun bazı bölgelerinde şişlikler meydana gelebilir.
  • Şişlikler her zaman belirgin olmaz. Bazen dokularda şekil bozukluğu şeklinde de görülebilir.
  • Kemik ve kas dokularında meydana gelen kitleler özellikle de iyi huylu olanların bir kısmı doğuştan oluşabilir. Bu tarz kitleler yaşa bağlı olarak büyüme gösterip sonradan fark edilmesine sebep olabilir.
  • Patolojik bir tanı konulabilmesi için bazen cerrahi müdahaleler yapılması gerekebilir.
  • Kist ve tümör çeşitleri genellikle bulgu vermez. Ancak bazı belirtiler bu noktada şüphe duymanızda etkili olabilir.
  • Adet düzensizliği, zaman zaman lekelenme ya da adetten kesilme kadınlarda en belirgin olan belirtiler arasında yer alır.
  • Kasık ve karın ağrısıyla beraber karın bölgesinde meydana gelen şişlikler bu noktada şüphe etmek için oldukça etkilidir.
  • Cinsel birliktelik sırasında yoğun bir şekilde ağrı hissetmek kist ve tümör için şüphe duyulmasına etki eden faktörler arasında yer alır.
  • Sindirim ve idrar şikayetleri de yine belirtiler arasındadır.

Kist Ve Tümör Nasıl Tedavi Edilir?

Kist ve tümör tedavisinde farklı teknikler tercih edilebilir. Özellikle kitlelerin iyi huylu ya da kötü huylu olduğunu net bir şekilde anlamak için yapılan tetkikler uygulanacak tedavi yönteminin belirlenmesinde de etkili olur.

İyi huylu olan kistlerde bazen ilaç tedavisi yeterli olsa dahi genel olarak cerrahi operasyon yapılması uygun görülür.

Yapılacak cerrahi operasyonun türünü hastanın öyküsü, genel sağlık durumu ve mevcut kronik hastalıklarıyla beraber yaş gibi detaylar belirler.

KOAH Nedir? Sebepleri Nelerdir? Nasıl Tedavi Edilir?

Akciğerlerde yer alan ve bronş ismiyle bilinen hava keseciklerinin tıkanması sonucunda oluşan KOAH hastalığı, kronik obstrüktif akciğer hastalığı sözcüklerinin baş harflerinin bir araya gelmesi ile adlandırılır.

Kronik bir hastalık olarak anılan KOAH, nefes alıp vermede güçlük yaşanması ve öksürük gibi sorunlara yol açar. Soluk alınmasının ardından akciğerlerde toplanan temiz hava ve bronşlar tıkanır. Böylelikle akciğer kapasitesi de yüksek oranda azalmış olur.

Temiz havanın yeteri kadar emilemediği ve oksijenle birlikte kana karışamadığı bu durum, nefes darlığı gibi şikayetlerin de meydana gelmesi üzerinde etkili olur. Hastalara büyük rahatsızlık veren KOAH, günümüzde sık sık gözlenebilen hastalıklardan birisidir.

KOAH Neden Olur?

KOAH hastalığının meydana gelmesi üzerinde sigara ve çeşitli tütün ürünleri en riskli faktörler olarak bulunur. Aynı zamanda pasif içiciliğe maruz kalan kişilerde de bu hastalığın görülme oranında son yıllarda artış olduğu kanıtlanmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan araştırmalar sonucunda KOAH hastalığına yakalanan kişilerin, kirli havadan da etkilendiği kanısına varılmıştır. İş yerlerinde ya da dışarıda bulunan toz, kir, duman ve kimyasal maddelere bağlı olarak gelişen hava kirliliğinin, bronşlar üzerinde tıkanmalara yol açtığı gözlenir.

KOAH Belirtileri Nelerdir?

Belirtilerin doğru takip veya tespit edilmesi de, KOAH hastalığı kadar önemli olan ve büyük değer taşıyan bir konudur. Hastalığa bağlı olarak ortaya çıkan akciğer kapasitesinin azalması ve vücuda yeterli oksijenin iletilememesi durumu, oldukça ciddi bir sorun halinde bulunur.

Hastaların yaşamlarını yüksek oranda etkileyen bu hastalığının temel belirtileri ile ilgili bir liste hazırlamak gerekirse;

  • Nefes darlığı
  • Öksürük ve balgam sorunu
  • Uyku esnasında soluk alıp vermede zorlanma
  • Merdiven çıkma ve yokuş yürümede nefes nefese kalma, zorlanma
  • Göğüs sıkışması
  • Ayak bileklerinde ya da bacaklarda şişme
    bu durumun başlıca sebepleri olarak gösterilebilir.

Evreleri Nelerdir?

Bu hastalık, bulunduğu seviyeye göre ve belirtilerin şiddet oranına göre 4 farklı başlıkta incelenir. Hafif, orta, ağır ve çok ağır olarak adlandırılan bu evreler hakkında bilgi verici liste oluşturmak gerekli olursa;

Hafif
Temponun yüksek oranda bulunduğu işlerde ya da merdiven çıkıp inme gibi efor gerektiren durumlarda yaşanan nefes darlığı sonucunda gözlenir. Hastalığın başlangıcı olarak adlandırılan bu evre, hafif ve az sıkıntılı bir dönemdir.

Orta
Gündelik hayatın her alanında uygulanan işlerde veya yapılan hareketlerde soluk alıp vermenin zorlaştığı evre olarak bilinir. Yaşanan bu sorun aynı zamanda hasta kişilere, yaşamlarında zorluk çıkarır.

Ağır
Nefes darlığı probleminin üst düzeye ulaştığı ve geceleri uyku esnasında dahi hastaların güçlük çekmesine neden olduğu evredir. Ayrıca bu solunum problemine bağlı olarak yüksek oranda halsizlik ve yorgunluk hissi de ön planda yer alır. Günlük işlerin bile yapılmasına engel olan bu evre, oldukça zorlu bir süreçtir.

Çok Ağır
Soluk almanın fazlasıyla sıkıntılı hale geldiği bu evrede, hasta ev ortamında bile hareket etmekte büyük sorun yaşar. Aynı zamanda dokulara ve hücrelere yeterli oksijenin iletilememesinden kaynaklı olarak, iç organlarda da bazı rahatsızlıklar gözlenebilir. İlerleyen durumlarda akciğer ve kalp problemlerine de yol açan çok ağır KOAH evresi, hasta için sıkıntılı bir dönem halindedir.

KOAH Tedavisi

KOAH hastalığı sonucunda akciğerde oluşan hasarlar, geri dönülebilir ya da iyileştirilebilir durumda değildir. Ancak tedaviler, hastalığın belirtilerinin büyük oranda hafiflemesine, etkilerinin azalmasına ve yavaş ilerlemesine yardımcı olur.

Bu hastalığın bulunduğu evreye ve kişinin sağlık durumuna göre uygulanacak olan tedavi yöntemi değişiklik gösterebilir. Öncelikli olarak yapılabilecek şey, eğer kullanılıyorsa sigara ve çeşitli tütün ürünlerinin bırakılması olur. Bu ürünler bırakıldıktan sonra, akciğer fonksiyonlarında yüksek oranda gelişmeler gözlenir.

Bazı durumlarda ise çeşitli ilaç uygulamaları ile birlikte tedavi gerçekleştirilir. Bu ilaç uygulamalarında ise genellikle özel makinelerle verilen ilaçlar ya da değişik spreyler kullanılır.

Hastalığının tedavisinde dikkat edilmesi gereken en önemli detaylardan birisi de akciğer enfeksiyonları ile ortaya çıkan KOAH alevlenmesine engel olmak veya bu durum gözlendiğinde etkili tedaviyi uygulayabilmektir. Hastalıktan kaynaklı olarak kişilerin akciğerlerinde yaşanan bozulmalar, bu ani ataklara açık hale getirir.

Oldukça ciddi ve zorlu bir süreç olan hastalığının tedavisinin etkili şekilde geçmesi için Özkaya Tıp Merkezine başvurarak uzman doktorlarla bu operasyonları gerçekleştirebilirsiniz.

Memede Kitle Neden Oluşur? Nasıl Tedavi Edilir?

Memenin herhangi bir bölgesinde normal dokularına göre anormal şekillerde olan şişlik, sertlik, yumru ya da kabarıklık gibi parçalara memede kitle adı verilir.
Memede kitle oluşumun birden fazla nedenleri vardır. Kadınlar meme bölgesinde bir kitleye denk geldikleri zaman kanser olma korkusuna kapılırlar.
Ancak memede görülen her kitle kanser olduğu anlamına gelmez. Bu kitlerle kimi zaman basit kistler kimi zaman da iyi huylu tümörler olabilir.
Fakat şunu da unutmamak lazımdır ki; kitle görüldüğü zaman kanser olma ihtimalini de aklınızın bir köşesinde bulundurmanız gerekir.
Günümüzde hem ülke hem de dünya genelindeki durumlara bakıldığı zaman memede kitle oluşumu oldukça yaygın bir durum olarak karşılanır.
Hatta oluşan kitlelerin %80 civarı iyi huylu olup herhangi bir tehlike arz etmezler. Kitlelerin birkaç türü olabilir. Çıkış nedenlerinde de pek çok farklı etmen söz konusu olur.
Her yaş grubu kadında kitleye sıkça denk gelebilir. Ancak menopoz başlangıcı döneminde memede kitle görülme olasılığı daha üst seviyelere çıkar.
Memede oluşan kitleler genellikle içi sıvı dolu olacak şekilde belirir. Bazen içinde hava ya da yarı sıvı olarak oluştuğu da görülür.
Kitle oluşumunda bazen tedaviler gerekir bazen de gerekmez. Buna her zamana alanında uzman olan hekimler tarafından karar verilir.

Memede Kitle Oluşumunun Nedenleri Nelerdir?

Memede kitle oluşumunda çok sayıda faktör bulunur. Kadınların bedeninde bazı dönemlerde hormonlara bağlı olarak birtakım semptomlar sonucunda kitle oluşumu meydana gelebilir.

Hormonlardan kaynaklı oluşan kitlelerin büyük çoğunluğu iyi huyludur. Bu noktada kadınların tedirgin olmalarına gerek yoktur.

Genel anlamdaki nedenlere bakacak olursak;

  • Fiziksel ya da psikolojik travma
  • Enfeksiyon
  • Meme kisti
  • Fibroadenom
  • Fibrokistik hastalık
  • Yap nerkozu

Memede kitle erkeklerde de görülen bir durumdur. Ancak istatistik oranlara göz atıldığı zaman kadınlarda ağırlıklı olarak görüldüğü bilinir.

Meme bölgesinde oluşan kitlelerin bir çoğunun iyi huylu olduğu bilinir. Ancak her kitle tam anlamıyla iyi huylu değildir. Bazı kitleler kötü huylu hatta kanser hastalığının belirtisi olabilir.

Bu nedenle meme kanseri hastalığının belirtilerini doğru bilmek hayati açıdan büyük önem arz eder.

Meme Kanserinin Belirtileri Nelerdir?

  • Meme bölgesinde ya da koltuk altında şişlik tarzı beze
  • Sol ya da sağ memede kitle. Bu kitleler zaman içerisinde büyüme ve şekil değişikliği gibi belirtiler gösterebilir
  • Koltuk altında ağrısız ya da ağrılı şekilde oluşabilen anormal şişlikler
  • Memenin genel büyüklüğünde ve normal şeklinde bozulmalar meydana gelme
  • Meme ucundan kan ya da akıntı gelmesi
  • Meme ucu renginde değişiklikler görülmesi
  • Meme ucunun şeklinde bozulmalar oluşması
  • Meme üzerinde damar genişlemesi, kızarıklık, morarma ve çöküntüler meydana gelmesi

Memede Kitle Tanısı Nasıl Konur?

Özellikle dünya genelinde ve ülkemizde kanserin en tehlikeli tipi olarak kabul edilen meme kanserinin erken teşhisi için kadınların sık sık kendilerini kontrol etmeleri söylenir.

Bir kitle şüphesi oluştuğu gibi mutlaka uzman bir hekime başvurmanız gerekir. Özkaya Tıp Merkezi her alanda olduğu gibi bu alanda da alanında uzman doktorlar eşliğinde muayene ve tedavi sürecinde size yardımcı olur.

Doktorlar önce elle muayene yapmanın ardından bazı tetkikler ister. Memede kitle tespiti için yapılacak ilk tetkik mamografidir. Mamografi sayesinde kitlenin boyutu, konumu ve son durumu gibi pek çok bilgiye detaylı bir şekilde ulaşmak mümkündür.

Mamografi sonucuna göre ekstra olarak ultrason çekilmeniz istenebilir. Eğer her iki yöntemle de istenilen sonuç elde edilemiyorsa meme biyopsisi olmanız gerekebilir.

Memede Kitlenin Tedavi Edilmesinde Kullanılan Yöntemler

Memenizde kitle tespit edildiğinde ağrılarınızın dinmesi için ılık banyo yapmanız önerilir. Ayrıca buz torbaları ve ısıtıcı pedler de masaj görevi görür.

Bölgeye özel uygulanan esansiyel yağlarla masaj yapmanız memede birine sıvının kendiliğinden atılmasını sağlayabilir.

Ağrının hafiflemesi için jel ve özel losyonlar da kullanabilirsiniz. Ancak bu tarz ürünleri mutlaka doktor eşliğinde kullanmanız tavsiye edilir.

Ayrıca gebelik ya da emzirme durumu varsa kullanabileceğiniz ilaçlar da sınırlı sayıda olur. Bazen kitlenin cerrahi müdahalelerle alınması gerekebilir.

Tedavi yöntemine her zaman doktorlar karar verir. Özellikle kitlenin kötü huylu ya da kanser kitlesi olma durumu ortaya çıktığında tedavi yöntemlerinin boyutu da daha farklı şekillerde olur.

Saç Ekimi Nedir, Kimlere Uygulanır, Nasıl Yapılır?

Özellikle erkeklerde gözlenen bir sorun olan saç dökülmesi, belirli sebeplerden dolayı çeşitli bölgelerde oluşan saç kaybı olarak bilinir. Bu bölgelere oldukça doğal ve kalıcı bir yöntemle birlikte uygulanan saç ekimi işlemi, sağlıklı bir saç görünümü elde etmeyi hedefler.

Alanında uzman ve tecrübeli olan doktoralar tarafından uygulanan saç ekimi, hijyen şartlarına dikkat edilerek yapılır.

Modern tıbbın ve teknolojinin de gelişmesi ile birlikte yapılan bu tedavi, konforlu ve güvenli şekilde gerçekleşir. Böylelikle saç dökülmesi problemini de yaşayan hastaları, estetik ve psikolojik açıdan da gelişir.

Uzun yıllardır saç seyrekliği şikayeti bulunan kişilerin arzu ettikleri hoş görünüme kavuşabilmeleri adına saç ekimi kurtarıcı bir çözüm olur.

Sürecin rahat ilerlemesi kişilerin tedavi zamanında kendilerini psikolojik olarak da rahat hissetmelerine katkı sağlar.

Saç Ekimi Kimlere Uygulanır?

Başarılı sonuçları ile göz dolduran saç ekimi, erkeklerin en çok tercih ettiği estetik uygulama olarak kabul edilir. Erkeklerin yanı sıra saç dökülmesi yaşayan kadınlar tarafından da tercih edilen bu tedavi yöntemi, oldukça etkili olması ile bilinir.

Saç ekimi, saç bölgesinin yanında dökülme yaşanan kaş, bıyık ve sakal bölgesine de uygulanabilir. Bu yöntem yalnızca dökülme problemini yaşayanlar tarafından değil, seyrek saç yapısına sahip olan kişilerce de tercih edilebilir.

Saç Ekimi Nasıl Yapılır?

Sıklıkla uygulanan bir yöntem olan saç ekimi yapılırken dikkat edilmesi gereken en önemli faktör, kişinin yeterli oranda kıl köküne sahip olmasıdır. Bu yöntem genellikle ense üzerinden alınan ve greft adı verilen kıl köklerinin kullanılması ile gerçekleşir.

Özünde bir doku nakli işlemi olarak bilinen saç ekimi ve süresi, dökülme olan bölgenin büyüklüğüne göre değişiklik gösterebilir. Bu duruma göre de seans sayıları kişiden kişiye fark eder.

Bu tedavi sürecindeki en önemli detaylardan birisi de saçların dökülme olan bölgeye ekiminden sonra, hızlı şekilde kanlanıp beslenmeye başlamasıdır. Bu durum da ‘saçın tutulması’ olarak adlandırılır.

Saç ekiminin başarılı ve etkili bir sonuç verebilmesi için olabildiğince greftin tutunabilmesi gerekir. Böylelikle saç bölgesi hem doğal bir görünüm kazanır hem de eski sağlığına kavuşabilir. Bu da ancak tecrübeli ve uzman doktorlar ile gerçekleşir.

Göz dolduran performanslara ve etkili deneyim sürecine sahip olan doktorların bulunduğu Özkaya Tıp Merkezinde, bu uygulamayı gönül rahatlığıyla yaptırabilirsiniz.

Saç Ekimi Teknikleri Nelerdir?

Özellikle erkeklerde sıklıkla gözlenen bir problem olan saç dökülmesinin en başarılı çözümü olan saç ekimi, başlıca 2 farklı teknikte uygulanır. Bu teknikler hakkında bilgi vermek gerekirse;

Fut Yöntemi
Açılımı foliküler ünite transplantasyonu olan bu yöntem, saçların kümeler halinde ekildiği teknik olarak bilinir. Saçların bulunduğu deri bölgelerinden alınan kıl kökleri, laboratuvar ortamında incelenir ve ayrıştırılır. Daha sonra ise uygun koşullar altında ekim işlemi gerçekleştirilir.

Fue Yöntemi
Foliküler ünite ekstraksiyonu olarak bilinen bu teknik için saçların çok kısa şekilde kesilmesi gerekir. Saçlı bölgeden kıl köklerinin alınmasının ardından bu kökler, laboratuvar ortamında uygulama alanına yerleştirilir. Bu yöntem kullanılırken genellikle lokal anestezi seçeneğine de ihtiyaç duyulur.

Saç Ekimi Tedavi Seansları

Saç ekim işlemi belirli plan ile birlikte uygulanır. Bu uygulamanın süresi de kullanılacak olan tekniğe ve yönteme bağlı olarak değişiklik gösterebilir. En etkili sonucu almak adına doktorların önerdiği programı takip etmeniz daha doğru olur.

Gerekli olan saç kökü sayısına göre seanslar da belirlenir. Böylelikle bu probleme sahip olan kişiler, etkili bir tedavi süreci geçirme imkanı bulabilirler.

Aynı zamanda bu başarılı tedavi döneminin içerdiği bazı riskler de bulunur. Uzman hekimlerin tecrübesi ile gerçekleşen bu süreçte nadiren de olsa komplikasyonlar görülebilir. Kellik oranının düzeyine göre 1-2 sene içerisinde saç dökülmesi tekrar edebilir.

Kendisini şiddetli ısı artışları ve ağrıları ile beraber belli eden istenmeyen enfeksiyonlar, deri seviyesinde ya da deriden daha kabarık olan, keloid de denen yara izleriyle çok nadir de olsa oluşabilmektedir. Saçın alındığı ve ekildiği bölgelerde ortalama 3 aya kadar sürebilen uyuşukluk gibi his kaybı da görülebilir.

Bir zaman sonra kişiler yeni hallerine adapte olarak yaşamlarını sürdürmeye devam edebilirler.

COVID-19 PCR Testi Hakkında Sıkça Sorulan 9 Soru

Özkaya Tıp Merkezlerimizde PCR testi güvenli bir şekilde yapılmaktadır !

Dünya genelinde toplamda 9 milyon 62 bin insana bulaşan ve 490 bin ölüme yol açan corona virüs, Türkiye’de de büyük endişe yaratmaya devam ediyor. Ülkemizde 193 bin vakası bulunan, 5046 can almış virüsün kesin tanısı için yapılan COVID-19 PCR testi hakkında merak edilen soruların cevaplarını sizler için verdik.

1. COVID-19 PCR testi nedir?

Türkiye’de ilk Corona virüs vakasının görülmesinden kısa bir süre sonra Bilim Kurulu Toplantısı ardından açıklama yapan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, korona virüs bağışıklık durumunun ölçümlenmesi ve hastalık tespiti için PCR ve antikor testi yapılacağını bildirdi.
Peki, PCR testi nedir? PCR yöntemi, nükleotitlerin uygun koşullar altında tüpte çoğaltılması işlemidir. Tıbbi ve biyolojik araştırma laboratuvarlarında, genetik parmak izi tanımlaması, gen klonlaması, babalık testi, kalıtsal hastalıkların tespiti ve DNA hesaplaması gibi farklı konularda yaygın olarak kullanılan bir metoddur.
COVID-19 PCR testi ise, Akreditasyon belgesine sahip, Sağlık Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş laboratuvarlarda COVID-19 taşıyıcılığının ölçümlenmesi için yapılan bir tarama testidir.

2. Kimlere COVID-19 PCR testi yapılır?

Çoğunlukla, seyahat şartı aranmaksızın, ateş, öksürük ve nefes darlığı şikayetlerinden yakınan kişilere, KBB uzmanlarının ön muayenedeki bulguları neticesinde COVID-19 PCR testi yapılır.
Ayrıca, COVID-19 PCR test sonucu pozitif çıkmış kişilere 14 gün öncesine kadar temas ettiği bilinen kişilere de, corona virüs belirtileri göstermese dahi test uygulaması yapılmaktadır.
Testin yapılması, toplumda pozitif vakaların artmasının önüne geçilmesinin tek yoludur. Buna ek olarak, koronavirüsten korunma yöntemleri çerçevesinde tavsiye edilen sosyal mesafe, temizlik ve maske kullanımı kurallarına da uyulması gerekmektedir.

3. Yurt dışına çıkmayı planlayanlar için COVID-19 PCR testi nerede yapılır?
Yakın tarihte açıklandığı üzere, KKTC, Almanya gibi bazı ülkeler, yeni normalleşme kapsamında, ülkelerine seyahat edecek kişilerden, son 48 saat içerisinde uygulanmış negatif PCR test sonucu istemektedir. Peki, bu testi nerede yaptırmalısınız?

COVID-19 PCR testi için, Sağlık Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş sağlık kuruluşlarında örnek alınmaktadır ve yetkili laboratuvarlarda test sonucu değerlendirilmesi yapılmaktadır.

Özkaya Tıp Merkezi olarak, hastanemize yurt dışına çıkma planı dolayısıyla korona testi yaptırma talebiyle başvuran bireyleri, Ankara’nın yetkilendirilmiş özel laboratuvarı olan, Akreditasyon belgesine sahip Özel Viromed Laboratuvarları‘na yönlendiriyoruz.

4. COVID-19 PCR testi nasıl yapılır?

Test için öncelikle hastanın burnundan ve boğazından özel çubuklarla sürüntü yöntemi ile örnek alınır.

Alınan sürüntü örnekleri virüs taşıma ortamı olarak da bilinen özel sıvılar içerisinde testin yapılacağı yetkili laboratuvara ulaştırılır.

Örnekler PCR yöntemiyle incelenir ve sonuç raporu oluşturulur.

5. COVID-19 PCR testi ne kadar sürede sonuçlanır?

Yapılış şekline, laboratuvar koşullarına ve yoğunluğa bağlı olarak, klasik COVID-19 PCR testi genellikle 2 – 4 saat arasında sonuç verir. Test sonucunun pozitif çıkması durumunda, kesin tanı konmadan önce testin 3 kez tekrarlanması gerekebilir. Bu yüzden, testin kesin sonuçlanması 1 günü bulabilir.

Hızlı tanı testlerinde ise, ortalama 15 dakika içerisinde bir sonuç elde etmek mümkündür. Hızlı sonuç veriyor olsalar da, güvenilirlikleri ve doğru tanı oranları, PCR testine göre çok daha düşüktür.

Bunun sebebi ise, bir virüs söz konusu olduğunda, antijen testlerin doğru sonuç verme oranı antikor testlerine oranla daha az olmasıdır.

Hastalık belirtileri gösteren kişilere uygulanan hızlı tanı testleri negatif dahi olsa, mutlaka PCR testi yapılması, hatta tomografi çekilerek teyit edilmesi gerekmektedir. Çünkü PCR testlerinde bile, 7. tekrarda pozitif çıkan vakalar görülmüştür.

6. Test yaptırırken nelere dikkat edilmelidir?

Ülkemizde, sıklıkla kişi pozitif bir vaka dahi olsa test sonucu negatif çıkabilmektedir. En önemli nedeni ise kültür materyalinin alınmasındaki başarısızlıklar ve teknik zorluklardır.
Testin güvenilir bir sonuç vermesi için, sürüntü örneklerinin doğru yerden alınması gerekmektedir. Bu yüzden, örneğin alanında uzman hekimler veya hemşireler tarafından alınıyor olması hayati derecede önemlidir.

Sürüntü örnekleri, virüsün en yoğun bulunacağı nazofarenks denilen geniz bölgesinden alınması gerekmektedir. Bu işlem sırasında, hastalar bir miktar acı çekecek ve bir rahatsızlık hissi tecrübe edecektir. Kültür alınırken, çubuğun her iki burun deliğinden genze kadar sokulması çok önemlidir.

7. Test sonucu negatif ne demektir?

Test sonucunun negatif olarak değerlendirilmesi, kişinin corona virüs taşımadığı anlamına gelmektedir.

PCR testinin performansı RNA tespitine göre değerlendirildiği için, örnekte bulunan RNA miktarı çok önemlidir. Örneğin doğru yerden alınması, laboratuvara transfer şekli, virüsün mutasyon geçirme ihtimali ve COVID-19 PCR test inhibisyonu gibi teknik hatalar testin verimliliği açısından sakıncalıdır. Bu yüzden, değerlendirme sonucu hastaya iletilmeden önce, gibi teknik hataların olmadığına emin olunması gerekmektedir.

8. Test sonucu pozitif ne demektir? Pozitif görülmesi durumunda ne yapılmalıdır?

Test sonucunun pozitif olması, kişinin corona virüs enfekte veya taşıyıcı olduğu anlamına gelmektedir.
Testin doğru sonuç verebilmesi için gerekli teknik detayları bir önceki başlığımızda incelemiştik. Yetkili kişilerin, hastaya değerlendirme sonucunu iletmeden önce herhangi bir hata olmadığına emin olması gerekmektedir. Ardından, sonucu pozitif çıkan kişinin, kesin tanı için bilgisayarlı tomografi yöntemi ile taranması tavsiye edilmektedir.
BT bulgularında da belirtilere rastlanmışsa, kişiye gerekli bilgilendirme yapılmalı, uygun tedavi planı oluşturulmalı, karantinaya alınmalı ve derhal tedaviye başlanmalıdır.
Korona virüs enfekte olmuş kişilerin, son 14 günde temas ettiği yakınları bilgilendirilmeli ve onlara da test yaptırmaları tavsiye edilmelidir. Çevresinde corona tedavisi gören kişilerle kontak kurmuş kişiler, belirti göstermese dahi kendilerini 14 gün boyunca karantinaya almalıdır.

Nöral Terapi: Otonom Sinir Sistemi Tedavisi

Nöral terapi bir regülasyon tedavisi yoludur. Nöral terapi ya da diğer adıyla nöral tedavi, iyileşme süreci için bedene düzenleyici ve uyarıcı sinyaller gönderilmesidir. Etkilediği ana bölge, otonom sinir sistemidir.

Otonom sinir sistemi, vücudun her bölgesine uzanan bir sistemdir. Hücrenin elektriksel potansiyeli, hücreler arası sıvı ve sinirlerin oluşturduğu komplike bir mekanizması vardır.

Nöral terapide otonom sinir sisteminin uyarılması sonucu iyileşme sürecinin hızlanması hedeflenir.

Sağlıklı bir kişinin vücudu; iç ve dış dengeyi korumak, en az enerjiyle en verimli işleri gerçekleştirmek gibi görevlere sahiptir. Bu olay regülasyon kapasitesi olarak tanımlanır. Regülasyonun sürekli devam ettirilmesi; pek çok organ, doku ve sistemin olumsuz olaylardan etkilenmemesini sağlar.

Vücut regülasyonu, parasempatik ve sempatik sinirlerin otomatik olarak gerçekleştirdiği bir durumdur. Aynı hedefleri farklı maddelerle ve zıt şekilde uyaran bu iki sinir çeşidi; vücutta asit-baz dengesi, madde alışverişi gibi olayların düzenlenmesinde rol oynar.

Regülasyon kapasitesi aşıldığında ve vücut dengesi korunamadığında kişide hastalık belirtileri ortaya çıkar. Nöral terapi, bu bozulmuş regülasyon kapasitesini eski haline getirmek için uygulanır. Yapılan müdahaleler sonucu kişinin normal sağlık ritmine kavuşması beklenir.

Nöral terapi, birçok klinikte hastalara önerilen tedavi yöntemleri arasında yer alır. Özel Özkaya Tıp Merkezi, istenilen kalite ve titizlikte bir nöral terapi sürecini hastalarına sunar.

Nöral Terapinin Tarihi

Nöral terapinin başlangıcında kokainin keşfi yer alır. Yerel anesteziklerden olan kokain, Pavlov ve Sigmund Freud sayesinde tıbbi tedavilere dâhil olmuştur. 1906 senesinde alman bir cerrahın prokain enjeksiyonu kullanarak yaraların daha kolay iyileştiğini göstermesi, nöral terapi için önemli bir adımdır.

Günümüzde uygulanan modern nöral terapi ise, bir tesadüf sonucu keşfedilmiştir. Ferdinand ve Walter Huneke isimli iki doktor bu keşfin babalarıdır. Sık sık migren atağı geçiren kız kardeşlerine novocaine içeren bir enjeksiyon uygulayarak romatizma ağrılarına çare olmayı düşündüler. Ancak beklenmedik bir şekilde enjeksiyon sonrasında migrenin en tipik özelliklerinden olan baş ağrısı tamamen kayboldu.

Bu düzelme sonrası şaşkına dönen iki doktor, bir dizi deney ve araştırma yaptılar. Tedavi etkisi yaratan maddenin prokain olduğunu keşfettiler. Böylece prokain, lokal anestezinin yanı sıra hastalık tedavisinde de kullanılmaya başladı.

3 yıllık bir çalışma süreci sonrası “Anesteziklerin Bilinmeyen Uzak Etkileri” başlığıyla buldukları önemli bilgileri yayınladılar ve günümüze kadar uzanan nöral terapinin metodunu detaylı açıkladılar. Bu nedenle bazı yerlerde ‘Huneke nöral terapisi’ olarak da bahsedilir.

Nöral Terapinin Etki Mekanizması ve Uygulanma Şekli

Nöral terapinin vücutta yarattığı etkiye dair birkaç teori mevcuttur. Daha çok sinir sisteminde etki gösteren terapinin anlaşılabilmesi için sinir hücreleri ile ilgili bilgiler edinmek gerekebilir.

Bir Alman nörofizyolojist Albert Fleckenstein, hücre zarının içerisi ve dışarısı arasında belirli bir elektriksel potansiyel farkı olduğunu kanıtlamıştır. Bu fark, bazı durumlarda artıp azalsa da regülasyon sayesinde kolayca eski seviyesine geri döner.

Uyarı sonucu elektriksel potansiyeli düşmüş hücre tekrar istenilen seviyeye dönemediğinde bir hastalık oluştuğu düşünülür. Nöral terapide uygulanan lokal anestezikler, bozulan potansiyel dengesini düzeltir. Böylece hastalık nedenini ve sonuçlarını ortadan kaldırır.

Nöral terapide izlenen yol, genellikle vücudun bazı bölgelerine yapılan küçük iğnelerdir. Bu iğneler organlara, dokulara, ameliyat yaralarına, bazı sinir bölgelerine uygulanabilir. Enjeksiyon, bölgede güçlü bir uyarılmaya ve iyileşme sürecine yönelimi sağlar.

Nöral terapinin amacı iğne uygulanması değil, sinir sisteminde biyoelektriksel birtakım değişikliklere yol açmaktır. Bu sebeple enjeksiyon tedavisi olarak tanımlanabilir.

Seyreltilmiş prokain ya da lidokain, nöral terapide sıkça tercih edilen lokal anesteziklerdir. Ağrılı bölgede veya hastalığın ortaya çıkmasındaki bozukluğun görüldüğü kısma uygulama yapılır. Verilen anestezik maddeler, bozulmuş dokuları düzeltir ve hücrenin elektriksel potansiyelini normal seviyeye çeker.

Düzenli yapılacak seanslar, nöral terapiden alınan verimi bizlere gösterir. Genellikle haftada 2-3 seans uygulanması tavsiye edilir. Tedavi sürecindeki seansların sayısı ve sıklığında farklılıklar olabilir. Hastalığın şiddeti, vücuttaki bozulmuş alanların çokluğu ve kişinin iyileşme eğilimine yönelik bir süreç izlenir.

Seanslar yaklaşık 5 dakika sürer. Kullanılan iğneler oldukça ince uçlu olduğundan herhangi bir ağrı hissi oluşmaz. Birinci ve beşinci seans arasında nöral terapinin etkileri gözlenmeye başlar. Böylece tedavinin etki derecesine bakılarak toplam kaç seans gerekeceği hesaplanır.

Nöral Terapi Kimlere Uygulanabilir? Kimlere Uygulanmaz?

Nöral terapi, genelde ilaç tedavisi bulunamamış hastalıklarda başvurulan modern tıp yöntemleri arasındadır. Pek çok yaş grubu ve kişide etkili bir iyileşme sürecine katkıda bulunur.

Hamile ya da çocuk emziren kişiler, nöral terapiden faydalanabilir. Kronik bir ağrısı olan ve sağlıklı herkes, kolayca nöral terapiye yönelebilir. Ayrıca çocuk, genç, yaşlı her yaştan kişiye uygulama yapılabilir.

Yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kalp hastalıkları vb. hastalıklara sahip olup düzenli ilaç kullanan kişiler; nöral terapi metoduyla iyileşebilir. Ancak kortizon ilacı vücudun fonksiyonları baskıladığı için tedavinin etkinliğinde azalmaya yol açar.

Nöral terapinin uygulanabileceği gruplardan daha çok uygulamadan uzak durması gereken gruplar bilinmelidir. Terapi sebebiyle herhangi bir olumsuz durum olabilecek kişiler, başka bir tedavi yönteminden yararlanmalıdır.

Akıl sorunları yaşayan ağır psikiyatri hastalarına, nöral terapi uygulamasına giremez. Kan sulandırıcı kullananlar, regl dönemindeki kadınlar, kronik bir enfeksiyonu bulunanlar, ağır kanser hastalığı olanlar nöral terapi uygulanmaması gereken gruplardır. Kadınların regl dönemi geçtikten sonra uygulanma yapılması herhangi bir sorun teşkil etmez.

Myastenia gravis, Parkinson ve multiple skleroz hastaları, kalp yetmezliği, II. ve III. derece AV kalp bloğu olan hastalar, pıhtılaşma bozukluğu sorunu yaşayanlar, malign veya ruhsal hastalığı olanlar, akut cerrahi endikasyonu durumlarına nöral terapi asla yapılmamalıdır. Tiroid için atom tedavisi alan kişiler 6 ay, tiroid sintigrafisi çektiren kişilerse 1,5 ay nöral terapiden uzak durmalıdır.

Nöral Terapi Hangi Hastalıklarda Etkilidir?

Nöral terapi, pek çok hastalığın tedavisinde uygulanır. Özellikle klasik tıp yöntemleriyle çözülememiş, uzun süreli ve geçmeyen ağrılarda etkisini gösterir. Sadece bir tedavi yöntemi olmayan nöral terapi; bağışıklık sistemi güçlendirme, vücudu düzenleme ve sağlıklı halin sürdürülmesi gibi işlevlere sahiptir.

Migren
Migren, günlük hayatı oldukça etkileyen hastalıklardan biridir. Ense, şakak ya da göz çevresinden yayılan baş ağrısı, hastalığın en karakteristik özelliğidir. Baş ağrıları genelde ataklar haline oluşur. Bir atak yaklaşık 4 saat sürebilir ve ayda 8’den fazla atak görülmesi kronik migren tanısı konmasını sağlar.

Migrenin ne sebeple ortaya çıktığı tam olarak bilinemese de beyin kimyasallarındaki dengesizliğin oldukça büyük bir etken olduğu düşünülür. Migren ağrılarının sıklaşması ve şiddetlenmesi sonucu, bir nöroloji uzmanı tavsiyesiyle nöral terapiye başlanabilir.

Eklem Hastalıkları
Kas ve iskelet sisteminde olumsuz etkiler yaratan hastalıklar eklem hastalıkları başlığı altında toplanır. Menisküs, eklemde sıvı azalması, ödem gibi pek çok ciddi sorun kişinin sağlığında negatif sonuçlar doğurur.
Erken dönemde eklemi korumak ve oluşabilecek herhangi bir harabiyetten eklemi uzak tutmak tedavide önem taşır. Çoğunlukla yorgunluk ve halsizliğe ek olarak sinir ve eklem ağrıları hissedilir.
Eklem hastalığını patolojik ve histolojik açıdan değerlendirerek kesin bir tanı konulması ilk aşamadır. Normal bir radyolojik inceleme, tomografi, MR ve sintigrafik incelemeler hastalığın teşhisi için başvurulan yöntemlerdir.

Fıtık (Herni)
Organ ya da dokunun olması gereken yerden kayarak dışarı doğru yönelmesi sonucu fıtık oluşumu görülür. Bel ve boyun bölgesi fıtıkları, omurlar arasındaki disklerin yerinden çıkmasıyla meydana gelir. Nöral terapinin en sık uygulandığı fıtıklar, bel fıtığı ve boyun fıtığıdır.

Romatizma
Kas iskelet sisteminde ağrı ve hareket kısıtlılığı romatizma olarak isimlendirilir. Bazı durumlarda iç organlara kadar bir etki alanına yayılır. Hemen hemen her yaşta görülebilen romatizma, bağışıklık sisteminde zayıflamaya yol açar.

Birbirinden farklı yüzlerce hastalık ve ağrı çeşidi, nöral terapi metoduyla kolayca önlenebilir. Özkaya Tıp Merkezi’nde uygulanan nöral terapi sayesinde, kişinin günlük hayatına dönmesi ve sağlıklı halini koruması desteklenir.

Multipl Skleroz / MS Hastalığı Hakkında Her Şey

MS hastalığı, veya multipl skleroz, beyin ve omuriliğin oluşturduğu merkezi sinir sistemi ile göz sinirlerini etkileyebilen kronik nörolojik bir hastalıktır. Multipl skleroz en yaygın genç erişkin yaş grubunda görülmektedir.

Multipl skleroz, kişinin bağışıklık sistemindeki bozukluk sonucu merkezi sinir sistemindeki sinir hücrelerinin etrafını saran miyelin tabakası etkilenmektedir. Miyelin tabakasının zarar görmesi, sinir sisteminin vücudun çeşitli organlarına gönderdiği mesajların iletiminde kesintilere veya aksamalara neden olmaktadır.

MS hastalığı kişide görme, denge, kas kontrolü ve diğer temel vücut fonksiyonları ile ilgili sorunlara neden olmaktadır. Hastalık belirtilerinin şiddeti kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Bazı kişilerin tedavi gerektirmeyen çok hafif belirtileri varken bazı kişiler etrafta dolaşmak ve günlük aktiviteleri yapmak için bile yardıma ihtiyaç duyabilir.

MS Belirtileri Nelerdir?

MS hastalığı belirtileri kişiden kişiye farklı şekillerde oluşabilir. Bu belirtiler multipl skleroz hastalığının alt tipine göre de değişkenlik gösterir.
MS hastalığında belirtiler herhangi bir anda ortaya çıkabilir. Semptomların yol açtığı şikayetler genellikle kısmen ya da tamamen düzelir, fakat bazı MS tiplerinde ataklara bağlı belirtilerin neden olduğu şikayetler kalıcı olabilir. Örneğin, optik sinir kılıfının hasarına göre kişide renk parlaklığının azalması gibi şikayetler veya kalıcı görme kaybı oluşabilir.

Multipl skleroz hastalığı belirtileri açısından son derece kişisel bir hastalıktır, yani her belirti her MS hastasında görülmeyebilir ya da aynı şiddette yakınmalara yol açmayabilir. MS hastalarında genel olarak gözlemlenen belirtiler ise aşağıdaki gibidir:

  • Yüz bölgesinde karıncalanma ve uyuşma
  • Kol ve / veya bacaklarda uyuşma, karıncalanma, güçsüzlük, yorgunluk
  • Denge kaybı
  • Yürüme güçlüğü
  • Hareket bozuklukları
  • Duyusal kayıplar
  • Ani duygu değişimleri
  • Kabızlık
  • Gaita ve / veya idrar kaçırma
  • İdrar yaparken tutukluk
  • Sık idrara çıkma
  • Bellek ve dikkat problemleri
  • Baş ağrısı
  • İşitme kaybı
  • Çift görme
  • Görme kaybı
  • Demans benzeri kongitif (bilişsel) bozukluk ve yıkım

MS Hastalığı Neden Olur?

Multipl skleroz hastalığında kişinin kendi bağışıklık sistemindeki hücreler sinir hücrelerinin üstünü kaplayan koruyucu kılıf miyeline. Miyelinin görevi sinir liflerini korumak ve beyin ile vücudun geri kalanı arasındaki iletişimi sağlamaktır. Bu saldırı sonucunda hastalık kişinin sinir hücrelerinin bozulmasına ya da kalıcı olarak hasar görmesine neden olabilir.

MS hastalığına sahip anne veya babanın çocuklarında aynı hastalığın görülme oranı, toplumdaki aynı yaş grubu kişilerle kıyaslandığında 7-10 kat daha fazladır. Ancak genler, hastalığın oluşmasında tek faktör değildir. MS hastalığının oluşmasında etkili olan diğer birkaç faktör şunlardır:

  • Organik çözücü, cıva, böcek ilaçları ve radyasyon teması gibi çevresel faktörler
  • Geçmişte “herpes”, “varisella zoster” gibi virüslere maruz kalmak
  • Çevresel tetikleyicilerden etkilenen kalıtımsal (genetik) faktörler

MS Tanısı Nasıl Konur?

Multipl skleroz hastalığında görülen belirti ve bulgular diğer pek çok nörolojik hastalığı taklit edebilmektedir. Bu sebeple ayırıcı tanı belirlemede hastanın ayrıntılı öyküsü, fizik muayene, bazı testler ve görüntüleme yöntemleri kullanılır.

MS hastalığın teşhisinde kullanılabilecek özelleşmiş bir test yoktur. Tanı için öncelikle bu alanda uzman hekimler tarafından hastanın belirtilerinin diğer olası nedenlerin elenmesi gerekir.

Nöroloji uzmanı tarafından yapılacak ayrıntılı bir nörolojik muayene tanı konulabilmesi için son derecede değerlidir. MRG ile beyin ve omurilikteki miyelin kılıfında herhangi bir hasarın var olup olmadığı tespit edilebilir, yani MRG tanının doğrulanmasındaki en büyük yardımcılardan biridir.

Kan testleri, çok nadir fakat belirtileri MS ile oldukça benzer bir durum olan vitamin eksikliği veya nöromiyelitis optika olarak adlandırılan hastalığı ayırt etmek için yapılır.

Lomber ponksiyon prosedürü, belinizden bir iğne yardımıyla beyin omurilik sıvısından numune almak için kullanılmaktadır. Beyin omurilik sıvısı, beyin ve omuriliği çevreleyen sıvıdır ve bu sıvıda meydana gelen değişiklikler, sinir sisteminde sorunlara yol açabilir.

MS tanısı için günümüzde 2017 McDonald kriterleri uygulanmaktadır. Hekim, öncelikle hastanın ayrıntılı anamnezini alır ve daha sonrasında nörolojik muayenesini yapar. Laboratuvar testleri ve radyolojik görüntüleme tetkikleri ile elde edilen bulguların belirli kriterleri karşılaması durumunda kişiye multipl skleroz tanısı konulur.

MS Hastalığı Tedavisi

Multipl skleroz tanısı alan kişilere uygulanan tedavi, hastanın yaşadığı atak sayısını ve hastalığın kişi üzerinde oluşturduğu etkileri azaltmaya yöneliktir. MS tedavisi hastanın mevcut durumuna uygun olduğu belirlenen ilaçlarla yapılır.

Multipl skleroz atakları sırasında kişiye 3 ila 10 gün boyunca metilprednizolon adı verilen steroid (damar yolundan kortizon) verilir. Seçilmiş vakalarda kortizon tedavisine oral yolla da devam edilebilir. Bu süre boyunca hastanın günlük diyetinden tuz ve karbonhidrat çıkarılır. Hastanın bağışıklık sisteminde ortaya çıkan düzensizliğin giderilmesi ve atak sayısının azaltılması için kişiye özel farklı ilaçlar reçete edilebilir.

Corona Virüs Belirtileri Nelerdir?

Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgınının belirtilerinin farkında olmak, kendinizi doğru muayene etmeniz açısından çok önemlidir. Günden güne vaka sayısının artmasıyla beraber, salgının baş gösterdiği belirtileri de merak konusu olmaya başlamıştır. Corona virüs belirtileri, grip ve nezle gibi üst solunum yolu hastalıklarının belirtileriyle benzerlik gösterir.

Günümüzde hızla yayılan bu salgının tüm belirtilerine oldukça hassas davranmak gerekir.

Hastalığın başlıca belirtileri nefes darlığı, öksürük ve ateştir. Ancak solunum yoluyla ilgili yaşanan tüm sıkıntıları dikkate almakta da fayda vardır. Çünkü hastalık, kişiden kişiye değişiklik gösteren farklı belirtilerle de ortaya çıkabilir.

Corona virüs belirtileri arasında burun akıntısı, eklem ağrıları ve halsizlik gibi belirtiler de vardır.

Belirtilerin genel olarak 2 ile 14 gün içinde ortaya çıktığı gözlenir. Ancak bazı durumlarda, hastalığın ortaya çıkması daha uzun dönemleri de bulabilir.

Herhangi bir kronik rahatsızlığı olmayan kimselerin, hiçbir belirti göstermeden, taşıyıcı olarak hayatlarını sürdürebilecekleri de gözlemlenmiştir.

Hastalığın ağır bir duruma gelip ilerlemesi sonucunda zatürre gibi ciddi hastalıklara çevrildiği de bilinen olgular arasında yer alır.

Ağırlıklı olarak solunum rahatsızlığı ile ortaya çıkan corona virüs salgınına kapılan kişilerde göz seğirmesi ya da tutukluluğu gibi farklı semptomlar gözlenebilir.

Virüsün damlacık yoluyla göze bulaşma ihtimali vardır. Araştırmalara göre, corona salgınından dolayı hayatını kaybeden ilk sağlık çalışanının göz doktoru olduğu bilinmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığının belirttiği tedbirleri dikkate alarak salgının bulaşma olasılığını en az seviyeye indirebilirsiniz.

Ellerin ağız ve yüze olabildiğince az değdirilmesi tavsiye edilir. Sık sık ellerin yıkanması da hastalığa karşı alınabilecek en önemli tedbirler arasında yer alır.

Corona Virüse Yakalanan Kişilerde Gözlemlenen Semptomlar Nelerdir?

Corona virüsün bulaşma ve yayılma süreci kişiden kişiye göre değişiklik gösterebilir. Başlangıçta hafif derecede ortaya çıkan belirtiler, zaman içerisinde şiddetlenebilir.

Belirtilerin şiddet derecesi yaş grubuna, kronik hastalıklara ve ortaya çıkma zamanına göre değişebilir. Orta yaş grubuyla ileri yaş grubu arasında gözlemlenen belirtilerin şiddeti birbirinden farklıdır.

Solunum yollarını hedef alan virüsün, ilerleyen dönemlerde ciddi akciğer rahatsızlıklarına neden olduğu bilinir.

COVID-19 salgınının, önceki yıllarda ortaya çıkan diğer Korona virüs vakaları gibi solunum yoluyla bulaştığı bilinmektedir.

Corona virüs belirtileri için bir listeleme yapmak gerekirse

  • Ateş. Virüse bağlı olarak yükselmeye başlayan ateş bir süre sonra daha şiddetli bir hal almaya başlar. Genellikle 37,5 ve üzerinde olan ateşler, risk grubunda değerlendirilir.
  • Öksürük. Virüsün bulaştığı andan kısa bir süre sonra ortaya çıkan öksürük zaman içerisinde boğuk bir hale gelerek ciddi solunum sıkıntılarına yol açar. Özellikle yoğun öksürük ve bununla beraber solunum zorluğu çeken kişilerin sağlık kuruluşlarına başvurmaları tavsiye edilir.
  • İshal. Virüsün bulaştığı bazı vakalarda ishal tespit edilmiştir. Ancak diğer belirtilere oranla görülme ihtimali oldukça düşüktür. İshale bağlı olarak ya da kendiliğinden oluşan bulantı, kusma gibi semptomlar da hastalığın belirtileri arasında yer alır.
  • Özellikle ileri yaş grubunda sıkça görülen nefes darlığı, corona virüs belirtileri arasında en dikkat çekici ve önemli olanıdır. Nefes darlığı bazen öksürükle beraber bazen de kendiliğinden ortaya çıkar.

Corona Virüs Belirtileri Görüldüğünde Ne Yapılmalıdır?

Corona virüs belirtileri olarak bilinen semptomların az şiddette dahi görülmesi durumunda mutlaka dikkate almak gerekir.
Bu süreçte ruh sağlığınızı korumak adına kendinize farklı hobiler edinebilirsiniz.
Özellikle kronik hastalığı bulunan kişilerin psikolojik açıdan olumlu düşüncelere sahip olmaları bu durumda büyük önem taşır.
Ancak unutmamak gerekir ki; corona virüs oldukça tehlikeli bir halde. En ufak belirtilerde dahi özellikle riskli grupta yer alan kişilerin vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşlarına başvurmaları tavsiye edilir.
Genç yaş grubuna sahip olan kişilerde görülen semptomların diğer yaş gruplarına oranla daha rahat atlatıldığı gözlenmiştir.
Genç kişilerde meydana gelen belirtiler bazen kendiliğinden geçer ve tedaviye gerek kalmaz. Corona virüs sürecinde risk taşıyan gruba dahil olan kişilerin dikkatli olmaları önerilir.
Kalp-akciğer hastalığı ya da herhangi bir kronik rahatsızlığı bulunan kişilerde corona virüs belirtileri görülme ihtimali daha yüksektir.
Belirtiler ve alınabilecek tedbirlerle alakalı yeterli bilgiye sahip olunması bu zorlu sürecin daha rahat atlatılmasına olanak tanır.
Şiddetli belirtiler görülen vakalarda sonuç ne yazık ki daha olumsuz olur. Bu vakalar genel olarak Böbrek yetmezliği, ciddi derecede solunum rahatsızlığı ve son olarak ölümle sonuçlanır.

Bu süreçten olumsuz etkilenmemek ve hastalığa yakalanmamak adına yapılan tüm uyarıları ciddiye almak gerekir.

Corona Virüse Karşı Alınabilecek Tedbirler Nelerdir?

Tedbir almak için hastalığa yakalanmış olmak gerekmez. Hatta tedbirlerin belirtiler öncesi alınması korunma açısından daha önemlidir. Corona virüs salgınına karşı alınabilecek tedbirler şu şekilde sıralanabilir;

  • Yurt dışında gelen kişilerle temas etmemek.
  • Zorunlu olarak dışarı çıkılması gereken durumlarda maske ve eldiven kullanmak.
  • Eve dönüşte elleri en az 20 snaite boyunca masaj yaparak yıkamak.
  • Kıyafetleri en az 60 derece sıcaklıkta yıkamak. Ayrıca dışarıdan gelindiğinde kıyafetleri çıkarmak.
  • Öksürük ya da hapşırık sırasında ağızı kapatmak. Mendil yoksa dirsek kısmını ağıza siper etmek.
  • İyi pişmemiş ya da çiğ haldeki hayvan etlerini tüketmemek.
  • Bulunulan ortamı sık sık havalandırmak.

Aşı Ve Bağışıklama Bilinmesi Gerekenler

Aşı ve bağışıklama kişilerin dünya üzerinde denk gelinen hastalıklar için vücutlarının bağışıklık kazanmaları amacıyla vücut direncini korumaya yönelik dizayn edilen biyolojik ürünlerin genel adıdır.

Aşı

Genel olarak enjektör iğnelerle vücuda enjekte edilir. Bunun dışında ağız ya da burun yoluyla da verilen aşı türleri mevcuttur.

Bağışıklama

Kişilerin aşı yöntemi yoluyla hastalıklara karşı direnç kazanma sürecidir. Aşı ve bağışıklama ile beraber insanların mevcut hastalıklara ve yeni üreyebilecek ekstra hastalıklara karşı direnç kazanma oranında artış gözlenir.

Aşı ve bağışıklama hem yetişkinler hem de çocuklar için hayati öneme sahiptir. Aşı ve bağışıklama nın olmadığı zamanlarda insanlar sakat kalabilir, vücutlarında ağır hasarlar oluşabilir hatta hastalık daha da ilerlerse ölümle dahi sonuçlanabilir.

Sağlık Bakanlığı tarafından aşı ve bağışıklama ile ilgili bir genelge yayınlanmıştır. Bu yayınlanan genelge doğrultusunda , aşı ve bağışıklama çalışmaları adı altındaki asıl amaç; toplum genelinde özellikle bebek ve çocuklarda aşıyla korunulabilir hastalıkların ortaya çıkışını biyolojik yöntemler kullanarak engellemektir. Buna bağlı olarak da ortaya çıkan hastalıklardan kaynaklanan ölüm ve sakatlıkların önüne geçilmek hedef alınır.

Genel Aşı ve Bağışıklama Programı kapsamında boğmaca, kızamık, tüberküloz, difteri, tetanoz, kızamıkçık, kabakulak, poliomyelit, Hepatit-B, hemofilus influenza tip b ile streptokokus pnömoniye (zatürre) bağlı invaziv pnömokokal hastalıkların ve bu hastalıklardan kaynaklanan bebekle çocuk ölüm oranlarının ve sakatlıkların önüne geçmek istendiği belirtilir.

Genel Bağışıklama Programının Hedefleri Nelerdir?

  • Toplumdaki insanların programa aktif bir şekilde katılmalarını sağlamak
  • Virüslere karşı geliştirilen aşıların etkinliğinin tam anlamıyla korunup, genel anlamda %97 oranına kadar aşılama hızıyla devamlılık kazanmak
  • Aşılar ile ilgili katılım bildirimlerinin düzenli ve güçlü bir şekilde sistematik olmasını sağlamak
  • 12 ile 24 ay arasındaki bebeklerin neredeyse tamamını aşılanmış bir hale getirmek
  • Aşıların güvenilirlik oranını artırmak için bilgilendirme yapmak
  • 59 aylık yani 5 yaş altındaki çocukların aşı durumunu kontrol etmek, aşısız olduğu tespit edilen çocukların aşılama çalışmalarını yürütmek
  • Aşıyla önlenebilen hastalıkları belirleyip bu doğrultuda özel programlar düzenlemek
  • Okul çağındaki çocukların pekiştirme aşılarını hızlı bir şekilde tamamlamak
  • İlerlediği takdirde vücutta ağır hasara yol açabilecek hastalıkları aşı yöntemini kullanarak kontrol altına almak
  • Gebelik durumu söz konusu olan ve ispat edilmiş kişilere tetanoz ve difteri aşısının belirlenen dolarını uygulamak

Çocukluk Dönemi İçin Belirlenen Aşı Takvimi

  • Hepatit B: İlk dozu doğumda olmak üzere birinci ve altıncı ayların içerisinde de birer doz
  • Su Çiçeği: 12. ay içerisinde
  • Bcg (Verem): İkinci ayın sonunda
  • Hepatit A: 18. ve 24. ayların sonunda

DaBT-İPA-Hib (Difteri, aselüler boğmaca, tetanoz, inaktif polio, hemofilus influenza tip b-Beşli aşı): 2, 4 ve 6. ayların içerisinde birer doz. Daha sonra 18 ile 24 aylar arasında pekiştirme amacıyla birer doz
Td (Erişkin tipi difteri-tetanoz aşısı): İlköğretim eğitiminin ilk sınıfında ve sekizinci sınıfında birer doz
KPA: (Konguge Pnömokok Aşısı): 2,4 ve 6. aylarda birer doz. Sonrasında 18 ile 24 aylar arasında pekiştirmek için birer doz

OPA (Oral Polio Aşısı): Altıncı ayın sonuna doğru, 18 ile 24 aylar arasında ve ilköğretim birinci sınıfta birer doz
KKK (Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak): 12 ayın içerisinde bir doz, ardından ilköğretim birinci sınıfta pekiştirme amacıyla bir doz daha

Bağışıklama Çeşitleri

Aktif Bağışıklama

Aşı ve bağışıklama uygulaması sırasında vücut içerisindeki immün sistemle beraber antikor ve hücresel olarak iki ayrı şekilde cevap vermesi amaç edinilir. Aktif bağışıklama sınıfına dahil olan aşılar;
Hepatit B, difteri, tetanoz, kızamık, kızamıkçık, su çiçeği, boğmaca, veba, tifo, kolera, pnömokok, şarbon, bcg, meningokok, influenza, kuduz, Hepatit A, sarı humma, ıpv, kabakulak.

Pasif Bağışıklama

İnsan vücuduna hazır antikor hücreler dezenfekte edilerek geçici süreyle hastalıklardan korunması sağlanır. Pasif bağışıklama grubuna dahil olan aşılar;

Hepatit B, su çiçeği, Hepatit A, kızamık, kuduz, tetanoz

Aşı ve Bağışıklama ile İlgili Pratik Detaylar

Günümüzde aşı ve bağışıklama yöntemlerinin önemi oldukça büyüktür. Özkaya Tıp Merkezi kadrosunda yer alan uzman hekimler aracılığıyla yöntemler hakkında en doğru bilgileri edinebilirsiniz.

Aynı anda birden fazla aşının yapılması mümkündür. Bu durumu doktorlar belirler. Bazı aşıların ardından 3 gün banyo yapılması önerilmez. Aşı ve bağışıklama yapılırken tok ya da aç olma gibi zorunlu bir durum söz konusu değildir.

E-Hizmetler

7/24 Kolay & Hızlı Randevu

Özkaya Tıp Merkezi Özkaya Tıp Merkezi
0(312) 417 8585