Özkaya Tıp Merkezi
Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
MENÜ

Ensefalopati Nedir? Hipoksik İskemik ve Hepatik Ensefalopati

Ensefalopati, kafaya alınan darbe, toksin, kalp durması veya beyne oksijen gitmesini engelleyen herhangi bir nedenle beynin çalışma biçimindeki değişikliğe bağlı, kafa karışıklığı ve tedirginliğe neden olan bir durumdur. Geçici veya kalıcı olabilen ensefalopati, hipoksik iskemik ve hepatik ensefalopati olmak üzere iki gruba ayrılır. Enfeksiyon, beyin travması, beyin tümörü, inme ve çeşitli nedenler sonucu meydana gelen ensefalopati, kişide yaygın olarak hafıza kaybı, bilinç bozukluğu, uykulu olma hali ve agresiflik gibi belirtiler ortaya çıkarır. Ensefalopati için uygulanacak tedavi yöntemi ise genellikle altta yatan nedene bağlı olarak gerçekleşir.

Ensefalopati Nedir?

Ensefalopati, beyni etkileyen herhangi bir sorun ya da hastalığın beynin çalışma biçiminde yarattığı işlev bozukluğu için kullanılan bir terimdir. Beyin fonksiyonlarında kalıcı ya da geçici bozulmayı ifade eder. Tek bir hastalık olmayan ensefalopati, çeşitli nedenlere bağlı şekilde ortaya çıkan bir dizi bozukluktur.

Beyin yapısında yaşanan bu değişimlerin sebepleri arasında ise enfeksiyon, kafa travması, beyin tümörü, inme, vitamin eksikliği ve düzensiz beslenme gibi faktörler yatar. Beyin yapısında yaşanan bu değişimler kafa karışıklığı ve hafıza kaybı gibi zihinsel değişikliklere ve daha ağır vakalarda komaya neden olabilir.

Söz konusu belirtilerle karşılaşıldığında doktora başvurmak büyük önem arz eder çünkü ensefalopati, tedavi edilmediğinde kalıcı beyin hasarına neden olabilir.

Ensefalopati Neden Olur?

Ensefalopati, beyin yapısında birtakım sağlık sorunlarına bağlı olarak meydana gelen hasar ve bozulmalar sonucu oluşur. Bu hasar ve bozulmalara genel olarak enfeksiyon, kafa travması, beyin tümörü ve inme gibi sağlık sorunları neden olur.

Ensefalopatiye neden olan durumlar genel olarak şöyledir:

  • Enfeksiyon
  • Kafa travması
  • Beyin tümörü
  • Felç
  • Nöbetler
  • Vitamin eksikliği veya yetersiz beslenme
  • 65 yaş ve üstünde olmak
  • Böbrek ve karaciğer hastalıkları
  • Diyabet
  • Madde bağımlılığı
  • Kimyasal maddelere maruz kalınması

Spesifik nedenler dışında bazı ensefalopati vakalarında altta yatan neden belli değildir.

Ensefalopati Türleri Nelerdir?

Ensefalopati başta hipoksik iskemik ve hepatif ensefalopati olmak üzere kendi içinde türlere ayrılı ve bu türler ensefalopatinin sebep olduğu durumlara ve vakanın şiddetine bağlı olarak değişir.

Hipoksik İskemik Ensefalopati

Özellikle yetişkinlerde kalp durması veya beyindeki oksijen kaybı sonucu oluşan beyin hasarı hipoksik iskemik ensefalopati olarak adlandırılır.

Hepatik Ensefalopati

Hepatik ensefalopati, siroz gibi şiddetli ve ciddi karaciğer hastası olan kişilerde meydana gelen beyin yapısındaki bozulmaları ifade eder.

Hashimoto Ensefalopatisi

Anormal şekilde işleyen bir bağışıklık sistemi olduğunda bu durum hashimoto ensefalopatiyi ortaya çıkarır.

Metabolik Ensefalopati

Kişinin metabolizmasını etkileyen altta yatan bir durum sonucunda metabolik ensefalopati meydana gelir.

Kronik Travmatik Ensefalopati

Kafaya tekrar tekrar alınan travmatik darbeler sonucunda kronik travmatik ensefalopati yaşanır.

Ensefalopati Belirtileri Nelerdir?

Ensefalopati, beyin yapısında meydana gelen bozulmalara bağlı olarak kişide hafıza kaybı, bilinç bulanıklığı, konsantrasyon bozukluğu ve uyku hali gibi semptomlar gösterir.

Aşağıda yer alan belirtiler ensefalopati durumuyla ilişkilidir:

  • Hafıza kaybı
  • Bilinç bulanıklığı
  • Konsantrasyon bozukluğu
  • Uyku hali
  • Ruh hali ve davranış değişiklikleri
  • Uyuşukluk
  • Halüsinasyonlar
  • İstemsiz kas hareketleri
  • Nöbetler
  • Nefes almada güçlük
  • Konuşmada zorluk
  • Motivasyon kaybı ve depresyon

Bazı şiddetli ensefalopati vakaları kişiyi koma durumuna da sokabilir. Yukarıda yer alan ve özellikle ciddileşen ensefalopati belirtiler için vakit kaybetmeden doktora başvurmanız gerekir.

Ensefalopati Nasıl Teşhis Edilir?

Ensefalopati için öncelikle kişinin hastalık geçmişi, belirtileri ve varsa kullandığı ilaçlar sorulur. Bu sorular ve gerçekleşen fiziksel muayene sonrası ensefalopati tanısı için birtakım görüntüleme testlerine ihtiyaç duyulur.

Aşağıda yer alan testlerden, ensefalopati teşhisinde yararlanılır:

  • Bilgisayarlı tomografi veya MR gibi görüntülemeler
  • Beyindeki elektriksel aktiviteyi ölçen elektroensefalografi (EEG) testi
  • Omurilik sıvısı testleri
  • Tam kan tahlili ve idrar testi
  • Konsantrasyon, hafıza ve diğer zihinsel görevleri içeren testler

İsmi geçen görüntüleme testleri, ensefalopati teşhisinde faydalanılan yöntemlerdendir. Teşhisin ardından altta yatan nedene bağlı olarak ensefalopati tedavisine başlanır.

Ensefalopati Tedavisi Nasıl Yapılır?

Ensefalopati için kişinin ihtiyaç duyduğu tedavi yöntemi, altta yatan nedene bağlı olarak değişir.

Ensefalopatiye neden olan faktör belirlendikten sonra şu tedavi yöntemleri uygulanabilr:

  • Özellikle nöbetleri durdurmaya yönelik ilaçlar
  • Besin takviyeleri veya beslenme düzeninin değiştirilmesi
  • Karaciğer veya böbrek hastalığı varsa diyaliz tedavisi
  • Fizik tedavi
  • Konuşma terapisi

Ensefalopati Nasıl Önlenir?

Ensefalopatinin önlenmesi için kişinin günlük hayatında uyması gereken bazı kurallar söz konusudur. Bunların başında kafa travmalarına maruz kalmamak, aşırı alkolden kaçınmak, sağlıklı beslenmek ve spor yapmak gelir.

Ensefalopatiyi önlemek için aşağıda yer alan rutinleri hayatına dahil etmeniz gerekir:

  • Kafa kravmalarına maruz kalmamak için dikkat edin
  • Aşırı alkol tüketiminden kaçının
  • Sağlıklı beslenin
  • Düzenli egzersiz yapın
  • Toksin ve kimyasallardan uzak durun
  • Sinir sistemini olumsuz etkileyen ilaçlar kullanmayın

Kış Depresyonundan Korunmak İçin 5 Öneri

Mevsimsel duygu durum bozukluğu olarak bilinen ‘kış depresyonu’ kişinin motivasyonunu düşürerek, isteksizlik ve yaşamdan zevk almama gibi sorunlara yol açıyor. Kışın gün ışığından daha az yararlanma ve kapalı alanlarda fazla vakit geçirme, kış depresyonuna neden oluyor. 

Depresyon Daha Çok Kadınları Etkiler

Depresyon, kişinin duygularıyla dışa cevap verebilme sürecinde ortaya çıkan bir bozukluktur. Yaşamdan zevk alamama, içe kapanma ve sosyal ortamlardan uzaklaşarak giderek yalnızlaşma gibi belirtiler ile kendini gösterir. Depresyona giren kişi, kendisine mutluluk veren aktivitelerden, artık zevk almaz hale gelir. Kadınlar, erkeklere oranla 2 kat daha fazla depresyona girmektedir. Gebelik ve loğusalık dönemleri, hormonal değişiklikler, yaşanan travmalar, duygusal açıdan daha hassas olan kadınlarda depresyon sorununu daha çok ortaya çıkarmaktadır.

Kış Renkleri Negatif Ruh Haline Yol Açar

Kışın güneşli gün sayısı diğer mevsimlere göre daha azdır. Gün ışığı ise insana mutluluk veren seratonin hormonunun salgılanmasına yardımcı olmaktadır. Bu nedenle güneşli günlerde insanlar daha neşelidir. Kış mevsiminde ise güneşin etkileri azaldığından, hüzün ve çaresizlik duyguları ortaya çıkmaktadır. Özellikle negatif ruh hali kışın kendini gösterir. Soğuk günlerde tercih edilen koyu renkli kıyafetler bile psikolojik açıdan olumsuz etkiye sahiptir. Kat kat giysiler ve üşüme hissi de başlı başına bir olumsuzluk göstergesidir. Güneşli gün sayısının az olduğu Baltık ülkelerinde yapılan araştırmalarda, toplumda depresyonun daha sık görüldüğü ve intiharların depresyona bağlı olarak geliştiği belirlenmiştir.

Kapalı Mekanlar Sosyalleşmeyi Engeller

Kışın havanın soğuk olması nedeniyle kapalı mekanlarda geçirilen zamanın uzaması insanları sosyal ortamlardan da uzaklaştırmaktadır. Bu da kişinin sosyal açıdan yalnızlaşmasına yol açmaktadır. Özellikle alış veriş merkezlerinde çok vakit geçiren kişiler, kalabalıklar içinde yalnızlık hissi yaşamaktadır. Bu ortamlarda viral kaynaklı enfeksiyona yakalanma riski de yüksektir ve enfeksiyonun yol açtığı hastalıkların uzun süre devam etmesi kişinin psikolojisini olumsuz etkiler.

Kışın Depresyonu Yenmek İçin Bu Uyarıları Dikkate Alın!

Kış depresyonu ile başa çıkmanın çeşitli yolları vardır. Bunlar;

  1. Gün ışığının olduğu açık havada düzenli egzersiz yapın. Hava soğuk bile olsa düzenli egzersizleri kesinlikle aksatmayın.
  2. Düzenli, dengeli ve sağlıklı beslenmeye gayret edin. Günlük 3 öğün halinde beslenin. Öğün saatlerini atlamayın.
  3. Zamanınızı etkin ve planlı kullanın. Eğlenmeye ve sosyal aktivitelere kesinlikle zaman ayırın. Sosyal medya alışkanlığınız varsa kısıtlamaya gidin.
  4. Uyku düzeni için planlama yapın. Alıştığınız düzenin dışına çıkmayan yani fazladan kesinlikle uyumayın. Uyku düzenini bozacak faaliyetlerden uzak durun. Gün içinde kendinizi yorgun hissettiğiniz anlarda 10-15 dakika gözlerinizi kapatıp kendinizi dinleyin.
  5. Gün ışığından mümkün olduğunca uzun süreli yararlanmaya çalışın. Kışın güneşli günlerde kapalı mekanlarda fazla vakit geçirmemeye çalışın.

Kendinizi Alamadığınız Bir Takıntınız Varsa Dikkat!

Herkesin bazı endişeleri, takıntıları veya bunlarla bağlantılı tekrarlayan davranışları olabiliyor. Ancak bu takıntı ve endişeler kişinin bir saatten fazla zamanını alıyor ve günlük yaşamını etkiliyor ise bu durum önemli bir rahatsızlığın söz konusu olduğu anlamına geliyor. Obsesif kompulsif bozukluk yani takıntı zorlantı bozukluğu; kişinin tekrarlayıcı, rahatsız edici, üzücü, korkutucu düşünceler, şüpheler, dürtüler ve isteklerle mücadele ettiği; bu durumdayken de sıkıntısını azaltmak için tekrarlayıcı bazı davranışları veya zihinsel uğraşıları yerine getirdiği bir psikiyatrik bozukluktur.

Belirtiler Günlük Hayatınızı Zorlaştırabilir

Obsesif kompulsif bozukluktaki takıntılar ve zorlantılar kişinin hayatını önemli ölçüde zorlaştırabilir ve kişiye yoğun ruhsal ızdırap verebilir. Hastaların iş, okul yaşantıları, sosyal çevre ile olan ilişkileri ve evlilikleri de olumsuz etkilenebilir.

Takıntılar karşımıza pislik, kir veya mikrop bulaşmasından korkma, hata yapmaktan korkma, başkasına isteyerek veya yanlışlıkla zarar vermekten korkma, sosyal açıdan uygunsuz şekilde davranmaktan korkma, cinsel veya dinsel konuları düşünmekten korkma olarak ya da düzen, simetri, kusursuzluk ihtiyacı olarak çıkmaktadır. Tekrar tekrar el yıkama, yıkanma, kapı, ocak gibi şeyleri sık sık kontrol etme, rutin işleri yaparken içinden veya yüksek sesle sürekli sayı sayma hastaların sahip olduğu bazı zorlantılardır. İşleri belirli bir sayıda yapma ihtiyacı, eşyaları nesneleri sürekli belli bir biçimde düzenleme, akıldan çıkmayan görüntülere veya düşüncelere takılıp kalma, belirli kelimeleri, cümleleri veya duaları tekrarlama da diğer başka zorlantılara örnektir. Obsesif kompulsif bozukluğu olanlar sıkıntılarının artacağından korktukları yerlerden ve durumlardan kaçınırlar. Kir olabileceği için kapı kollarına, çöp tenekesine ve yiyeceklere dokunmak istemezler.

En Sık Görüleni “Temizlik Hastalığı”

Obsesif kompulsif bozuklukların birçok tipi bulunmaktadır. Bu bozukluk çeşitli şekiller alsa da hepsi aynı rahatsızlığın farklı görüntüleridir. Bunlar arasında tekrarlayıcı temizlik yapılan; kir, pislik veya mikrop gibi şeylerin bulaşmasından korkulan, halk arasında  “temizlik hastalığı” denen tipi en sık görülenidir. Bunun dışında “vesvese”  hastalığı;  istenmeyen küfürlerin, cinsel içerikli de olabilen görüntülerin akla geldiği  “ben nasıl bir insanım!” hastalığı,  kapı açık mı kaldı, ocağı açık mı bıraktım gibi düşünceler ve tekrar tekrar kontrol etme hissiyle ortaya çıkan  “ kontrol etme hastalığı “  da sık görülmektedir. Eskiden başkalarınca gereksiz görülen eşyaların biriktirildiği ve atılmadığı “istifleme hastalığı” bu gün için ayrı bir bozukluk olarak sınıflandırılsa da obsesif kompulsif bozukluk ile bağlantılı bir bozukluktur. Bu alt tipler bir arada bulunabileceği gibi depresyon ve kaygı bozukluğu ile de bir arada görülebilir.

Belirtileri Ciddiye Alın, Uzmana Başvurmaktan Kaçınmayın

Obsesif kompulsif bozukluğun nedenleri kesin olarak bilinmese de; biyolojik, genetik nedenlerin yanı sıra çevresel nedenlerin de etkili olabileceği düşünülmektedir.  Biyolojik olarak sıklıkla serotinin sistemi ile bağlantı kurulurken, psikolojik açıklamalarda öğrenme kuramları üzerinde durulmaktadır. Genellikle ergenlik ve gençlik dönemlerinde başlayan rahatsızlık, farklı yaşlarda da kendisini gösterebilir.  Rahatsızlıktan şikayetçi olanlar tedaviye başvurmayı ortalama on sene kadar geciktirirler. Birçok hasta durumlarını uzunca bir süre rahatsızlık olarak görmediklerinden, yaptıkları zorlantıların gerekli olduğunu düşündüklerinden ya da belirtilerden utandıklarından ve tedaviden korktuklarından bir uzmana başvurmazlar.

Etkin Tedavi Mümkün

İlaç tedavileri ve maruz bırakmayı içeren bilişsel davranışçı psikoterapi etkin tedavi yöntemidir. Çocuk yaş gurubunda öncelikli olarak psikoterapi, sonrasında gerekli görülürse ilaç tedavisi önerilirken, erişkin yaş gurubunda şart olmamakla beraber her iki tedavinin birlikte uygulanması önerilmektedir. İlaç tedavisinde kişinin belli bir ilacı ya da ilaçları etkin dozlarda düzenli kullanması beklenir. İlaç tedavisinin etkisi 1-2 ayda kendisini göstermeye başlarken tam etkisi yaklaşık 3-4 ay içerisinde ortaya çıkmaktadır. Psikoterapide ise hasta doktoru veya psikoterapisti ile en az haftalık seanslar şeklinde, ortala 12-20 seans arasında görüşmelere katılmakta ayrıca seanslarda yapılan çalışmaları seans dışında da uygulamaktadır. İlaç tedavisinin iyilik halinden sonra da tekrarlamayı önlemek için uzun süreli kullanılması gerekmektedir. Tedavi ile kişinin yaşadığı ızdırabın azalmasının yanı sıra yaşam kalitesi, çevresi ile olan ilişkisi, mesleki başarısı da önemli ölçüde düzelmektedir.

Katatoni Nedir? Katatoni Belirtileri ve Nedenleri

Katatoni, beynin işlevini bozmasıyla beraber kişinin çevresine karşı verdiği tepkilerin anormal hale gelmesine neden olan ve dünyayı anlama şeklini değiştiren nöropsikyatrik bir durumdur. Katatonik davranış sergileyen kişiler genellikle çevrelerinde olup bitenlere tepki vermezler veya olağandışı hareketler sergilerler. İletişimin bozulması, anormal hareketler, hareket eksikliği veya davranış değişiklikle katatoni durumunun en çarpıcı belirgin semptomları arasında yer alır. Genellikle duygudurum bozukluklukları ve psikolojik rahatsızlıkların sebep olduğu katatoni, ilaç tedavisi veya terapilerle giderilmeye çalışılır.

Katatoni Nedir?

Katatoni, zihinsel işlev ile hareket arasındaki bağlantıyı etkileyen, hareket, etkinlik veya ifade eksikliği gibi dış uyaranlara karşı belirgin bir tepkisizlikle karakterize psikomotor bozukluktur. Genellikle duygudurum bozukluğu veya bipolar gibi psikolojik kaynaklı meydana gelen katatoni, bireyin çevresinde olup bitenlere tepki vermemesine neden olduğu gibi bazen de anormal davranışlar sergilemesine sebebiyet verir.

Kişinin çevresiyle iletişiminin bozulması, tepkisizlik, anormal hareketler veya davranış bozuklukları katatoninin yaygın görülen çarpıcı belirtileri arasında sıralanır. Akinetik, heyecanlı ve malign katatoni olmak üzere kendi içinde üçe ayrılan katatoni, bir dizi psikolojik yöntemlerle teşhisi yapılabilen bir durumdur.

Tedavi seçenekleri arasında gerekirse ilaç ve terapiler yer alan katatoni, tedavi edilmediği takdirde kişinin dünyayla olan bağını koparabileceği gibi ciddi komplikasyonlara da sebebiyet verebilir.

Katatoni Neden Olur?

Katatoniye nörotransmitterlerin fazlalığı veya eksikliğinin neden olduğu düşünülür. Nörotransmiterler, mesajları bir nörondan diğerine taşıyan beyin kimyasallarıdır. Bu yapıda meydana gelen bozukluk katatoniye sebep olabilir. Bir diğer yandan depresyon, bipolar bozukluk ve şizofreni gibi duygudurum bozuklukları da katatonik davranışlar sergilenmesine yol açabilir.

Birtakım fiziksel durumlar da katatoniye neden olabilir:

  • Böbrek sorunları
  • Diyabet
  • Tiroid
  • Parkinson
  • Ensefalit

gibi fiziksel faktörler, vücut kimyasını etkileyen durumlar olduğu için katatoni oluşumuna sebep olabilir.

Katatoni Çeşitleri Nelerdir?

Katatoni kendi içinde akinetik, heyecanlı ve malign katatoni olmak üzere üçe ayrılır ve katatoninin şiddetine göre meydana gelir.

Akinetik Katatoni

En yaygın görülen katatoni türü akinetik katatonidir. Akinetik katatonisi olan bir kişi sıklıkla etrafına boş boş bakışlar atar ve onunla konuşulduğunda herhangi bir yanıt vermekte zorlanır. Cevap verirse de, bu sadece söylenenlerin tekrarlanmasından ibarettir. Bazen de alışılmadık bir pozisyonda oturur, uzanır veya hareket etmezler.

Heyecanlı Katatoni

Heyecanlı katatoni görülen kişiler hareket edebilir ancak bu hareketler anlamsızi anormal veya dürtüsel görünür. Heyecanlı katatonisi olan bireyler tedirgin, kavgacı veya agresiz davranışlar sergilemekle birlikte onlara yardım etmeye çalışan birinin hareketlerini taklit de edebilirler.

Malign Katatoni

Malign katatoni, kan basıncında veya vücut ısısında meydana gelen değişiklikler gibi başka sağlık sorunlarına yol açtığında meydana gelir. Uzun süre katatonik olan birinin dehidrasyon, kan pıhtılaşması gibi sorunlarla karşılaşma olasılığı daha yüksek olabilir.

Katatoni Belirtileri Nelerdir?

Katatoni olan bir kişi çevresine karşı hareketsiz ve tepkisiz kalabilir, aksine anormal davranışlar sergileyebilir, bu anormal davranışlarla birlikte söylenenleri tekrar edebilir ve vücutlarını garip pozisyonlara sokabilirler. Bu sayılan davranış modelleri katatoninin yaygın belirtileridir.

Katatonik olan bir kişide aşağıdaki belirtiler görülebilir:

  • Hareketsiz ve tepkisiz kalmak
  • Anormal davranışlar sergilemek
  • Söylenenleri tekrar etmek
  • Vücutlarını garip pozisyonlara sokmak
  • Sert ve agresif bir yapıya bürünmek
  • Kas sertliği

Hareketsiz ve Tepkisiz Kalmak

Katatoni rahatsızlığı olan bir kişi çevresinde olup bitenlere karşı hareketsiz, tepkisiz ve söylenenlere cevapsız kalabilir. Bu durum, katatoninin en bilinen semptomları arasındadır.

Anormal Davranışlar Sergilemek

Katatoni, anormal davranışlarla ortaya çıkan bir psoikolojik durum olarak karşımıza çıkar.

Söylenenleri Tekrar Etmek

Kişi, katatonik davranışlar içine girdiğinde konuşulanlaru tekrar etmeye başlar.

Vücutlarını Garip Pozisyonlara Sokmak

Vücutlarını garip pozisyonlara sokan kişilerde katatoni görülme ihtimali yüksektir.

Sert ve Agresif Bir Yapıya Bürünmek

Sert ve agresif bir kişilik yapısı da katatoni semptomları arasında kabul edilir.

Kas Sertliği

Katatoni görülen kişilerde fiziksel olarak kas sertliği yaşanır.

Katatoni Nasıl Teşhis Edilir?

Katatoni genellikle Katatoni Derecelendirme Ölçeği adı verilen yöntem kullanılarak teşhis edilebilir. Katatoni durumu aynı zamanda başka bir psikiyatrik veya tıbbi durumla ilişkili olabileceği için katatoni belirlendikten sonra doktor tarafından katatoninin altında yatan nedenin bulunması gerekir.

Bunlarla birlikte kan tahlili, BT ve MR gibi görüntüleme testleri ve beyin etkinliği testi de katatoni tanısı için başvurulan yöntemler arasındadır.

Katatoni ciddi komplikasyonlar ortaya çıkarabilmesi potansiyeli içerdiğinden dolayı, altta yatan daha ciddi koşulların belirlenip ortadan kaldırılması gerekir.

Katatoni Tedavisi Nasıl Yapılır?

Katatoninin temel iki tedavisi arasında ilaç ve terapi yöntemi yer alır. İlaç tedavisi katatoni etkilerini ve semptomlarını genel olarak iyileştirir. Tercih edilen temel ilaçların dışında duygudurum düzenleyici ilaçlar da katatoni tedavisinde tercih edilir.

Elektrokonvülsif terapi (EKT), kısa bir nöbete neden olmak için beynin bir bölgesine çok hafif bir elektrik akımı verilmesini içeren bir tedavi yöntemidir.

EKT uygulanan kişiler bu işlem esnasında genel anestezi yani derin uykudadırlar. Dolayısıyla bu tedaviden dolayı herhangi bir acı duymazlar.

Katatoni tedavilerinin olası komplikasyonları ve yan etkileri, kişinin aldığı tedaviye veya tedaviye verdiği tepkiye bağlı olarak değişebilir. Olası veya muhtemel yan etkilerle birlikte ortaya çıkabilecek komplikasyonları en iyi şekilde kişiye açıklayacak kişi uzman doktordur.

Dijital, Direkt Radyoloji Ve Floroskopi İncelemeleri

Panoramik (Diş-Çene) Ve Direkt Grafi İncelemeleri

Her türlü rutin direkt grafiler ve özel direkt incelemeler (skolyoz, orthorontgenografi, panoramik, diş,çene grafi ve sefalometri v.s.) yapılmaktadır. Tüm direkt grafiler, CR sistemleri ile dijital olarak elde edilmektedir.

Dijital Floroskopi İncelemeleri :

Dijital floroskopi cihazı altında her türlü gastrointestinal sistem grafileri (Özefagus (yemek borusu), çift kontrast mide-duodenum ( 12 parmak bağırsağı), çift kontrast kolon grafileri, ürolojik tetkikler, HSG (histerosalpingografi), ayrıca skopik kontrol altında yapılan ERCP gibi ileri incelemeler yapılabilmektedir. Bu incelemeler için genellikle açlık, ayrıca kalın bağırsak ve ürolojik radyolojik incelemeler için bağırsak temizliği gerekmektedir.

Ultrasonografi ve Doppler Ultrasonografi İncelemeleri :

Gelişmiş ultrasonografi cihazlarının sahip olduğu yüksek çözünürlük, görüntü kalitesinin mükemmeliyeti tanısal kolaylık sağlamaktadır. Ultrasonografi cihazlarıyla, özel olarak hazırlanmış odalarda tüm ultrasonografi incelemeleri ve ultrasonografi eşliğinde lezyon işaretlemesi, biyopsi, apse veya kist drenajı gibi girişimsel yöntemler uygulanmaktadır. Ultrasonografi cihazlarıyla, probe (başlık) çeşitliliği tüm doku tiplerine uygun şekilde seçilmiştir. Özel probelarla meme, tiroit, kas iskelet gibi yüzeysel dokular net olarak değerlendirilebilmektedir. Alt batın incelemesi için mesanenin dolu olması gerekmektedir. Bu durum, hem mesanenin değerlendirilmesini sağlar, hem de bağırsak gazlarını deplase ederek kadın organlarını ve prostatın net olarak değerlendirilmesini sağlar. Ultrasonografinin bilinen hiçbir yan etkisi yoktur.

Mamografi Hayat Kurtarıyor

Erken tanı meme kanseri tedavisinde başarının birinci şartını oluşturuyor. Bu nedenle hayat kurtaran erken tanı yöntemlerini bilmek ve ihmal etmemek büyük önem taşıyor.

40 Yaşından Sonra 1 Ya Da 2 Yılda Bir Mamografi Yaptırın!

Uzmanlar, “Mamografi meme kanserinin erken tanısında “altın standart” olarak kabul edilmektedir.” dedi ve tarama amaçlı yapılan mamografi ile hedefin hiçbir yakınması olmayan ve muayenede ele gelmeyen kitlelerin tespit edilmesi olduğunu vurgulayarak şu bilgileri verdi: “Bu sayede tümör erken evrede yakalanabilmekte ve hastanın tedavi şansı artmaktadır. Tarama mamografisinde incelemeye başlama yaşı konusunda farklı görüşler bildirilmekle birlikte, risk faktörü bulunmayan kişilerde 40 yaşından itibaren 1 ya da 2 yılda bir kez mamografi çekilmesi önerilmektedir. Daha genç yaşlarda tarama ise ailesi ve yakın akrabalarında meme kanseri saptanan ve yüksek risk grubundaki kadınlarda uygulanabilir. Meme dokusunun yoğunluğu nedeniyle genç bayanlara ek olarak ultrasonografi incelemesi de yapılmalıdır.”

Mamografide Dijital Dönem…

Görüntüleme yöntemlerindeki teknolojilerin ilerlemesiyle dijital mamografinin, hızla klasik mamografinin yerini aldığını söyleyen uzmanlar, böylelikle klasik mamografiden farklı olarak görüntülerin dijital ortamda elde edilebildiğini belirtti ve dijital mamografinin avantajlarını şu şekilde anlattı: “Dijital mamografi ile hem daha kısa sürede çekim tamamlanmakta hem de yanlış doza bağlı tekrar çekimler önlenebilmektedir. Bunun yanı sıra daha yüksek görüntü kalitesi elde edilebilmekte ve küçük lezyolar ve milimetrik kireçlenme odakları (mikrokalsifikasyon) daha kolay tespit edilebilmektedir. Ayrıca elde edilen görüntüler dijital ortamda saklanabilmekte ve taşınabilmektedir.”

Kanserde Dondurma Yöntemi Hedefi 12’den Vuruyor

Kanserle mücadelede etkin rol oynayan tanı ve tedavi yöntemleri, son yıllarda teknolojik gelişmelerle birlikte hasta konforunu daha çok ön planda tutuyor. Dünyada bu alandaki en önemli yeniliklerden biri olan kriyoablasyon yani iğne ile tümör dondurma tekniği ile vücuttaki zararlı doku veya tümörler dondurularak tahrip ediliyor, kanser tam hedeften vurulmuş oluyor. 

Çok Büyük Kitlelerde De Kullanılıyor

Vücuda özel bazı iğnelerle girilerek yapılan işlemde, vücuttaki herhangi bir doku ya da tümör dondurularak tahrip edilmektedir. Öncelikle ultrason, BT veya MR gibi görüntüleme yöntemlerinden edinilen bilgiyle kitleye uygun sayıda iğne yerleştirilir. 1 cm çapında bir kitle için tek iğne yeterliyken, tümörün çapı büyüdükçe iğne sayısı da artmaktadır. Günümüzde kullanılan krioablasyon cihazlarında vücuda 20-25 tane iğne yerleştirilebilmektedir. Bunlar aynı anda çalıştırılır ve böylelikle çok büyük kitlelere aşırı soğuk uygulanarak tahrip edilebilmektedir.

Tümöre -80 Dereceye Kadar Soğuk Uygulanabiliyor

Kriyoablasyon tekniğinde iğnelerin içinden argon gazı devridaim yaptırılır ve bu iğnenin uç kısmından -20 ila -80 derece arasında değişen bir soğukluk oluşturur. Bu soğukluk da tümörü ya da patolojik dokuyu tahrip ederek öldürmektedir. Ülkemizde daha çok radyofrekans, mikrodalga ile lazer genellikle birbirine benzeyen ablasyon yöntemleri kullanılmaktadır. Ama krioablasyon bunlardan tamamen ayrı bir mekanizma ve çok ayrı özellikleri, üstünlükleri olan bir tekniktir. Krioablasyonda olduğu gibi, tüm ablasyon yöntemleri nokta atışı ile sadece tümörü tahrip edip, dokulara zarar vermediği için defalarca uygulanabilmektedir.

En tehlikeli Kanser Türlerinde Yüksek Başarı

Prostat, böbrek, akciğer, karaciğer ve yumuşak doku tümörlerinde olduğu kadar kemiklerdeki kanser türlerinde de kriyoablasyon kullanılabilmektedir.  Bazı durumlarda tek başına uygulanırken, genellikle kemoterapi ve radyoterapi ile birleştirilen bir yöntemdir. Ancak krioablasyonun kullanılmadığı durumlar da vardır. Dondurma işlemi sinir dokusuna zarar verdiği için beyinde, omurilikte ve çok önemli sinirlerin bulunduğu bölgelerde kullanılmaz ya da özel tekniklerle sinir dokusu korunarak uygulama yapılır. Mide, bağırsak ve safra kesesine yakın olan yerlerde de dikkatli kullanılması gerekmektedir. Bu gibi durumlarda ultrason ya da BT rehberliğinde bir iğneyle girilerek bu yapılar ile tümör arasına bir gaz ya da sıvı verilerek kritik organlar uzaklaştırılır ve bu sayede işlem emniyetle yapılabilmektedir.

15 dakikada Tümörlerden Kurtulmak Mümkün

Kriyoablasyon işleminde kanserli tümör buz topuna dönüşmektedir. Bu  buz topu eridiğinde kanserli tümör yok olur. Bu işlem ortalama 15 dakika sürer. Ağrısız bir yöntem olan krioablasyon için lokal anestezi yeterlidir. Hasta işlem yapıldıktan sonra, aynı gün taburcu edilir. Diğer yöntemlerde ablasyon sırasında tümörün hangi kısmının tahrip edildiği anlaşılamamaktadır. Örneğin radyofrekans ve mikrodalgada ablasyon alanı belirsiz beyaz bir alan görülürken, bu yöntemde ultrasonda buz kitlesi şeklinde bir görüntü meydana gelir. Buz kitlesinin 0,5 cm içinden itibaren içerideki alanın tümü ölümcül bölge olarak adlandırılır. Krioablasyonun en önemli üstünlüğü, bu işlem esnasında tümörün ne kadarının yok edildiğinden emin olunmasıdır.

Lifli Gıdalar Nelerdir? Lif Açısından Zengin 11 Besin

Sindirim sistemi açısından önemli bir rolü bulunan diyet lifi, sağlık açısından birçok yarar sağlar. Lif içeriği açısından zengin besinler tüketmek, tokluk sağlayarak kilo vermek isteyenlere katkıda bulunur. Bunların yanında bağırsak sağlığının desteklemesine yardımcı olur. Gün içerisinde tüketilen lifli besinler kolesterol seviyelerinin dengelenmesinde de etkili olmaktadır. Lifli gıdaları beslenme rutininize dahil etmek için hangi gıdalarda yer aldığını bilmek gerekiyor.

Lif Nedir?

Lif, bağırsakların düzgün çalışmasını sağlayarak kilo kaybını teşvik etmesi, kan şekerini düşürmesi ve kalp sağlığını artırması gibi faydaları olan, vücut tarafından tamamen parçalanamayan bitki bazlı bir karbonhidrat türüdür. Yetişkinlerin yaşına ve cinsiyetine göre günde 22 ila 34 gram lif ihtiyacı bulunur.

Lifin Faydaları Nelerdir?

Kalp sağlığından, bağırsak hareketlerinin iyileştirilmesine kadar bir çok noktada yararı olan lifin faydaları şunlardır:

  • Kolesterolü düşürür: Lif, vücudun kolesterol emilimini azaltmaya yardımcı olur.
  • Kilo kontrolü sağlar: Yüksek lifli yiyeceklerin kalorileri genelde düşüktür, diğer yandan lif tokluk hissi vereceği için sindirim sisteminin daha iyi çalışmasını sağlar.
  • Kabızlığı önler: Sindirimi hızlandırmaya yardımcı olan lif, bu sayede kabızlığı önler. Lifin çözünemeyen türü vücudun onu sindirememesinden ötürü sindirim sistemine hacim katmasını sağlar.
  • Kan şekerini düzenler: Lifli gıdalar tamamen parçalanamadığı için glikozun kan dolaşımına girmesi de gecikmiş olur. Bu da kan şekeri düzeyini korumayı ve kontrol edebilmeyi sağlar.
  • Kanser riskini azaltır: Lif içeren besinlerden biri olan elmanın sahip olduğu pektin’in antioksidan özelliklere sahip olması başta kolon kanseri olmak üzere kanserin önlenmesine yardımcı olabilir.

Lif İçeren Besinler Nelerdir?

Vücudun parçalayıp emdiği yağ, protein veya karbonhidratların aksine, lif vücut tarafından sindirilememektedir. Bunun aksine, mideden ve ince bağırsaktan geçerek tokluk hissi verir. Sağlıklı bir kiloya ulaşmak, kabızlığı önlemek, kan şekerini düşürmek, kanser riskini azaltmak ve kolesterolü önlemek için aşağıdaki lifli gıdalardan yararlanabilirsiniz. Yüksek lif barındıran besinler şöyle sıralanır:

Armut

Besleyici ve tatlı olan armutlar iyi bir lif kaynağı sağlar. Orta boy bir armut içerisinde yaklaşık olarak 5,5 gram ya da 100 gramda 3,1 gram lif bulunur.

Çilek

Yaz meyvesi olan çilek hem leziz hem de sağlıklı bir besindir. Aynı zamanda C vitamini, manganez ve antioksidan içeren çilek lif içermektedir. 100 gramda 3 ya da 2 gram lif yer alır.

Avokado

Sağlıklı yağlar bakımından zengin olan avokado da iyi bir lif kaynağı olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda içerisinde C vitamini, potasyum, E vitamini, B vitamini ve magnezyum vitaminlerini de barındırır. 100 gram avokado içerisinde 6,7 gram lif vardır.

Yulaf

Vitamin, mineral ve antioksidan açısından zengin olan yulaf içerisinde güçlü bir çözünür lif olan beta glukan içerir. Bu maddeler kan şekeri ve kolesterol seviyelerinin dengelenmesinde de etkilidir. 100 gram yulaf 10,1 gram lif barındırır.

Elma

Hem çözünür hem de çözünmez lif içeren elma sağlık için oldukça besleyici bir meyvedir. 100 gram elmanın içerisinde 6,5 gram lif vardır.

Ahududu

C vitamini ve manganez içeren ahududu, besleyici yapıda bir meyvedir. 100 gram ahududu içerisinde yaklaşık olarak 6, 5 gram diyet lifi bulunur. Bunların yanında ahududu iler aynı aileden gelen yaban mersini ve böğürtlen de lif barındırın meyveler arasında yer alır.

Muz

B6, C vitamini ve potasyum içeren muz, içerisinde birçok besin maddesi bulundurur. Olgunlaşmamış ya da yeşil muzlar sindirilmesi zor karbonhidrat olarak bilinen nişasta içerir. 100 gram muzda 2,6 gram lif vardır.

Havuç

Çiğ ya da pişmiş olarak tüketilen bir kök sebze olan havuç, içerisinde A, K, B6 vitamini, magnezyum ve beta karoten bulundurur. 100 gram havuç 2,8 gram lif barındırır.

Patlamış Mısır

Patlamış mısır, lif açısından oldukça yüksek olmaktadır. 100 gram patlamış mısır içerisinde 14,5 gram lif bulunur.

Mercimek

Oldukça besleyici bir etkisi bulunan mercimek, iyi bir lif kaynağı olmasının yanında protein açısından da zengin bir gıdadır. 100 gram mercimek içerisinde 10,7 gram lif vardır.

Bu besinlerin yanında pancar, brokoli, enginar, brüksel lahanası, barbunya, bezelye, nohut, kinoa, badem ve chia tohumu da lif açısından zengin gıdalar arasındadır.

Tam Tahıllar

Tam buğdaydan yapılan makarna, esmer pirinç,  tam tahıllı undan yapılan makarnalar yüksek oranda lif içerir.

Magnezyum Nelerde Var? Magnezyum İçeren Besinler Nelerdir?

İnce bağırsaktan emilen ve böbrekten atılan magnezyum, özellikle kemiklerin güçlü kalmasını sağlayan önemli bir mineral olarak bilinir. İnsan vücudu magnezyumu doğal olarak üretemediği için besin veya takviye yoluyla alınması gerekir. En çok magnezyum içeren besinlerin başında muz, avokado, kaju, badem, kabak çekirdeği ve bitter çikolata gelir. Besinlerden karşılanamayan magnezyum ihtiyacı için doktor tarafından magnezyum takviyeleri de önerilebilir.

Magnezyum Nedir?

Magnezyum, kan basıncını korumaya yardım eder, kemiklerin güçlü kalmasını sağlayan ve vücudun hayati işlevleri için büyük önem taşıyan bir mineraldir. Bunlarla birlikte magnezyum ruh halini, uykuyu, egzersiz performansını, kan şekerini ve daha birçok temel fonksiyonu düzenler ve iyileştirir.

Sayısız faydası bulunan magnezyumu vücut doğal olarak kendisi üretemez. Bunun için besin veya takviyelere ihtiyacı vardır. Besin yoluyla alınan magnezyum takviyeleri hem daha sağlıklı hem de daha besleyici olur ancak takviye olarak magnezyum alınması önerilebilir.

Magnezyum içeren besinlerin başında kuruyemişlerden kaju, badem, fındık, yer fıstığı ve kabak çekirdeği yer alır. Bunlarla birlikte meyvelerden muz ve avokado da güçlü magnezyum içeriğiyle öne çıkar. Ayrıca yeşil yapraklı sebzelerden ıspanakla birlikte bitter çikolata, süt, yoğurt ve kara fasulye de magnezyum içerir.

Magnezyum Nelerde Var?

Kaju, badem, yer fıstığı, kabak çekirdeği, muz, avokado, kayısı, şeftali, papaya, böğürtlen, ıspanak, süt, yoğurt, kara fasulye ve bitter çikolata magnezyum içeren besinler arasında yer alır. Tam tahıllar, baklagiller ve deniz ürünlerinde de magnezyum bulunur.

Magnezyum içeren besinler listesi şu şekildedir:

  • Kabak çekirdeği
  • Kaju
  • Badem
  • Yer fıstığı
  • Muz
  • Avokado
  • Ispanak
  • Bitter çikolata
  • Kayısı
  • Şeftali
  • Papaya
  • Böğürtlen
  • Somon
  • Süt, yoğurt
  • Kara fasulye
  • Soya fasulyesi
  • Soya peyniri
  • Börülce
  • Bamya
  • Brokoli

Kabak Çekirdeği

Magnezyum açısından en zengin besinler listesinin başını kabak çekirdeği çeker. Yaklaşık 1 porsiyon kabak çekirdeğinin içinde 150 mg magnezyum bulunur. Bu da kan basıncı, kan şekeri, kemik ve ruh sağlığı açısından vücuda fayda sağlar.

Kaju, Badem, Yer Fıstığı

Magnezyum içeren kuruyemişler listesinde kaju, badem ve yer fıstığı yer alır. Badem 80, kaju 72, yer fıstığı ise 49 mg magnezyum içerir. Aşırı bir şekilde tüketilmediği takdirde bu üç besin de vücudun magnezyum ihtiyacını karşılamaya yardım eder.

Muz

Magnezyum dostu meyvelerden biri de muzdur. Bir orta boy muzun içinde 32 mg magnezyum bulunur ve düzenli tüketildiği takdirde magnezyum katkısı sağlar.

Avokado

Bir bütün avokado yaklaşık 58 mg magnezyum içerir. Gerek kendisi gerekse salata veya diğer öğünlere eklenerek tüketilen avokadonun magnezyum dostu olduğu bilinir.

Ispanak

Günlük magnezyum ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılamaya yarayan ıspanak, fayda açısından yeşil yapraklı sebzelerin başında yer alır. Magnezyumun yanı sıra ıspanak güçlü antiinflamatuar özelliğiyle de öne çıkar.

Bitter Çikolata

Bitter çikolata, magnezyumla birlikte yararlı antioksidanlar açısından da zengindir. Bir veya iki kare bitter çikolata tüketimi de magnezyum ihtiyacı için faydalıdır.

Süt ve Yoğurt

Az yağlı süt ve yoğurt güçlü bir kalsiyum kaynağı olmasının yanında aynı zamanda magnezyum da içerir.

Bel Ağrıları ve İdrar Yaparken Yanma Böbrek Taşı İşareti Olabilir

Tüm dünyada %15 oranında görülen böbrek taşı rahatsızlığına ülkemizde de sık rastlanılıyor. Her 10 kişiden birinin yaşamının bir döneminde karşılaşabildiği böbrek taşı rahatsızlığının oluşmasında; düzensiz beslenme şekilleri, hareketsiz yaşam, obezite, yaşanılan coğrafi bölgelerin özellikleri, yaş ve genetik faktörler rol alıyor. Geçmiş dönemlerde erkeklerde daha sık görülen böbrek taşlarının günümüzde kadınlar ve çocuklarda da hemen hemen aynı oranlarda görülmeye başladığı belirtiliyor. 

Obezite, Yanlış Beslenme ve Hareketsiz Yaşama Dikkat!

Ülkemiz böbrek taş oluşumunda önemli bir faktör olan coğrafi bölgelerden birinin tam ortasında bulunmaktadır. Bu durum da tüm toplumumuzun böbrek taşı bakımından daha fazla risk altında olmasına neden olmaktadır. Tüm bu nedenlerle birlikte günümüzde hızla yaygınlaşan obezite, sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam tarzı, aşırı karbonhidrat ve tuz tüketimi böbrek taşı riskini daha da artırmaktadır.

Bel Ya Da Yan Ağrılarınızı Veya İdrarınızdaki Yanmayı Hafife Almayın

Hastanın yaşam kalitesini olumsuz etkileyen böbrek taşlarının en önemli belirtisi ağrıdır. Genellikle gelip giden ağrılara şeklinde kendisini belli eden böbrek taşına bağlı ağrılar bazı hastalarda hiç fark edilemeyecek kadar hafifken, bazılarında ise çok şiddetli olabilmektedir. Hastalar genellikle bu şikayeti “bel ağrısı, yan ağrısı veya böğür ağrısı’’ olarak tanımlarlar. Böbrek taşlarının ağrı dışında görülen belirtileri ise şunlardır;

  • İdrarda yanma
  • İdrarda kan
  • Sık sık idrara çıkma
  • İdrar yapma veya idrar yapma zorluğu
  • Mide bulantısı ya da kusma

Ailenizde Böbrek Taşı Hikayesi Varsa…

Kandaki bazı mineraller idrardaki belli bir çözünürlük dengesi ile çözülerek vücuttan atılmaktadır. Ancak ailesinde böbrek taşı hikayesi olan veya taş oluşumuna neden olabilecek sebeplerle yaşamını sürdüren kişilerde bu çözünürlük azalır. İdrar yollarında çökerek toplanan bu kristaller büyüyerek taş şeklini alır. Birçok taş tipi olmakla beraber en sık olarak kalsiyum oksalat taşları görülmektedir. Ayrıca enfeksiyona bağlı taşlar, ürik asit taşları, sistin taşları ve kalsiyum fosfat taşları da görülebilir. Böbrek taşı günümüzdeki teknolojik imkanlar sayesinde kolaylıkla teşhis edilebilmektedir. Taş belirtileriyle doktora başvuran hasta için fiziki muayeneden sonra ürolojik röntgen, ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme yöntemler uygulanır. Bu yöntemlerle taşların tamamına yakını tespit edilebilir. Bunun yanı sıra idrar yolu enfeksiyonlarını veya taşlardan dolayı idrarda kanamayı tespit etmek için bir idrar tahlili ve idrar kültürü yapılır. Ek olarak, taşın neden olabileceği problemleri belirlemek veya bu durumun kaynağını araştırmak için de kan tetkikleri kullanılır.

Taşın Boyutu, Yeri Ve Tipine Göre Hastaya Özel Tedavi Yöntemi Belirleniyor

Böbrek taşı teşhisi konulduktan sonra tedavi planı; taşa bağlı şikayetlerin şiddetine, taşın böbreklere herhangi bir zarar verip vermediğine ve böbrek fonksiyonlarının bozulup bozulmadığına bağlı olarak şekillenir. Tedavinin şekli ise taşın boyutu, bilgisayarlı tomografide ölçülen taşın sertlik derecesi, böbrekteki yeri ve hastaya ait faktörlere göre belirlenir. 

2 cm’den Küçük Taşlar Ameliyatsız Tedavi İle Temizlenebiliyor

2 cm’den küçük boyutlardaki böbrek taşları, vücut dışı şok dalga tedavisi (ESWL) ya da idrar kanalından girilerek böbreğin içine kıvrımlı aletlerle ulaşılan ve taşın lazer ile kırılıp toz haline getirildiği Retrograd intrarenal cerrahi (fleksible üreteroskopi) yöntemi ile tedavi edilmektedir. Eğer taş 2 cm boyutunun üzerindeyse, genellikle bel bölgesinden 1 cm’lik bir kesi ile böbreğin içine girilerek taşları kırılıp dışarıya alınması yöntemi (perkutan nefrolitotomi) uygulanmaktadır. Tecrübeli merkezlerde birkaç seans olmak koşuluyla 2 cm’den büyük böbrek taşları Retrograd intrarenal cerrahi (fleksible üreteroskopi) yöntemiyle de tedavi edilebilmektedir. Ancak bu işlemlerin hangisinin uygulanacağına hastaya ait faktörler de göz önüne alınarak karar verilmektedir.

Taşa Sebep Olan Faktörlere Yönelik Bir Planlama İle Tekrarla Riski Önlenebiliyor

Tekrarlayan böbrek taşlarında tedavi sonrasında bu taşların altında yatan nedenin belirlenmesi çok önemlidir. Eğer işlem sırasında bir taş parçası alınabilmiş veya hastanın düşürdüğü bir taş mevcutsa, bu taşın laboratuvarda analizi yapılarak içeriğinin ne olduğunun belirlenmektedir. Bunun yanı sıra kan ve idrarda bazı değerler ölçülerek, altta yatan metabolik veya hormonal bir neden olup olmadığı araştırılmalıdır. Bu araştırmalardan sonra hekim kontrolünde taş hastalığının tekrarlamasını engelleyecek ilaçlar kullanılabilir ve taş hastalığının tekrar etmesinin önüne geçilebilir.

E-Hizmetler

7/24 Kolay & Hızlı Randevu

Özkaya Tıp Merkezi Özkaya Tıp Merkezi
0(312) 417 8585