Özkaya Tıp Merkezi
Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
MENÜ

Sinir Sistemi Sağlığını Destekleme Yolları

Sinir Sistemi Sağlığını Destekleme Yolları Sinir sistemi, vücudumuzun temel işlevlerini yöneten karmaşık bir ağdır ve sağlığını korumak, genel yaşam kalitemizi artırmak için son derece önemlidir. Sinir sisteminin düzgün çalışması, hem fiziksel hem de zihinsel sağlığımıza doğrudan etki eder. Ancak, günlük yaşamda yaptığımız bazı hatalar bu sistemi zayıflatabilir. 

Sinir Sistemi Sağlığının Önemi

Sinir sistemi, vücudumuzun iletişim ağıdır ve tüm hayati fonksiyonların düzenlenmesinde kritik bir rol oynar. Bu sistem, beyin, omurilik ve sinirlerden oluşur. Sinir sistemi sağlığının korunması, genel sağlık ve yaşam kalitesi açısından son derece önemlidir. Çünkü duygusal durum, bilişsel fonksiyonlar ve motor beceriler üzerinde doğrudan etkilidir.

Sinir sistemi sağlığı, stresin yönetilmesi, sağlıklı bir diyet ve düzenli egzersiz gibi sağlıklı yaşam alışkanlıkları ile desteklenir. Bununla birlikte, uyuşukluk, unutkanlık ve konsantrasyon eksikliği gibi belirtiler, sinir sistemimizin sağlıklı çalışmadığının göstergesi olabilir. Bu nedenle, sinir sisteminin sağlığına dikkat etmek, genel sağlık bilincinin bir parçası olmalıdır.

Sonuç olarak, sinir sistemimizi korumak ve desteklemek, sağlıklı bir yaşam sürdürmemizin temel unsurlarından biridir. Özellikle modern yaşamın getirdiği zorluklarla başa çıkmak için, sinir sistemimizin sağlığını korumak adına atılacak adımlar büyük bir öneme sahiptir.

Sinir Sistemini Korumak İçin Hangi Hataları Yapmamalıyız?

Sinir sistemi, vücudumuzun en önemli yapı taşlarından biridir. Sağlığını korumak için yaptığımız hatalar, uzun vadede ciddi sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, sinir sistemimizi korurken hangi hataları yapmamalıyız, buna dikkat etmeliyiz.

Öncelikle, düşük kaliteli besinler tüketmek sinir sağlığını olumsuz etkiler. Fast food ve aşırı şekerli gıdalar yerine, dengeli ve besleyici bir diyete yönelmek önemlidir. Omega-3 yağ asitleri, antioksidanlar ve vitaminler içeren gıdalar, sinir sisteminin sağlığını destekler.

Ayrıca, stresin yönetilememesi de sinir sistemi için büyük bir tehlikedir. Yüksek stres seviyesi, baş ağrılarına, anksiyeteye ve diğer psikolojik rahatsızlıklara yol açabilir.

Sinir Sistemini Destekleyen Besinler

Sinir sistemi sağlığı, genel sağlık üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bu nedenle, sinir sistemini destekleyen besinler hakkında bilgi sahibi olmak, hem fiziksel hem de mental sağlığımızı güçlendirmek için kritik bir adımdır.

Omega-3 yağ asitleri içeren besinler, sinir hücrelerinin sağlıklı bir şekilde çalışmasını destekler. Özellikle somon, ceviz ve chia tohumu gibi gıdalar, bu faydalı yağ asitlerini yüksek miktarda bulundurur. Omega-3’ler, beyin fonksiyonlarını iyileştirirken, hafızayı da güçlendirir.

Bir diğer önemli grup ise antioksidan içeren gıdalardır. Yaban mersini, yeşil çay ve brokoli gibi besinler, serbest radikallere karşı koruma sağlar ve sinir hücrelerinin yaşlanmasını yavaşlatır.

Sinir Sistemini Destekleyen Egzersizler

Sinir sistemi sağlığı, genel sağlık ve yaşam kalitesi için son derece önemlidir. Sinir sistemini desteklemek için uygun egzersizler yapmak, sadece fiziksel sağlığımızı değil, zihinsel sağlığımızı da olumlu yönde etkileyebilir.

Özellikle aerobik egzersizler, beyin sağlığını artırarak sinir hücrelerinin onarımını ve yenilenmesini sağlar. Haftada en az 150 dakika orta düzeyde aerobik aktivite yapmak, kanı akışını artırır ve beyinde yeni sinir hücrelerinin oluşumunu teşvik eder.

Düzenli olarak yapılan yoga ve meditasyon gibi zihinsel egzersizler de sinir sistemi üzerinde olumlu etkiler yaratır. Bu tür egzersizler, stresi azaltma ve zihinsel dinginlik sağlama potansiyeline sahiptir.

Alzheimer Hastalığı ve Erken Belirtiler

Alzheimer hastalığı, zamanla zihinsel yeteneklerin kaybına yol açan ilerleyici bir nörolojik bozukluktur. Dünya genelinde milyonlarca insanı etkileyen bu hastalık, özellikle yaşlı bireylerde sıklıkla görülse de, erken belirtilerinin fark edilmesi son derece önemlidir. Genel olarak bellek kaybı, günlük aktivitelerde zorluk ve yön bulma sorunları gibi belirtilerle kendini gösterir.

Alzheimer Nedir?

Alzheimer, en yaygın demans türlerinden biridir ve genellikle yaşlı bireylerde görülür. Bu, zamanla bellek kaybı, düşünme yeteneğinde azalma ve günlük yaşamda zorluklarla sonuçlanan ilerleyici bir nörolojik bozukluktur.

Alzheimer hastalığı, beyindeki hücrelerin ölümü ve bağlantılarının kaybı ile karakterizedir. Bu süreç, beyindeki plakların ve düğümlerin birikmesiyle tetiklenir ve bunun sonucunda alnı bölgesi gibi önemli alanlarda hasar meydana gelir.

Erken belirtiler arasında hafıza kaybı, özellikle yeni bilgilerin hatırlanmasında zorluk çekme ve yakın geçmişteki olayları unutma yer alır. Ayrıca, bireylerde zihin karışıklığı, zaman ve mekan algısında bozukluklar da gözlemlenebilir.

Alzheimer Belirtileri Nelerdir?

Alzheimer hastalığı, hafıza kaybı ve düşünme yetisinin bozulması gibi belirtilerle kendini gösteren bir nörolojik hastalıktır. Bu hastalığın en yaygın belirtilerinden biri, günlük yaşamda geçirilen olayları hatırlamada zorluk çekmektir. Bireyler, yakın zamanda yaşadıkları olayları unutabilir veya daha önceki anılarına erişimde zorlanabilir.

Bir diğer önemli belirti, dil kullanımı ve iletişimdeki zorluklardır. Hasta, düşüncelerini ifade etmekte güçlük çekebilir, kelimeleri bulmakta zorlanabilir veya sık sık cümlelerini tamamlamakta zorlanabilir. Bu durum, günlük konuşmalarında anlam eksikliği yaratabilir ve sosyal etkileşimlerini olumsuz etkileyebilir.

Alzheimer hastalığının ilerlemesiyle birlikte, mekan ve zaman kavramları hakkında da zorluklar yaşanabilir. Birey, bulunduğu yerin neresi olduğunu ve saat veya tarih gibi temel bilgileri unutabilir.

Alzheimer Neden Olur?

Alzheimer hastalığı, beynin işlevlerini etkileyen ve zamanla ilerleyen bir nörolojik hastalıktır. Bu hastalığın kesin nedeni hala tam olarak bilinmemekle birlikte, birkaç faktörün bu durumu tetikleyebileceği düşünülmektedir.

Bunlardan ilki, genetik faktörlerdir. Ailede Alzheimer öyküsü bulunan bireylerde hastalığın gelişme riski daha yüksektir. Ayrıca, yaşlanma süreci de Alzheimer hastalığını tetikleyen bir diğer önemli faktördür. İleri yaşlarda, beyin hücrelerinin kaybı ve bağlantılarının zayıflaması riski artar.

Alzheimer Nasıl Teşhis Edilir?

Alzheimer hastalığının teşhisi, genellikle bir dizi test ve değerlendirme ile gerçekleştirilir. İlk olarak, doktorlar hastanın tıbbi öyküsünü alır ve ailesinin geçmişini de değerlendirirler. Hafıza kaybı gibi temel belirtiler göz önünde bulundurularak, nörolojik muayene yapılır.

Tanı koyma aşamasında, doktorlar genellikle bilişsel testler uygular. Bu testler, hastanın düşünme yetisi, bellek ve problem çözme kabiliyeti gibi bilişsel işlevlerini değerlendirmeyi amaçlar. MRI veya CT taramaları gibi görüntüleme teknikleri ile de beyin yapısındaki değişikliklere bakılır.

Tüm bu süreçler sonucunda, Alzheimer hastalığı teşhis edilebilmektedir. Ancak kesin tanı için, bazen diğer demans türlerini eleyebilmek amacıyla ileri testler gerekebilir. Erken teşhis, tedavi sürecinin daha etkili olmasını sağlayabilir.

Alzheimer Hastalığının Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Alzheimer hastalığı, beyin hücrelerinin degenerasyonu ile karakterize edilen kronik bir hastalıktır. Bu hastalığın kesin bir tedavisi olmamakla birlikte, bazı tedavi yöntemleri belirtilerin hafifletilmesine ve hastaların yaşam kalitesinin artırılmasına yardımcı olabilir.

İlk olarak, ilaç tedavisi önemli bir tedavi seçeneğidir. Bu ilaçlar genellikle hastalığın ilerlemesini yavaşlatmaya ve bellek ile bilişsel işlevleri korumaya yöneliktir.

Ek olarak, psiko-sosyal tedavi yöntemleri de dikkate alınmalıdır. Bu yöntemler, hastaların sosyal etkileşimlerini artırarak duygusal iyilik hallerini iyileştirmeyi amaçlar. Aile destek grupları ve terapi seansları, hastalara ve yakınlarına bu süreçte yardımcı olabilir.

Parkinson Hastalığı: Tanı ve Tedavi Seçenekleri

Parkinson hastalığı, dünya genelinde milyonlarca insanı etkileyen nörolojik bir bozukluktur. Beyindeki dopamin üreten hücrelerin hasar görmesi sonucu ortaya çıkan bu hastalık, motor fonksiyonlarda belirgin bir düşüş, titreme ve denge sorunları gibi belirtilerle kendini gösterir. Hastalığın nedenleri ve risk faktörleri hakkında bilgi sahibi olmak, erken teşhis ve tedavi sürecinde hayati bir öneme sahiptir.

Parkinson Hastalığı Nedir?

Parkinson hastalığı, merkezi sinir sistemini etkileyen, ilerleyici bir nörolojik bozukluktur. Bu hastalık, özellikle hareket kontrolünde zorluklara yol açar ve genellikle yaşlı bireylerde görülür. Parkinson hastalığı, beynin belirli bölgelerinde dopamin üreten hücrelerin kaybıyla ilgilidir; dopamin, vücudun hareketlerini düzenleyen bir kimyasaldır.

Parkinson hastalığının belirtileri genellikle yavaş yavaş ortaya çıkar. Erken dönemde, titreme, sertlik ve hareketlerde yavaşlama gibi şikayetler gözlemlenebilir. Bu belirtiler zamanla artarak günlük yaşamı olumsuz etkileyebilir. Ayrıca, hastalık ilerledikçe denge sorunları ve postür bozuklukları da gelişebilir.

Tıbbi literatürde, Parkinson hastalığının kesin bir nedeni olmamakla beraber, genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimi üzerine çeşitli araştırmalar yapılmaktadır. Tanı koyma sürecinde, uzman doktorlar belirtileri dikkatlice değerlendirir ve hastanın geçmişini incelerler. Bu süreç, hastalığın sürecini anlamak ve en uygun tedavi seçeneklerini belirlemek açısından oldukça önemlidir.

Parkinson Hastalığı Neden Olur?

Parkinson hastalığı, beyin hücrelerinin belirli bir bölümünde dopamin üreten hücrelerin zamanla zarar görmesi veya yok olması sonucu ortaya çıkan bir nörolojik hastalıktır. Bu hastalığın tam nedeni henüz kesin olarak belirlenmemiştir; ancak bazı faktörlerin hastalığın gelişiminde etkili olduğu düşünülmektedir.

Genetik yatkınlık, Parkinson hastalığı riskini artıran bir faktördür. Aile bireylerinde Parkinson hastalığına rastlanan kişilerde, hastalığın gelişme olasılığı daha yüksektir. Ayrıca çevresel faktörler, özellikle toksik maddelere maruz kalma da hastalığın oluşumunda etkili olabilir. Örneğin, bazı kimyasal pestisitler ve ağır metal maruziyeti, bu hastalığın gelişiminde rol oynayabilir.

Son olarak, yaşlanma da önemli bir risk faktörüdür. Özellikle 60 yaş ve üzerindeki bireylerde Parkinson hastalığı daha yaygın olarak görülmektedir. Yaşla birlikte beyin ve sinir sistemindeki değişiklikler, hastalığın gelişiminde etkili olabilir. Bu nedenle, hastalığın hangi kombinasyonlarda ortaya çıktığını anlamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

Parkinson Belirtileri Nelerdir?

Parkinson hastalığı, sinir sistemi üzerinde etkili olan ve genel olarak hareket bozukluklarıyla kendini gösteren bir rahatsızlıktır. Bu hastalığın en belirgin belirtilerinden biri titreme‘dir. Özellikle ellerde, ayaklarda veya çene bölgesinde istem dışı titremeler gözlemlenebilir.

Bunun yanı sıra, kas sertliği de önemli bir belirtidir. Hastalar, hareket etmekte zorluk yaşayabilir ve bu durum günlük yaşamlarını olumsuz etkileyebilir. Ayrıca, hareketlerin yavaşlaması (bradikinezi) da Parkinson’un önemli bir semptomudur. Bu, hastaların günlük aktivitelerini gerçekleştirmekte zorlanmalarına sebep olabilir.

Parkinson hastalığı olan kişilerde genellikle duruş bozuklukları da görülür. Postür bozuklukları, hastaların yürürken ve ayakta dururken dengelerini kaybetmelerine neden olabilir. Ek olarak, duygusal değişiklikler ve uyku sorunları gibi psikolojik belirtiler de hastaların yaşam kalitesini etkileyebilir.

Parkinson Hastalığına Yakalanma Riskleri Nelerdir?

Parkinson hastalığı, genellikle orta yaş ve üzeri bireylerde görülen nörolojik bir rahatsızlıktır. Ancak bu hastalığa yakalanma riskini artıran bazı faktörler mevcuttur. Bunlar arasında yaş, genetik yatkınlık ve çevresel etmenler yer almaktadır.

Yaş, Parkinson hastalığına yakalanma riskini artıran en önemli faktörlerden biridir. 60 yaşın üzerindeki bireylerde hastalığın görülme sıklığı belirgin bir şekilde artmaktadır. Ayrıca, cinsiyet de diğer bir risk faktörüdür; erkeklerin hastalığa yakalanma olasılığı kadınlara göre daha yüksektir.

Genetik yatkınlık, ailesinde Parkinson hastalığı bulunan bireylerde hastalığın görülme riskini artırır. Bunun yanı sıra, bazı çevresel etmenler, örneğin tarım ilaçlarına maruz kalmak veya bazı toksinlerle temas, hastalığın gelişiminde rol oynayabilir.

Parkinson Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?

Parkinson hastalığı, nörolojik bir bozukluk olup, kişinin hareketlerinde yavaşlama, titreme ve denge sorunları gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu hastalığın tanısı, genellikle klinik muayene ve hastanın tıbbi geçmişi ile konur. Uzmanlar, hastanın belirtilerinin başlangıç zamanını ve şiddetini değerlendirmek için çeşitli sorular sorar.

Parkinson hastalığı tanısı koymak için bazı görüntüleme testleri de kullanılabilir. Bu testler arasında, beyin taraması ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) bulunur.

Bu yöntemler, beyinde yaşanan değişimlerin gözlemlenmesine olanak tanır ve diğer nörolojik hastalıkların dışlanmasında yardımcı olur. Bazı durumlarda, doktorlar hastanın belirtilerini daha iyi anlamak için nöropsikolojik testler uygulayabilir.

Parkinson Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?

Parkinson hastalığı, genellikle yaşlı bireylerde görülen, ilerleyici bir nörolojik hastalıktır. Bu hastalığın tedavisi, semptomları yönetme amacı taşımaktadır ve tam anlamıyla bir iyileşme sağlamamaktadır.

Başlıca tedavi yöntemleri arasında ilaç tedavisi ve cerrahi müdahale yer almaktadır. İlaç tedavisinde, dopamin reseptör aktivatörleri ve MAO-B inhibitörleri gibi çeşitli ilaçlar kullanılmaktadır. Parkinson hastalığının temel belirtilerini hafifletmeye yardımcı olur. Öte yandan, hastalık belirli bir evreye ulaştığında, cerrahi müdahale seçenekleri, özellikle derin beyin stimülasyonu, düşünülebilir.

Epilepsi: Belirtiler, Tedavi ve Yaşam Tarzı

Epilepsi, yaygın olarak sara hastalığı olarak bilinen, beynin elektriksel aktivitelerindeki ani değişimlerle karakterize edilen bir nörolojik hastalıktır. Bu durum, kişinin bilinç kaybı, kas kontrolü kaybı ve çeşitli duyusal bozukluklar gibi nöbet geçirmesine yol açabilir. Epilepsi, sadece bireyleri değil, ailelerini ve sevdiklerini de etkileyen karmaşık bir durumdur. 

Epilepsi (Sara Hastalığı) Nedir?

Epilepsi, beyindeki elektriksel aktivitenin anormal bir şekilde artması sonucu ortaya çıkan, tekrarlayan nöbetlerle karakterize bir rahatsızlıktır. Bu durum, kişilerin bilinç kaybı, kas kasılmaları veya davranış değişiklikleri gibi çeşitli belirtiler yaşamasına sebep olabilir. Epilepsi hastalığı, genellikle ilaç tedavisi ile yönetilebilen bir durumdur.

Bazı kişilerde nadir ve hafif nöbetler görülürken, bazılarında çok sık veya şiddetli nöbetler yaşanabilir. Epilepsinin nedenleri arasında genetik faktörler, çocuklukta geçirilen enfeksiyonlar, beyin travmaları ya da tümörleri gibi çeşitli etkenler yer alır. Bu nedenle, her birey için tedavi ve yönetim süreci özelleştirilmelidir.

Epilepsi Çeşitleri Nelerdir?

Epilepsi, beyin elektriksel aktivitelerindeki anormal artışlar nedeniyle meydana gelen bir hastalıktır ve pek çok farklı türü bulunmaktadır. Bu türler, hastanın yaşadığı nöbetlerin türüne ve sıklığına göre sınıflandırılmaktadır.

En yaygın epilepsi türlerinden biri olan jeneralize nöbetler, beynin her iki yarısında da anormal elektriksel aktivite ile karakterize edilir. Bu tür nöbetler, genellikle bilinç kaybı ile birlikte gelir ve genel tonik-klonik nöbet, *petit mal* nöbet gibi alt gruplara ayrılır.

Diğer bir tür olan fokal nöbetler ise, beynin yalnızca belirli bir bölgesinde başlayan elektriksel bozukluklar sonucu ortaya çıkar. Bu tür nöbetler, bazen bilinç kaybı olmadan ya da kısmi bilinç kaybıyla birlikte gelişebilir. Fokal nöbetlerin te

Epilepsi Neden Olur?

Epilepsi, birçok faktörden kaynaklanabilen bir nörolojik bozukluktur. Araştırmalar, bazı durumlarda genetik yatkınlık ya da doğuştan gelen anormalliklerin epilepsinin tetikleyicisi olabileceğini göstermektedir. Özellikle ailede epilepsi öyküsü olan bireylerde bu risk daha fazladır.

Bunların yanı sıra, travmatik beyin hasarı, beyindeki yapısal anormallikler, beyin tümörleri ya da enfeksiyonlar gibi edinilmiş faktörler de epilepsi oluşumunda önemli rol oynamaktadır. Ayrıca, alkol kullanımı, aşırı stres ve uyku düzeninin bozulması gibi çevresel faktörler de epileptik atakları tetikleyebilir.

Epilepsi Belirtileri Nelerdir?

Epilepsi, beyin aktivitesindeki anormal elektriksel patlamalarla karakterize edilen bir nörolojik hastalıktır. Bu hastalık çeşitli belirtilerle kendini gösterebilir. En yaygın olanı ise nöbet geçirme durumudur. Nöbetler kişinin bilincinin kaybolmasına ya da motor aktivitelerinin kontrolünün yitirilmesine neden olabilir.

Bunun yanı sıra, epilepsi yaşayan kişilerde bazen aura denilen bir ön belirti de görülebilir. Aura, genellikle kelime dağarcığı, görsel algı veya koku gibi duygusal deneyimlerle kendini gösterir. Bazı bireyler, nöbetlerden önce kendilerini tuhaf hissedebilir veya belirli duyusal algılar yaşayabilir.

Diğer belirtiler arasında, kasılmalar, düşme, boğulma hissi veya aniden hareketsiz kalma sayılabilir. Ayrıca, uyku düzeninde değişiklikler, ruh halindeki dalgalanmalar ve bilişsel işlevlerde bozulmalar da epilepsi ile ilişkili olabilir. Bu nedenle, hastalığın belirtilerini tanımak, erken teşhis ve doğru tedavi için büyük önem taşır.

Epilepsi Nasıl Teşhis Edilir?

Epilepsi teşhisi, hastanın belirtileri ve tıbbi geçmişi ile başlar. Doktor, hastanın nöbet geçirme sıklığını, türünü ve süresini dikkate alarak ayrıntılı bir değerlendirme yapar.

Teşhis sürecinde, çeşitli testler ve görüntüleme yöntemleri uygulanabilir. En yaygın kullanılan testler arasında EEG (Elektroensefalografi) bulunmaktadır. EEG, beyin elektriksel aktivitelerini ölçerek nöbetlerin kaydedilmesine yardımcı olur. MRI veya CT taramaları ile beyin yapısındaki potansiyel anormallikler de incelenir.

Bazı durumlarda, doktorlar ek tetkikler isteyerek hastanın nöbet geçmişini daha iyi anlamaya çalışabilir. Bu süreç, doğru bir teşhis koymanın yanı sıra, uygun tedavi yöntemlerini belirlemek için de kritik öneme sahiptir.

Epilepsi Tedavisi Nasıl Yapılır?

Epilepsi tedavisi, hastalığın türüne, sıklığına ve kişinin genel sağlık durumuna bağlı olarak çeşitli yöntemler kullanılarak yapılır. İlk olarak hastaların büyük çoğunluğunda ilaç tedavisi önerilmektedir. Bu tedavi, hastaların nöbetlerini kontrol altına almak için belirli antiepileptik ilaçların düzenli olarak alınmasını içerir. İlaçlar, nöbetlerin sıklığını azaltabilir veya tamamen ortadan kaldırabilir.

Bunun yanı sıra, bazı durumlarda cerrahi müdahale de gereklidir. Eğer ilaç tedavisi yetersiz kalıyorsa ve hastanın nöbetleri yaşam kalitesini etkiliyorsa, cerrahi seçenekler değerlendirilir. Cerrahi müdahale, epileptik odakların çıkarılması veya başka prosedürler içerebilir. Her hastada bu prosedür uygulanamaz; bu nedenle hastaların özel şartları dikkate alınmalıdır.

Migren: Belirtiler ve Yönetim Yöntemleri

Migren, birçok insanı etkileyen yaygın bir baş ağrısı türüdür ve genellikle başın bir tarafında yoğun ağrı ile karakterizedir. Bu rahatsızlık, yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilir ve günlük aktiviteleri zorlaştırabilir. Migrenin ne olduğunu, nedenlerini, belirtilerini ve tetikleyicilerini anlamak, bu durumu daha iyi yönetmek için hayati öneme sahiptir.

Migren Nedir?

Migren, halk arasında sıkça duyulan ve çoğu insanın hayatında en az bir kez deneyimlediği yoğun baş ağrısı türüdür. Genellikle başın bir tarafında meydana gelir ve genellikle zonklayıcı bir karaktere sahip olma eğilimindedir. Migren, baş ağrısının yanı sıra, bulantı, kusma ve ışık ile ses hassasiyeti gibi ek belirtilerle de kendini gösterebilir.

Migren atakları genellikle birkaç saatten birkaç güne kadar sürebilir ve kişinin günlük yaşamını ciddi şekilde etkileyebilir. Migren, nörolojik bir rahatsızlık olarak değerlendirilmektedir ve genellikle genetik etkenler ile çevresel faktörlerin birleşimi sonucunda ortaya çıkar.

Migrenin başlamasına neden olabilecek çeşitli tetikleyiciler bulunmaktadır. Örneğin, stres, hormonal değişiklikler, belirli gıdalar ve yetersiz uyku gibi faktörler migren ataklarını tetikleyebilir. Bu nedenle, migreni yönetmek ve atakların sıklığını azaltmak için bu tetikleyicileri tanımak ve onlardan kaçınmak önemlidir.

Migren Neden Olur?

Migren, genellikle başın bir tarafında yoğun ve dayanılmaz bir ağrı ile kendini gösteren nörolojik bir rahatsızlıktır. Migrenin kesin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, bazı tetikleyici faktörlerin etkisiyle ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Migren atağının tetiklenmesine neden olabilen unsurlar arasında stres, hormonal değişiklikler, çevresel faktörler ve beslenme alışkanlıkları yer almaktadır. Özellikle, bazı yiyecekler ve içecekler, migren ataklarının sıklığını artırabilir. Bunun yanı sıra, genetik faktörler de migrenin nedenleri arasında sayılmaktadır. Aile öyküsü olan bireylerde migren gelişme riski daha yüksektir.

Migren Belirtileri Nelerdir?

Migren, bireylerde çok çeşitli ve rahatsız edici belirtilerle ortaya çıkabilen bir baş ağrısı türüdür. Genellikle başın bir tarafında keskin ve zonklayıcı bir ağrı ile kendini gösterir. Bu ağrıya sıkça bulantı, kusma ve ışık ya da ses hassasiyeti eşlik eder.

Bu aura belirtileri; baş dönmesi, geçici görme kaybı veya titrek ışıklar gibi durumları içerebilir. Bu tür belirtiler, migrenin başlangıcında ya da ağrı oluşmadan hemen önce yaşanabilir. Migren belirtileri, kişinin günlük yaşamını olumsuz yönde etkileyebilir. Ağrı sırasında bireyler genellikle karanlık ve sessiz bir ortamda kalmayı tercih ederler.

Migreni Neler Tetikler?

Migren, pek çok insanda farklı şekillerde kendini gösteren baş ağrısı türlerinden biridir. Migren krizlerini tetikleyen çeşitli faktörler bulunmaktadır. Bu tetikleyicileri anlamak, migrenin kontrol altına alınmasında önemli bir adımdır.

Beslenme alışkanlıkları, migren ataklarını tetikleyebilecek en yaygın faktörlerden biridir. Özellikle aşırı tuzlu, işlenmiş veya sert peynir gibi yiyecekler, bazı migren hastalarında baş ağrısına neden olabilmektedir.

Bunların yanı sıra, stres ve uyku düzeni de migren ataklarını etkileyen önemli etkenlerdir. Yoğun stres altında kalmak veya düzensiz uyku, migren semptomlarının artmasına yol açabilir. Bu nedenle, stres yönetimi ve düzenli uyku alışkanlıkları geliştirmek, migren hastaları için büyük önem taşır.

Migren Tanısı Nasıl Konulmaktadır?

Migren tanısı, hastanın yaşadığı belirtiler ve tıbbi öykü ile başlar. Doktor, hastanın şikayetlerini detaylı bir şekilde dinleyerek, migrenin nasıl bir seyir izlediğini anlamaya çalışır. Aile geçmişi ve daha önceki migren atakları hakkında bilgi toplamak da tanıda önemli bir yer tutar.

Tanı sürecinde genellikle bazı görüntüleme testleri veya kan testleri gibi ek tetkikler istenebilir. Bu testler, baş ağrısının altında yatan başka bir sağlık sorununun olup olmadığını belirlemek için faydalıdır. Ancak çoğu durumda, bu tür ek testlere gerek kalmadan, sadece hastanın bahsettiği belirtiler temel alınarak migren teşhisi konulabilir.

Bazı hastalarda, migrenle ilişkili olabilecek diğer rahatsızlıklar için özel testler yapılabilir. Örneğin, bir nörolog, migren tanısını doğrulamak için baş ağrısının sıklığını, şiddetini ve süresini gözlemleyerek hastanın durumunu daha iyi değerlendirebilir. Dikkatli bir muayene ve hasta ile yapılan iyi bir iletişim, doğru tanının konulmasında büyük rol oynar.

Migren Tedavisi Nasıl Yapılır?

Migren tedavisi, baş ağrısının şiddeti ve sıklığına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Öncelikle, migrenin doğru bir şekilde teşhis edilmesi önemlidir. Migren tedavisi, iki ana grup ilaçla yapılmaktadır: atak tedavisi ve korunma tedavisi.

Atkı sırasında kullanılan ilaçlar, genellikle nonsteroidal anti-inflamatuar ilaçlar (NSAID) veya triptanlar gibi özel migren ilaçlarıdır. Bu ilaçlar, migren baş ağrısının başlamasından itibaren mümkün olan en kısa sürede alınmalıdır. Önleyici tedavi için ise doktorlar, antidepresanlar, beta blokerler veya antiepileptik ilaçlar reçete edebilirler.

Bunun yanı sıra, migreni yönetmek için yaşam tarzı değişiklikleri de önerilmektedir. Düzenli uyku, yeterli beslenme ve stres yönetimi, migren ataklarının sıklığını azaltmaya yardımcı olabilir. Ayrıca, bazı alternatif tedavi yöntemleri ile de migren semptomları hafifletilebilir.

EEG ve EMG

Elektriksel aktivitelerin incelenmesi, nöroloji ve fizyoterapi alanlarında önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda EEG (Elektroensefalografi) ve EMG (Elektromiyografi) yöntemleri, beyin ve kas işlevlerini değerlendirmek için kullanılan temel araçlardan ikisidir. EEG, beynin elektriksel aktivitelerini ölçerken, EMG, kasların elektriksel aktivitelerini değerlendirir. Her iki yöntem de çeşitli sağlık sorunlarının tanı ve takip süreçlerinde kritik bir rol oynamaktadır. 

EEG Nedir, Ne işe Yarar?

EEG (Elektroensefalografi), beyin elektrik aktivitelerini ölçen ve kaydeden bir yöntemdir. Bu yöntem, başa yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla beyin dalgalarını kaydederek, beyin aktivitesinin görselleştirilmesine olanak tanır. EEG, çeşitli nörolojik bozuklukların tanısı ve takibi için yaygın olarak kullanılmaktadır.

EEG’nin en yaygın kullanımı, epilepsi gibi nörolojik hastalıkların teşhisinde yer almaktadır. Ayrıca, uyku bozukluklarının değerlendirilmelerinde, anksiyete, depresyon gibi psikiyatrik durumların incelenmesinde ve beyin tümörlerinin tespitinde de önemli bir rol oynar.

Bu yöntem, ağrısızdır ve genellikle hastanede kısa süreli incelemeler sırasında uygulanır. EEG testi sırasında, kişinin başına bir dizi elektrot yerleştirilir ve bu elektrotlar beyin dalgalarının elektriksel aktivitelerini algılar. Elde edilen veriler, bir bilgisayar aracılığıyla analiz edilerek, beynin genel durumu hakkında bilgi verir.

EEG Nasıl Çekilir?

EEG (Elektroensefalografi), beyin aktivitesinin elektriksel dalgalarını ölçen bir testtir. EEG ile beyin dalgaları kaydedilerek, nörolojik bozukluklar ve diğer beyin rahatsızlıkları hakkında önemli bilgiler elde edilir. EEG çekimi, özel bir ekipman ve belirli bir prosedür ile gerçekleştirilir.

  1. Hazırlık: Test öncesinde, hastanın saçlarının temiz ve kuru olması önemlidir. Saç kremi, jöle gibi ürünler kullanılmamalıdır.
  2. Elektrotların Yerleştirilmesi: EEG testi sırasında, başın belirli bölgelerine elektrotlar yerleştirilir. Bu elektrotlar, beyin dalgalarını kaydeder. Genel olarak, elektrotlar özel bir jel veya köpük ile yerleştirilir.
  3. Testin Gerçekleştirilmesi: EEG çeken kişi, oturmak veya uzanmak üzere yönlendirilir. Test sırasında, hastanın gözlerini kapatması, kapalı gözle dinlenmesi veya bazı durumlarda belirli görevleri yerine getirmesi istenebilir.
  4. Veri Kaydı: Elektrik sinyalleri, bilgisayar üzerinden kaydedilir ve analiz edilir. Çekim süreci genellikle 20 ile 40 dakika arasında sürer.
  5. Sonlandırma ve Temizlik: Test tamamlandıktan sonra elektrotlar çıkarılır ve herhangi bir jel kalıntısı baştan temizlenir.

EEG çekimi non-invaziv bir prosedürdür, bu nedenle hastalar genellikle minimal rahatsızlık hissederler.

EMG Nedir, Ne işe Yarar?

EMG (Elektromiyografi), kasların elektriksel aktivitesini ölçen bir test yöntemidir. Bu test sinir ve kas fonksiyonlarını değerlendirmek için kullanılır. EMG elektromiyografik inceleme ile kaslarda meydana gelen elektriksel potansiyelleri kaydeder. Bu sayede kasların nasıl çalıştığı, herhangi bir sinir hastalığı veya kas rahatsızlığı olup olmadığı konusunda bilgi verir.

  • Kas gücünde azalma
  • Sinir hasarları
  • Kas hastalıkları
  • Ağrı ve uyuşukluk gibi şikayetler

Bu testin yapılma amacı, kasların ve sinirlerin işlevlerini doğru bir şekilde değerlendirmek ve belirli bir hastalığın varlığını tespit etmektir. Örneğin, EMG ile motor nöron hastalıkları, miyopatiler ve sinir sıkışması gibi durumlar daha iyi anlaşılabilir.

  1. İntramuscular Elektrod Kullanımı: İnce iğne elektrodlar, doğrudan kas içine yerleştirilir. Bu elektrodlar, kasların elektriksel aktivitesini kaydedebilir.
  2. Yüzey Elektrod Kullanımı: Dışarıdan cilde yapıştırılan elektrodlar kullanılır. Bu yöntem daha az invazivdir ve genellikle kasların yüzeyden ölçümlerini almak için tercih edilir.

Bir EMG testi genellikle hastanın kaslarının dinlendirilmesi ve ardından kasların kasılması esnasında ölçümler yapılmasıyla gerçekleştirilir. Sonuçlar, bir nörolog veya fiziksel tıp uzmanı tarafından değerlendirilir ve hastaya uygun tedavi yöntemleri önerilir.

EMG Nasıl Çekilir?

EMG (Elektromiyografi), kasların elektriksel aktivitesini ölçmek için kullanılan bir testtir. Bu test, kas bozukluklarını teşhis etmek ve sinir sisteminin kaslarla olan bağlantısını değerlendirmek için oldukça önemlidir.

1. Hazırlık Aşaması: EMG testi öncesinde, hastanın belirli bir hazırlık sürecinden geçmesi gerekmektedir. Bu süreçte, cilt üzerinde bulunan yağ veya losyonlar temizlenmelidir. Ayrıca, testten önceki 24 saat içinde, kasların etkilenmemesi için şekerli içecekler ve kafeinli içeceklerden kaçınılmalıdır.

2. Elektrodların Yerleştirilmesi: Test sırasında, kasların elektriksel aktivitesini ölçmek için cilt üzerine elektrodlar yerleştirilir. Bu elektrodlar, iğne veya yapışkan ped şeklinde olabilir. İğne elektrotları, kasın içine yerleştirilecek şekilde kullanılırken, yapışkan pedalardaki elektrodlar cilt yüzeyine yerleştirilir.

3. Kasların Uyarılması: EMG testi sırasında hastanın kaslarını kullanması istenir. Bu hareketler, kasların elektriksel aktivitesini gözlemlemek için kritik öneme sahiptir. Uzman hekim, bu aşamada hangi hareketlerin yapılması gerektiğini belirtilir.

4. Veri Toplama: Elektrodlar kullanılarak kasların elektriksel aktivitesi ölçüldükten sonra, elde edilen veriler bilgisayar aracılığıyla kaydedilir. Bu veriler, kasın ne kadar sağlıklı çalıştığını ve var olan bir bozukluğun hangi noktada olduğunu analiz etmeye yardımcı olur.

5. Sonuçların Değerlendirilmesi: Test tamamlandıktan sonra, elde edilen veriler uzman bir hekim tarafından değerlendirilir. EMG sonuçları, kas hastalıklarının teşhisi ve tedavi planının oluşturulmasında önemli bir rol oynamaktadır.

Sonuç olarak, EMG testi, kas ve sinir sağlığının değerlendirilmesinde önemli bir araçtır. Testin uygulanma şekli ve sonuçların yorumlanması, uzman hekim tarafından dikkatlice gerçekleştirilmelidir.

Ensefalopati Nedir? Hipoksik İskemik ve Hepatik Ensefalopati

Ensefalopati, kafaya alınan darbe, toksin, kalp durması veya beyne oksijen gitmesini engelleyen herhangi bir nedenle beynin çalışma biçimindeki değişikliğe bağlı, kafa karışıklığı ve tedirginliğe neden olan bir durumdur. Geçici veya kalıcı olabilen ensefalopati, hipoksik iskemik ve hepatik ensefalopati olmak üzere iki gruba ayrılır. Enfeksiyon, beyin travması, beyin tümörü, inme ve çeşitli nedenler sonucu meydana gelen ensefalopati, kişide yaygın olarak hafıza kaybı, bilinç bozukluğu, uykulu olma hali ve agresiflik gibi belirtiler ortaya çıkarır. Ensefalopati için uygulanacak tedavi yöntemi ise genellikle altta yatan nedene bağlı olarak gerçekleşir.

Ensefalopati Nedir?

Ensefalopati, beyni etkileyen herhangi bir sorun ya da hastalığın beynin çalışma biçiminde yarattığı işlev bozukluğu için kullanılan bir terimdir. Beyin fonksiyonlarında kalıcı ya da geçici bozulmayı ifade eder. Tek bir hastalık olmayan ensefalopati, çeşitli nedenlere bağlı şekilde ortaya çıkan bir dizi bozukluktur.

Beyin yapısında yaşanan bu değişimlerin sebepleri arasında ise enfeksiyon, kafa travması, beyin tümörü, inme, vitamin eksikliği ve düzensiz beslenme gibi faktörler yatar. Beyin yapısında yaşanan bu değişimler kafa karışıklığı ve hafıza kaybı gibi zihinsel değişikliklere ve daha ağır vakalarda komaya neden olabilir.

Söz konusu belirtilerle karşılaşıldığında doktora başvurmak büyük önem arz eder çünkü ensefalopati, tedavi edilmediğinde kalıcı beyin hasarına neden olabilir.

Ensefalopati Neden Olur?

Ensefalopati, beyin yapısında birtakım sağlık sorunlarına bağlı olarak meydana gelen hasar ve bozulmalar sonucu oluşur. Bu hasar ve bozulmalara genel olarak enfeksiyon, kafa travması, beyin tümörü ve inme gibi sağlık sorunları neden olur.

Ensefalopatiye neden olan durumlar genel olarak şöyledir:

  • Enfeksiyon
  • Kafa travması
  • Beyin tümörü
  • Felç
  • Nöbetler
  • Vitamin eksikliği veya yetersiz beslenme
  • 65 yaş ve üstünde olmak
  • Böbrek ve karaciğer hastalıkları
  • Diyabet
  • Madde bağımlılığı
  • Kimyasal maddelere maruz kalınması

Spesifik nedenler dışında bazı ensefalopati vakalarında altta yatan neden belli değildir.

Ensefalopati Türleri Nelerdir?

Ensefalopati başta hipoksik iskemik ve hepatif ensefalopati olmak üzere kendi içinde türlere ayrılı ve bu türler ensefalopatinin sebep olduğu durumlara ve vakanın şiddetine bağlı olarak değişir.

Hipoksik İskemik Ensefalopati

Özellikle yetişkinlerde kalp durması veya beyindeki oksijen kaybı sonucu oluşan beyin hasarı hipoksik iskemik ensefalopati olarak adlandırılır.

Hepatik Ensefalopati

Hepatik ensefalopati, siroz gibi şiddetli ve ciddi karaciğer hastası olan kişilerde meydana gelen beyin yapısındaki bozulmaları ifade eder.

Hashimoto Ensefalopatisi

Anormal şekilde işleyen bir bağışıklık sistemi olduğunda bu durum hashimoto ensefalopatiyi ortaya çıkarır.

Metabolik Ensefalopati

Kişinin metabolizmasını etkileyen altta yatan bir durum sonucunda metabolik ensefalopati meydana gelir.

Kronik Travmatik Ensefalopati

Kafaya tekrar tekrar alınan travmatik darbeler sonucunda kronik travmatik ensefalopati yaşanır.

Ensefalopati Belirtileri Nelerdir?

Ensefalopati, beyin yapısında meydana gelen bozulmalara bağlı olarak kişide hafıza kaybı, bilinç bulanıklığı, konsantrasyon bozukluğu ve uyku hali gibi semptomlar gösterir.

Aşağıda yer alan belirtiler ensefalopati durumuyla ilişkilidir:

  • Hafıza kaybı
  • Bilinç bulanıklığı
  • Konsantrasyon bozukluğu
  • Uyku hali
  • Ruh hali ve davranış değişiklikleri
  • Uyuşukluk
  • Halüsinasyonlar
  • İstemsiz kas hareketleri
  • Nöbetler
  • Nefes almada güçlük
  • Konuşmada zorluk
  • Motivasyon kaybı ve depresyon

Bazı şiddetli ensefalopati vakaları kişiyi koma durumuna da sokabilir. Yukarıda yer alan ve özellikle ciddileşen ensefalopati belirtiler için vakit kaybetmeden doktora başvurmanız gerekir.

Ensefalopati Nasıl Teşhis Edilir?

Ensefalopati için öncelikle kişinin hastalık geçmişi, belirtileri ve varsa kullandığı ilaçlar sorulur. Bu sorular ve gerçekleşen fiziksel muayene sonrası ensefalopati tanısı için birtakım görüntüleme testlerine ihtiyaç duyulur.

Aşağıda yer alan testlerden, ensefalopati teşhisinde yararlanılır:

  • Bilgisayarlı tomografi veya MR gibi görüntülemeler
  • Beyindeki elektriksel aktiviteyi ölçen elektroensefalografi (EEG) testi
  • Omurilik sıvısı testleri
  • Tam kan tahlili ve idrar testi
  • Konsantrasyon, hafıza ve diğer zihinsel görevleri içeren testler

İsmi geçen görüntüleme testleri, ensefalopati teşhisinde faydalanılan yöntemlerdendir. Teşhisin ardından altta yatan nedene bağlı olarak ensefalopati tedavisine başlanır.

Ensefalopati Tedavisi Nasıl Yapılır?

Ensefalopati için kişinin ihtiyaç duyduğu tedavi yöntemi, altta yatan nedene bağlı olarak değişir.

Ensefalopatiye neden olan faktör belirlendikten sonra şu tedavi yöntemleri uygulanabilr:

  • Özellikle nöbetleri durdurmaya yönelik ilaçlar
  • Besin takviyeleri veya beslenme düzeninin değiştirilmesi
  • Karaciğer veya böbrek hastalığı varsa diyaliz tedavisi
  • Fizik tedavi
  • Konuşma terapisi

Ensefalopati Nasıl Önlenir?

Ensefalopatinin önlenmesi için kişinin günlük hayatında uyması gereken bazı kurallar söz konusudur. Bunların başında kafa travmalarına maruz kalmamak, aşırı alkolden kaçınmak, sağlıklı beslenmek ve spor yapmak gelir.

Ensefalopatiyi önlemek için aşağıda yer alan rutinleri hayatına dahil etmeniz gerekir:

  • Kafa kravmalarına maruz kalmamak için dikkat edin
  • Aşırı alkol tüketiminden kaçının
  • Sağlıklı beslenin
  • Düzenli egzersiz yapın
  • Toksin ve kimyasallardan uzak durun
  • Sinir sistemini olumsuz etkileyen ilaçlar kullanmayın

Nöral Terapi: Otonom Sinir Sistemi Tedavisi

Nöral terapi bir regülasyon tedavisi yoludur. Nöral terapi ya da diğer adıyla nöral tedavi, iyileşme süreci için bedene düzenleyici ve uyarıcı sinyaller gönderilmesidir. Etkilediği ana bölge, otonom sinir sistemidir.

Otonom sinir sistemi, vücudun her bölgesine uzanan bir sistemdir. Hücrenin elektriksel potansiyeli, hücreler arası sıvı ve sinirlerin oluşturduğu komplike bir mekanizması vardır.

Nöral terapide otonom sinir sisteminin uyarılması sonucu iyileşme sürecinin hızlanması hedeflenir.

Sağlıklı bir kişinin vücudu; iç ve dış dengeyi korumak, en az enerjiyle en verimli işleri gerçekleştirmek gibi görevlere sahiptir. Bu olay regülasyon kapasitesi olarak tanımlanır. Regülasyonun sürekli devam ettirilmesi; pek çok organ, doku ve sistemin olumsuz olaylardan etkilenmemesini sağlar.

Vücut regülasyonu, parasempatik ve sempatik sinirlerin otomatik olarak gerçekleştirdiği bir durumdur. Aynı hedefleri farklı maddelerle ve zıt şekilde uyaran bu iki sinir çeşidi; vücutta asit-baz dengesi, madde alışverişi gibi olayların düzenlenmesinde rol oynar.

Regülasyon kapasitesi aşıldığında ve vücut dengesi korunamadığında kişide hastalık belirtileri ortaya çıkar. Nöral terapi, bu bozulmuş regülasyon kapasitesini eski haline getirmek için uygulanır. Yapılan müdahaleler sonucu kişinin normal sağlık ritmine kavuşması beklenir.

Nöral terapi, birçok klinikte hastalara önerilen tedavi yöntemleri arasında yer alır. Özel Özkaya Tıp Merkezi, istenilen kalite ve titizlikte bir nöral terapi sürecini hastalarına sunar.

Nöral Terapinin Tarihi

Nöral terapinin başlangıcında kokainin keşfi yer alır. Yerel anesteziklerden olan kokain, Pavlov ve Sigmund Freud sayesinde tıbbi tedavilere dâhil olmuştur. 1906 senesinde alman bir cerrahın prokain enjeksiyonu kullanarak yaraların daha kolay iyileştiğini göstermesi, nöral terapi için önemli bir adımdır.

Günümüzde uygulanan modern nöral terapi ise, bir tesadüf sonucu keşfedilmiştir. Ferdinand ve Walter Huneke isimli iki doktor bu keşfin babalarıdır. Sık sık migren atağı geçiren kız kardeşlerine novocaine içeren bir enjeksiyon uygulayarak romatizma ağrılarına çare olmayı düşündüler. Ancak beklenmedik bir şekilde enjeksiyon sonrasında migrenin en tipik özelliklerinden olan baş ağrısı tamamen kayboldu.

Bu düzelme sonrası şaşkına dönen iki doktor, bir dizi deney ve araştırma yaptılar. Tedavi etkisi yaratan maddenin prokain olduğunu keşfettiler. Böylece prokain, lokal anestezinin yanı sıra hastalık tedavisinde de kullanılmaya başladı.

3 yıllık bir çalışma süreci sonrası “Anesteziklerin Bilinmeyen Uzak Etkileri” başlığıyla buldukları önemli bilgileri yayınladılar ve günümüze kadar uzanan nöral terapinin metodunu detaylı açıkladılar. Bu nedenle bazı yerlerde ‘Huneke nöral terapisi’ olarak da bahsedilir.

Nöral Terapinin Etki Mekanizması ve Uygulanma Şekli

Nöral terapinin vücutta yarattığı etkiye dair birkaç teori mevcuttur. Daha çok sinir sisteminde etki gösteren terapinin anlaşılabilmesi için sinir hücreleri ile ilgili bilgiler edinmek gerekebilir.

Bir Alman nörofizyolojist Albert Fleckenstein, hücre zarının içerisi ve dışarısı arasında belirli bir elektriksel potansiyel farkı olduğunu kanıtlamıştır. Bu fark, bazı durumlarda artıp azalsa da regülasyon sayesinde kolayca eski seviyesine geri döner.

Uyarı sonucu elektriksel potansiyeli düşmüş hücre tekrar istenilen seviyeye dönemediğinde bir hastalık oluştuğu düşünülür. Nöral terapide uygulanan lokal anestezikler, bozulan potansiyel dengesini düzeltir. Böylece hastalık nedenini ve sonuçlarını ortadan kaldırır.

Nöral terapide izlenen yol, genellikle vücudun bazı bölgelerine yapılan küçük iğnelerdir. Bu iğneler organlara, dokulara, ameliyat yaralarına, bazı sinir bölgelerine uygulanabilir. Enjeksiyon, bölgede güçlü bir uyarılmaya ve iyileşme sürecine yönelimi sağlar.

Nöral terapinin amacı iğne uygulanması değil, sinir sisteminde biyoelektriksel birtakım değişikliklere yol açmaktır. Bu sebeple enjeksiyon tedavisi olarak tanımlanabilir.

Seyreltilmiş prokain ya da lidokain, nöral terapide sıkça tercih edilen lokal anesteziklerdir. Ağrılı bölgede veya hastalığın ortaya çıkmasındaki bozukluğun görüldüğü kısma uygulama yapılır. Verilen anestezik maddeler, bozulmuş dokuları düzeltir ve hücrenin elektriksel potansiyelini normal seviyeye çeker.

Düzenli yapılacak seanslar, nöral terapiden alınan verimi bizlere gösterir. Genellikle haftada 2-3 seans uygulanması tavsiye edilir. Tedavi sürecindeki seansların sayısı ve sıklığında farklılıklar olabilir. Hastalığın şiddeti, vücuttaki bozulmuş alanların çokluğu ve kişinin iyileşme eğilimine yönelik bir süreç izlenir.

Seanslar yaklaşık 5 dakika sürer. Kullanılan iğneler oldukça ince uçlu olduğundan herhangi bir ağrı hissi oluşmaz. Birinci ve beşinci seans arasında nöral terapinin etkileri gözlenmeye başlar. Böylece tedavinin etki derecesine bakılarak toplam kaç seans gerekeceği hesaplanır.

Nöral Terapi Kimlere Uygulanabilir? Kimlere Uygulanmaz?

Nöral terapi, genelde ilaç tedavisi bulunamamış hastalıklarda başvurulan modern tıp yöntemleri arasındadır. Pek çok yaş grubu ve kişide etkili bir iyileşme sürecine katkıda bulunur.

Hamile ya da çocuk emziren kişiler, nöral terapiden faydalanabilir. Kronik bir ağrısı olan ve sağlıklı herkes, kolayca nöral terapiye yönelebilir. Ayrıca çocuk, genç, yaşlı her yaştan kişiye uygulama yapılabilir.

Yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kalp hastalıkları vb. hastalıklara sahip olup düzenli ilaç kullanan kişiler; nöral terapi metoduyla iyileşebilir. Ancak kortizon ilacı vücudun fonksiyonları baskıladığı için tedavinin etkinliğinde azalmaya yol açar.

Nöral terapinin uygulanabileceği gruplardan daha çok uygulamadan uzak durması gereken gruplar bilinmelidir. Terapi sebebiyle herhangi bir olumsuz durum olabilecek kişiler, başka bir tedavi yönteminden yararlanmalıdır.

Akıl sorunları yaşayan ağır psikiyatri hastalarına, nöral terapi uygulamasına giremez. Kan sulandırıcı kullananlar, regl dönemindeki kadınlar, kronik bir enfeksiyonu bulunanlar, ağır kanser hastalığı olanlar nöral terapi uygulanmaması gereken gruplardır. Kadınların regl dönemi geçtikten sonra uygulanma yapılması herhangi bir sorun teşkil etmez.

Myastenia gravis, Parkinson ve multiple skleroz hastaları, kalp yetmezliği, II. ve III. derece AV kalp bloğu olan hastalar, pıhtılaşma bozukluğu sorunu yaşayanlar, malign veya ruhsal hastalığı olanlar, akut cerrahi endikasyonu durumlarına nöral terapi asla yapılmamalıdır. Tiroid için atom tedavisi alan kişiler 6 ay, tiroid sintigrafisi çektiren kişilerse 1,5 ay nöral terapiden uzak durmalıdır.

Nöral Terapi Hangi Hastalıklarda Etkilidir?

Nöral terapi, pek çok hastalığın tedavisinde uygulanır. Özellikle klasik tıp yöntemleriyle çözülememiş, uzun süreli ve geçmeyen ağrılarda etkisini gösterir. Sadece bir tedavi yöntemi olmayan nöral terapi; bağışıklık sistemi güçlendirme, vücudu düzenleme ve sağlıklı halin sürdürülmesi gibi işlevlere sahiptir.

Migren
Migren, günlük hayatı oldukça etkileyen hastalıklardan biridir. Ense, şakak ya da göz çevresinden yayılan baş ağrısı, hastalığın en karakteristik özelliğidir. Baş ağrıları genelde ataklar haline oluşur. Bir atak yaklaşık 4 saat sürebilir ve ayda 8’den fazla atak görülmesi kronik migren tanısı konmasını sağlar.

Migrenin ne sebeple ortaya çıktığı tam olarak bilinemese de beyin kimyasallarındaki dengesizliğin oldukça büyük bir etken olduğu düşünülür. Migren ağrılarının sıklaşması ve şiddetlenmesi sonucu, bir nöroloji uzmanı tavsiyesiyle nöral terapiye başlanabilir.

Eklem Hastalıkları
Kas ve iskelet sisteminde olumsuz etkiler yaratan hastalıklar eklem hastalıkları başlığı altında toplanır. Menisküs, eklemde sıvı azalması, ödem gibi pek çok ciddi sorun kişinin sağlığında negatif sonuçlar doğurur.
Erken dönemde eklemi korumak ve oluşabilecek herhangi bir harabiyetten eklemi uzak tutmak tedavide önem taşır. Çoğunlukla yorgunluk ve halsizliğe ek olarak sinir ve eklem ağrıları hissedilir.
Eklem hastalığını patolojik ve histolojik açıdan değerlendirerek kesin bir tanı konulması ilk aşamadır. Normal bir radyolojik inceleme, tomografi, MR ve sintigrafik incelemeler hastalığın teşhisi için başvurulan yöntemlerdir.

Fıtık (Herni)
Organ ya da dokunun olması gereken yerden kayarak dışarı doğru yönelmesi sonucu fıtık oluşumu görülür. Bel ve boyun bölgesi fıtıkları, omurlar arasındaki disklerin yerinden çıkmasıyla meydana gelir. Nöral terapinin en sık uygulandığı fıtıklar, bel fıtığı ve boyun fıtığıdır.

Romatizma
Kas iskelet sisteminde ağrı ve hareket kısıtlılığı romatizma olarak isimlendirilir. Bazı durumlarda iç organlara kadar bir etki alanına yayılır. Hemen hemen her yaşta görülebilen romatizma, bağışıklık sisteminde zayıflamaya yol açar.

Birbirinden farklı yüzlerce hastalık ve ağrı çeşidi, nöral terapi metoduyla kolayca önlenebilir. Özkaya Tıp Merkezi’nde uygulanan nöral terapi sayesinde, kişinin günlük hayatına dönmesi ve sağlıklı halini koruması desteklenir.

Multipl Skleroz / MS Hastalığı Hakkında Her Şey

MS hastalığı, veya multipl skleroz, beyin ve omuriliğin oluşturduğu merkezi sinir sistemi ile göz sinirlerini etkileyebilen kronik nörolojik bir hastalıktır. Multipl skleroz en yaygın genç erişkin yaş grubunda görülmektedir.

Multipl skleroz, kişinin bağışıklık sistemindeki bozukluk sonucu merkezi sinir sistemindeki sinir hücrelerinin etrafını saran miyelin tabakası etkilenmektedir. Miyelin tabakasının zarar görmesi, sinir sisteminin vücudun çeşitli organlarına gönderdiği mesajların iletiminde kesintilere veya aksamalara neden olmaktadır.

MS hastalığı kişide görme, denge, kas kontrolü ve diğer temel vücut fonksiyonları ile ilgili sorunlara neden olmaktadır. Hastalık belirtilerinin şiddeti kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Bazı kişilerin tedavi gerektirmeyen çok hafif belirtileri varken bazı kişiler etrafta dolaşmak ve günlük aktiviteleri yapmak için bile yardıma ihtiyaç duyabilir.

MS Belirtileri Nelerdir?

MS hastalığı belirtileri kişiden kişiye farklı şekillerde oluşabilir. Bu belirtiler multipl skleroz hastalığının alt tipine göre de değişkenlik gösterir.
MS hastalığında belirtiler herhangi bir anda ortaya çıkabilir. Semptomların yol açtığı şikayetler genellikle kısmen ya da tamamen düzelir, fakat bazı MS tiplerinde ataklara bağlı belirtilerin neden olduğu şikayetler kalıcı olabilir. Örneğin, optik sinir kılıfının hasarına göre kişide renk parlaklığının azalması gibi şikayetler veya kalıcı görme kaybı oluşabilir.

Multipl skleroz hastalığı belirtileri açısından son derece kişisel bir hastalıktır, yani her belirti her MS hastasında görülmeyebilir ya da aynı şiddette yakınmalara yol açmayabilir. MS hastalarında genel olarak gözlemlenen belirtiler ise aşağıdaki gibidir:

  • Yüz bölgesinde karıncalanma ve uyuşma
  • Kol ve / veya bacaklarda uyuşma, karıncalanma, güçsüzlük, yorgunluk
  • Denge kaybı
  • Yürüme güçlüğü
  • Hareket bozuklukları
  • Duyusal kayıplar
  • Ani duygu değişimleri
  • Kabızlık
  • Gaita ve / veya idrar kaçırma
  • İdrar yaparken tutukluk
  • Sık idrara çıkma
  • Bellek ve dikkat problemleri
  • Baş ağrısı
  • İşitme kaybı
  • Çift görme
  • Görme kaybı
  • Demans benzeri kongitif (bilişsel) bozukluk ve yıkım

MS Hastalığı Neden Olur?

Multipl skleroz hastalığında kişinin kendi bağışıklık sistemindeki hücreler sinir hücrelerinin üstünü kaplayan koruyucu kılıf miyeline. Miyelinin görevi sinir liflerini korumak ve beyin ile vücudun geri kalanı arasındaki iletişimi sağlamaktır. Bu saldırı sonucunda hastalık kişinin sinir hücrelerinin bozulmasına ya da kalıcı olarak hasar görmesine neden olabilir.

MS hastalığına sahip anne veya babanın çocuklarında aynı hastalığın görülme oranı, toplumdaki aynı yaş grubu kişilerle kıyaslandığında 7-10 kat daha fazladır. Ancak genler, hastalığın oluşmasında tek faktör değildir. MS hastalığının oluşmasında etkili olan diğer birkaç faktör şunlardır:

  • Organik çözücü, cıva, böcek ilaçları ve radyasyon teması gibi çevresel faktörler
  • Geçmişte “herpes”, “varisella zoster” gibi virüslere maruz kalmak
  • Çevresel tetikleyicilerden etkilenen kalıtımsal (genetik) faktörler

MS Tanısı Nasıl Konur?

Multipl skleroz hastalığında görülen belirti ve bulgular diğer pek çok nörolojik hastalığı taklit edebilmektedir. Bu sebeple ayırıcı tanı belirlemede hastanın ayrıntılı öyküsü, fizik muayene, bazı testler ve görüntüleme yöntemleri kullanılır.

MS hastalığın teşhisinde kullanılabilecek özelleşmiş bir test yoktur. Tanı için öncelikle bu alanda uzman hekimler tarafından hastanın belirtilerinin diğer olası nedenlerin elenmesi gerekir.

Nöroloji uzmanı tarafından yapılacak ayrıntılı bir nörolojik muayene tanı konulabilmesi için son derecede değerlidir. MRG ile beyin ve omurilikteki miyelin kılıfında herhangi bir hasarın var olup olmadığı tespit edilebilir, yani MRG tanının doğrulanmasındaki en büyük yardımcılardan biridir.

Kan testleri, çok nadir fakat belirtileri MS ile oldukça benzer bir durum olan vitamin eksikliği veya nöromiyelitis optika olarak adlandırılan hastalığı ayırt etmek için yapılır.

Lomber ponksiyon prosedürü, belinizden bir iğne yardımıyla beyin omurilik sıvısından numune almak için kullanılmaktadır. Beyin omurilik sıvısı, beyin ve omuriliği çevreleyen sıvıdır ve bu sıvıda meydana gelen değişiklikler, sinir sisteminde sorunlara yol açabilir.

MS tanısı için günümüzde 2017 McDonald kriterleri uygulanmaktadır. Hekim, öncelikle hastanın ayrıntılı anamnezini alır ve daha sonrasında nörolojik muayenesini yapar. Laboratuvar testleri ve radyolojik görüntüleme tetkikleri ile elde edilen bulguların belirli kriterleri karşılaması durumunda kişiye multipl skleroz tanısı konulur.

MS Hastalığı Tedavisi

Multipl skleroz tanısı alan kişilere uygulanan tedavi, hastanın yaşadığı atak sayısını ve hastalığın kişi üzerinde oluşturduğu etkileri azaltmaya yöneliktir. MS tedavisi hastanın mevcut durumuna uygun olduğu belirlenen ilaçlarla yapılır.

Multipl skleroz atakları sırasında kişiye 3 ila 10 gün boyunca metilprednizolon adı verilen steroid (damar yolundan kortizon) verilir. Seçilmiş vakalarda kortizon tedavisine oral yolla da devam edilebilir. Bu süre boyunca hastanın günlük diyetinden tuz ve karbonhidrat çıkarılır. Hastanın bağışıklık sisteminde ortaya çıkan düzensizliğin giderilmesi ve atak sayısının azaltılması için kişiye özel farklı ilaçlar reçete edilebilir.

E-Hizmetler

7/24 Kolay & Hızlı Randevu

Özkaya Tıp Merkezi Özkaya Tıp Merkezi
0(312) 417 8585