Özkaya Tıp Merkezi
Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
MENÜ

Gizli Şeker Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Günümüz koşullarında sağlıksız beslenme düzeni, düzensiz hayat tarzı ve kötü alışkanlıklar insanların yaşamında yerini almıştır. Zamanla herkes tarafından benimsenen sağlıksız yaşam tarzı yüksek tansiyon, kalp damar hastalıkları, akciğer ve şeker gibi bazı hastalıklara neden olmaktadır. Eğer bir de kişinin bu hastalıklara genetik yatkınlığı varsa; yanlış beslenme alışkanlıkları ve hareketsiz bir hayat tarzı bu hastalıkların oluşumuna zemin hazırlar.

Şeker hastalığı aniden ortaya çıkan bir hastalık değildir, zaman içinde kendini belli eder. Şeker hastalığının oluşum sürecinde herhangi bir şikayete ve bulguya neden olmayan; ancak, vücut dengesinde bozulmalara neden olan erken bir dönem gözlemlenmektedir. Bu döneme halk arasında gizli şeker denilmektedir.

Şeker Hastalığı Nedir?

Halk arasında şeker hastalığı olarak adlandırılan diyabet, kanda bulunan şeker miktarını düzenleyen mekanizmaların bozulması sonucunda kan şekerinin kontrolsüzce artış göstermesi durumudur. Bu oluşan duruma bağlı olarak bazı dokularda hasar meydana gelebilmektedir.

Şeker hastalığı, altta yatan nedene ve insülin hormonunun salgılanmasını sağlayan mekanizmanın bozulma sebebine göre farklı tiplere ayrılır:

  • İnsülin üretim mekanizmasında, doğrudan vücuttaki otoimmün reaksiyonlar sebebiyle bozulmalar yaşanırsa Tip 1 diyabet oluşur.
  • Genetik miras, beslenme düzensizliği, vücut ağırlığı ve egzersiz eksikliği gibi faktörler sebebiyle insülin üretim mekanizması bozulursa Tip 2 diyabet oluşur.

Tip 1 diyabetin görülme sıklığı %5 olarak belirtilmektedir. Tip 2 diyabet ise her 100 insandan 9’unda bulunan bir hastalıktır. Şeker hastalığı; körlük, böbrek yetmezliği, kalp krizi, inme ve bacak ampütasyonları gibi birçok hastalıklara sebep olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü‘nün 2016 yılında yayınladığı verilere göre, dünya genelinde 1,6 milyon insan şeker hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

Gizli Şeker Nedir?

Şeker hastalığının ortaya çıkışı ani bir şekilde gerçekleşmez. Aile hikayesinde şeker hastalığı bulunan kişilerde, kötü beslenme alışkanlıklarının, hareketsiz yaşam tarzının, ciddi kilo artışının ve ek başka kronik hastalıkların etkisiyle vücuttaki kan şekeri dengesini sağlayan insülin hormonunun çalışma düzeninde bozulmalar yaşanır.

Bu gibi durumların varlığından dolayı kan şekerinin seviyesi, insülin hormonu tarafından olması gereken değere döndürülemez. Oluşan bu duruma insülin direnci adı verilir.

İnsülin direnci oluştuğunda vücut, insülinin etkisi görülmediğinden yeteri kadar üretilmediğini düşünür ve etkisini güçlendirmek için daha çok insülin hormonu üretmeye başlar. Bu doğrultuda, kanda tespit edilen insülin seviyesinde artış gözlemlenir.

Bu süreçle birlikte bahsedilen olumsuz alışkanlık ve davranışlar devam eder ise vücudun insülin üretim mekanizmasında bozulmalar yaşanır ve yeterli seviyede insülin üretememeye başlar. Bunun sonucu olarak kan şekeri yükselmeye devam eder. Bu süreç sonucunda, halk arasında gizli şeker olarak bilinen prediyabet hastalığı oluşur.

Şu da unutulmamalıdır ki; gizli şeker hastalığı, doğru yaşam tarzı ve kullanılan tedavi yöntemleri ile tedavi edilir ise şeker hastalığına dönüşmesi önlenebilir.

Gizli Şekerin Oluşum Sebepleri Nelerdir?

Genetik faktörler dışında bazı risk faktörlerine sahip kişilerde de gizli şeker ortaya çıkmaktadır.

Gizli şekere neden olabilen faktörler şu şekildedir:

  • Yanlış beslenme alışkanlıkları,
  • Obezite ya da aşırı kilo alımı,
  • Aktivitesiz yaşam tarzı,
  • Yüksek kan basıncı,
  • Yüksek kan kolesterolü,
  • Birinci derece aile yakınında Tip 2 diyabet hastalığının varlığı,
  • 4 kg’ın üstünde bebek dünyaya getirme.

Gizli Şekerin Belirtileri Nelerdir?

Gizli şeker hastalığında genellikle belirli bir şikayet ya da bulgu oluşmaz. Yapılan araştırmalara göre prediyabeti olan bireylerin sadece %10’luk kesiminde belirli şikayetlerin varlığı gözlemlenmiştir. Bu nedenle, gizli şeker tanısı genellikle, hastaların farklı sağlık sorunları için yaptırdığı kan testleri sonrasında konulabilmektedir.

Ancak kan şekeri düzeyinin yüksek kaldığı süreye bağlı olarak vücut bazı belirti ya da bulgular gösterebilir. Bu belirtiler şu şekilde sıralanabilir:

  • Vücut kitle indeksindeki dengesizlikler,
  • Çok yemek yeme ihtiyacı,
  • Yüksek kan basıncı,
  • Kan kolesterolünün artması,
  • Halsizlik,
  • Yorgunluk,
  • Konsantrasyon eksikliği,
  • Cildin renginde değişiklik.

Gizli Şeker Tanısı Koyma Yöntemleri

Şeker hastalığı tanısı, açlık ve tokluk kan şekeri düzeyinin ölçülmesi ve HbA1c değerinin belirlenmesi ile konulmaktadır. Sağlıklı bireylerde açlık kan şekeri düzeyi 70-100 mg/dl arasında olmalıdır. Bu doğrultuda, kan değerleri aşağıda belirtilen ölçüler arasında ise şeker hastalığı tanısı konulmaktadır.

  • Açlık kan şekerinin 125 mg/dl değerinin üstünde olması.
  • Tokluk kan şekerinin 200 mg/dl değerinin üstünde olması.
  • HbA1c değerinin 6,5 mg/dl üstünde olması.

Bu bilgiler doğrultusunda, şeker hastalığının habercisi olarak bilinen gizli şekerin tanısı, hastanın kan değerleri şu ölçüler arasında ise konulmaktadır.

  • Açlık kan şekeri 100 – 124 mg/dl değer aralığında ölçülürse, açlık kan şekerinde bozulmalar yaşandığı belirtilir.
  • Tokluk kan şekeri 140 – 199 mg/dl değer aralığında saptanırsa, glikoz toleransında bozulmaların başladığını gösterir.
  • HbA1c değeri 5,5 – 6,4 aralığında tespit edilir ise bireyin kan şekeri değerlerinin 3 ay boyunca yüksek seyrettiği ve buna bağlı olarak prediyabet olduğu söylenebilir.

Bu değerler doğrultusunda kişide bozulmuş açlık şekeri ya da glikoz toleransı tespit edilirse gizli şeker tanısı konur. Gizli şeker tanısı konan kişilerde şeker hastalığı riski vardır. Ancak bu risk alınacak önlemlerle ve uygun tedavi yöntemi uygulanarak ortadan kaldırılabilir.

Bu nedenle gizli şeker çok ciddiye alınması gereken bir hastalıktır. Mutlaka doktor kontrolünde uygun tedaviye başlanmalı ve gerekli önlemler alınmalıdır.

Gizli Şeker Tedavisi Nasıl Yapılır?

Gizli şekerin tedavisinde amaç insülinin normal fonksiyonuna geri döndürmektir. Buna yönelik olarak, insülin direncinin oluşmasında etkili olan faktörleri ortadan kaldırmak hedeflenir. Alınacak önlemler ve uygulanacak tedaviler şu şekildedir:

  • Beslenme uzmanı ile birlikte sağlıklı beslenme düzeni oluşturulmalı.
  • Günlük aktivite artışı sağlanmalı ve spor aktiviteleri günlük yaşam içinde yerini almalı.
  • Vücudun kitle indeksi değeri normal seviyeye ulaştırılmalı, sağlıklı kilo kaybı sağlanmalı.
  • Uzman doktorun gerekli görmesi durumunda kişiye ağızdan antidiyabetik ilaçlar hastaya verilmeli.

Hamilelikte Görülen Gizli Şeker

Hamilelikle birlikte progesteron ve östrojen gibi bazı hormonlarda değişimler yaşanır. Hormonlarda yaşanan bu değişimler insülin direncinin oluşmasına neden olabilir. Hormonal değişimler nedeniyle oluşan yüksek glikoz gebelikle birlikte görülür. Bu rahatsızlığa, gestasyonel diyabet ya da gebelik diyabeti denir.

Hamilelikle birlikte görülen gizli şekerde de belirtiler yukarıda belirttiğimiz gibidir. Eğer hastalığın takibi ve tedavisi yapılmaz ise annede ve bebekte çeşitli sağlık sorunları oluşabilir. Bu nedenle, hamilelik boyunca anne kontrol altında tutulmalı ve kan şekeri değerleri sık sık kontrol edilmelidir.

Gebelik ile gelişen gizli şekerin tanısı için anne adayına bir test yapılır. Gizli şeker testi için öncelikle anne adayına, aç karnına 50 gramlık glikozlu su içirilir. Bir saat sonra da kan örneği alınarak kandaki glikoz değerlerine bakılır. Bu test sonucunda anne adayına gizli şeker teşhisi konulması durumunda, tedavi için anne adayına doktor kontrolünde bir beslenme programı çıkartılır.

Aile öykünüzde tip 2 diyabet hastalığı varsa ya da bu belirtilerden bazılarını gösteriyorsanız mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalısınız.

Covid Miyim, Grip Mi? Covid ve Grip Farkı Nedir?

Grip virüsünün yaygın görüldüğü aylara geldiğimiz şu günlerde, aynı zamanda günümüzün en büyük salgın hastalığını da yaşamaktayız. Bu nedenle, şu günlerde covid ve grip farkı merak edilen bir konu haline geldi. Bugünkü sağlık köşemizde sizlere covid ve grip enfeksiyonlarından ve aralarındaki farklardan bahsedeceğiz.

Grip (İnfluenza) Nedir?

İnfluenza olarak da bilinen grip, çoğunlukla Ekim ve Nisan aylarında görülen ve bulaşıcı olan solunum yolu enfeksiyonudur. Grip aniden başlar ve kendini, ateş, kas ağrısı, boğaz ağrısı, baş ağrısı, öksürük, halsizlik ve burun akıntısı gibi şikayetlerle belli eder.

Uzmanlar tarafından gribin kuluçka süresinin 1 ile 4 gün olduğu belirtilmektedir. Gribin şiddeti, genellikle virüsün türüne; enfekte olan kişinin bağışıklık ve sağlık durumuna göre değişmektedir.

Grip, özellikle yaşlılarda ve çocuklarda; akciğer, kalp ve böbrek gibi kronik hastalıkları olan kişilerde daha şiddetli seyretmektedir.

Belirtileri

  • 38 derece ve üzeri ateş,
  • Yorgunluk,
  • Hâlsizlik,
  • Boğaz ağrısı,
  • Baş ağrısı,
  • Kas ve eklem ağrıları,
  • Öksürük,
  • Burun akıntısı,
  • Burun tıkanıklığı,
  • Hapşırma,
  • Bulantı,
  • Kusma,
  • Üşüme,
  • Terleme.

Tedavisi

Grip, genellikle doktor tarafından verilen destekleyiciler, ateş düşürücüler; C vitamininden zengin gıdalar tüketme, yeterli sıvı alma ve dinlenme ile tedavi edilmektedir. Alınan bu önlemlerde amaç, hastalığın ilerlemesini engellemek, belirtileri azaltmak ve semptom süresini kısaltmaktır.

Ancak grip enfeksiyonu ağır seyreden, hastalığın ilerlemesi daha hızlı olan ve kronik hastalıkları olan kişilere doktor kontrolünde, virüsün çoğalma hızını azaltan tedaviler uygulanmaktadır.

İnfluenza Aşısı

Her yıl, Dünya Sağlık Örgütü tarafından, grip virüsünde meydana gelen mutasyonlar araştırılarak yeni aşı içerikleri oluşturulmaktadır. Geliştirilen bu aşının koruyucu özelliği, genellikle 6 ile 8 ay arasındadır.

İnfluenza Aşısı Ne Zaman Yaptırılmalı?

Grip, genellikle Ekim-Nisan ayları arasında etkisini daha yoğun göstermektedir. Bu sebeple aşının Eylül-Kasım ayları içerisinde yaptırılması, gripten korunmada daha etkili olacaktır.

İnfluenza Aşısı Kimlerde Uygulanmalı?

  • Gebeliğin herhangi bir evresinde olan hamile kadınlarda,
  • 6 ay – 5 yaş arası çocuklarda,
  • 65 yaş ve üzeri yetişkinlerde,
  • Kronik hastalıkları olan kişilerde,
  • Sağlık çalışanlarında uygulanmalıdır.

Kimler Yaptırmamalı

  • 6 aydan küçük olan bebekler,
  • Şiddetli yumurta alerjisi olan kişiler,
  • Daha önce grip aşısına karşı şiddetli alerjik reaksiyon gösterenler,
  • Grip aşısı sonrasında, 6 hafta içinde Gullian-Barre Sendromu geçiren kişiler,
  • Ateşli, orta ve ağır hastalığı olan kişiler grip aşısı yaptırmamalıdır.

İnfluenza Aşısının Yan Etkileri

Grip aşısının çok nadir gözlenen bazı yan etkileri vardır:

  • Aşının yapıldığı yerde ağrı, kızarıklık ya da şişme,
  • Düşük dereceli, hafif baş ağrısı,
  • Ateş,
  • Kas ağrıları,
  • Mide bulantısı,
  • Yorgunluk.

Antikor Testi Hakkında Merak Edilenler

Vücudumuz virüs, bakteri ve antijenler gibi yabancı moleküllere karşı savunma için proteinler üretir. Antikor yani immünoglobulin, bağışıklık sistemimizin oluşturduğu bu proteinlerdir. Antikorlar gözyaşı, solunum sistemi salgıları, tükürük, bağırsak muhtevası ve idrar gibi vücudumuzun ürettiği sıvılarda bulunmaktadır.

Vücudumuzun savunma mekanizmasında üretilen her bir antikor farklıdır. Bunun nedeni, her yeni bakteri ya da virüsün yapısının farklı olması ve antikorların yapıyı tanımak için üretilmesidir. Böylece antikorlar, virüslerden koruma görevini daha rahat gerçekleştirirler.

Vücudumuz iki tip antikor üretmektedir. Bunlar;

  • İmmunoglobulin M (IgM): Erken dönem antikoru olarak adlandırılırlar. Kişinin Covid-19 virüsün yakın zamanda bulaştığını gösterir. Bu tip antikorun koruyucu özelliği yoktur, virüsle savaşmak için üretilir. Genellikle 7. günden itibaren oluşur ve 21. günden sonra kaybolur.
  • İmmunoglobulin G (IgG): Geç cevap antikordur. Koronavirüsün geç evrelerinde ortaya çıkar. Bu antikorlar koruyucu özelliğe sahiptir. Genellikle enfeksiyonun 14. günde üretilmeye başlanır. Uzun süre kanda kalmaya devam eder ve virüse karşı bağışıklık geliştirir.

Antikor Testi Nedir? Nasıl Uygulanır?

Covid-19 ile hayatımıza giren antikor testleri, kişinin koronavirüse karşı bir antikor oluşturup oluşturmadığını anlamak için uygulanmaktadır. Bu test, kandaki proteinlerin taramasını yaparak onların yapılarını inceler.

Antikor testinin yapılmasının nedenleri şu şekildedir;

  • Enfeksiyonun vücuttaki seyrini gözlemlemek
  • Vücudun bulaşıcı bir virüse maruz kalıp kalmadığını ve bunun oluşma durumunu değerlendirebilmek
  • Otoimmün bozukluklar, HIV, karaciğer hastalıkları ve semptomlardan kaynaklı problemleri gözlemlemek ve teşhis etmek
  • Organ nakili ya da transfüzyonu reaksiyonu oluşma durumunu saptamak ve nedenlerini araştırılmak

Nasıl Uygulanır?

Antikor testi iki farklı şekilde yapılmaktadır.

Hızlı tanı kitleri ile 15 dakika gibi kısa bir sürede sonuç alınabilmektedir. Ancak vücutta antikor üretimi zaman almasından dolayı belirtilerin oluştuğu ilk günler güvenilir sonuçlar vermeyebilir.
Antikor testleri sürüntü örneği ile değil kan örneği ile yapılır. Tanı ünitelerinde analiz edilen kan testleri ile daha doğru sonuçlara ulaşılmaktadır. Ancak bu örnekler laboratuvar ortamında incelendiğinden sonuçlar 3-5 gün içerisinde alınmaktadır.

Antikor Testi Kimlere Uygulanır?

  • Bakteri ya da virüse maruz kaldığı düşünülen kişilere
  • Enfeksiyon belirtileri gösteren kişilere
  • Enfekte olup belirti göstermeyen kişilerin tespitinde
  • Plazma tedavisinde donör olabilecek kişilerde
  • Bulaşıcı hastalığını bilmeden yayan kişileri tespit etmede
  • Enfekte olan kişilerin bağışıklık seviyelerini belirlemede

Antikor Testi ile Covid-19 İlişkisi

Antikor testi koronavirüs pandemi nedeniyle son dönemde sıkça gündeme gelmektedir. Salgın döneminde tedbirlerin belirlenmesinde, belirti göstermeyen ancak enfekte olmuş kişilerin tespitinde önemli bir araç olmuştur.

Bununla birlikte, enfekte olmuş ve sonrasında iyileşmiş kişilerin bağışıklık sisteminde oluşan antikorların tespitinde de uygulanmaktadır. Antikor testleri, hem gerçek sayıların belirlenmesinde hem de toplumun edindiği bağışıklık seviyesinin ölçülmesinde büyük önem taşımaktadır.

Antikor testlerinin güvenilirliği ile ilgili dünya genelinde tartışmalar vardır. Bir kişide antikor testinin sonucunun pozitif çıkması, kişinin enfekte olduğunu göstermektedir. Ancak bu kişinin korornavirüsüne karşı bağışıklık gelişip gelişmediğinin tam olarak tespit edilememektedir. Bu konuda Dünya Sağlık Örgütü bir bilgilendirme yayınlamıştır. Bu bilgilendirmede, koronavirüse karşı bağışıklığın tespitini yapabilecek antikor testi ile ilgili çalışmaların devam ettiğini belirtilmiştir.

Antikor Testi Covid-19 Tanısı İçin Yeterli Mi?

Covid-19 tanısı için antikor testlerini tek başına kullanmak doğru değildir. Doğru tanı için;

Öncelikle standart olan Covid PCR testi uygulanmalıdır.

Antikor testleri, kişinin daha önce covid-19 enfeksiyonu geçirip geçirmediğinin tespitinde kullanılmaktadır. Ayrıca virüse karşı gelişen bağışıklığın tespitinde uygulanmaktadır.

Antikor testinin sonucunda covid IgM antikoru pozitif ise bu durum, enfeksiyonun aktif döneminde olduğunu düşündürür. Ancak bu durumda, emin olmak için Covid PCR testi uygulamak düşünülmelidir.

Antikor testinin sonucunda covid-19 IgM antikoru negatif ve IgG antikoru pozitif ise kişinin covid-19 enfeksiyonunu geçirdiğini ve iyileşip bağışıklık oluşturduğunu düşündürür.

COVID-19 PCR Testi Hakkında Sıkça Sorulan 9 Soru

Özkaya Tıp Merkezlerimizde PCR testi güvenli bir şekilde yapılmaktadır !

Dünya genelinde toplamda 9 milyon 62 bin insana bulaşan ve 490 bin ölüme yol açan corona virüs, Türkiye’de de büyük endişe yaratmaya devam ediyor. Ülkemizde 193 bin vakası bulunan, 5046 can almış virüsün kesin tanısı için yapılan COVID-19 PCR testi hakkında merak edilen soruların cevaplarını sizler için verdik.

1. COVID-19 PCR testi nedir?

Türkiye’de ilk Corona virüs vakasının görülmesinden kısa bir süre sonra Bilim Kurulu Toplantısı ardından açıklama yapan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, korona virüs bağışıklık durumunun ölçümlenmesi ve hastalık tespiti için PCR ve antikor testi yapılacağını bildirdi.
Peki, PCR testi nedir? PCR yöntemi, nükleotitlerin uygun koşullar altında tüpte çoğaltılması işlemidir. Tıbbi ve biyolojik araştırma laboratuvarlarında, genetik parmak izi tanımlaması, gen klonlaması, babalık testi, kalıtsal hastalıkların tespiti ve DNA hesaplaması gibi farklı konularda yaygın olarak kullanılan bir metoddur.
COVID-19 PCR testi ise, Akreditasyon belgesine sahip, Sağlık Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş laboratuvarlarda COVID-19 taşıyıcılığının ölçümlenmesi için yapılan bir tarama testidir.

2. Kimlere COVID-19 PCR testi yapılır?

Çoğunlukla, seyahat şartı aranmaksızın, ateş, öksürük ve nefes darlığı şikayetlerinden yakınan kişilere, KBB uzmanlarının ön muayenedeki bulguları neticesinde COVID-19 PCR testi yapılır.
Ayrıca, COVID-19 PCR test sonucu pozitif çıkmış kişilere 14 gün öncesine kadar temas ettiği bilinen kişilere de, corona virüs belirtileri göstermese dahi test uygulaması yapılmaktadır.
Testin yapılması, toplumda pozitif vakaların artmasının önüne geçilmesinin tek yoludur. Buna ek olarak, koronavirüsten korunma yöntemleri çerçevesinde tavsiye edilen sosyal mesafe, temizlik ve maske kullanımı kurallarına da uyulması gerekmektedir.

3. Yurt dışına çıkmayı planlayanlar için COVID-19 PCR testi nerede yapılır?
Yakın tarihte açıklandığı üzere, KKTC, Almanya gibi bazı ülkeler, yeni normalleşme kapsamında, ülkelerine seyahat edecek kişilerden, son 48 saat içerisinde uygulanmış negatif PCR test sonucu istemektedir. Peki, bu testi nerede yaptırmalısınız?

COVID-19 PCR testi için, Sağlık Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş sağlık kuruluşlarında örnek alınmaktadır ve yetkili laboratuvarlarda test sonucu değerlendirilmesi yapılmaktadır.

Özkaya Tıp Merkezi olarak, hastanemize yurt dışına çıkma planı dolayısıyla korona testi yaptırma talebiyle başvuran bireyleri, Ankara’nın yetkilendirilmiş özel laboratuvarı olan, Akreditasyon belgesine sahip Özel Viromed Laboratuvarları‘na yönlendiriyoruz.

4. COVID-19 PCR testi nasıl yapılır?

Test için öncelikle hastanın burnundan ve boğazından özel çubuklarla sürüntü yöntemi ile örnek alınır.

Alınan sürüntü örnekleri virüs taşıma ortamı olarak da bilinen özel sıvılar içerisinde testin yapılacağı yetkili laboratuvara ulaştırılır.

Örnekler PCR yöntemiyle incelenir ve sonuç raporu oluşturulur.

5. COVID-19 PCR testi ne kadar sürede sonuçlanır?

Yapılış şekline, laboratuvar koşullarına ve yoğunluğa bağlı olarak, klasik COVID-19 PCR testi genellikle 2 – 4 saat arasında sonuç verir. Test sonucunun pozitif çıkması durumunda, kesin tanı konmadan önce testin 3 kez tekrarlanması gerekebilir. Bu yüzden, testin kesin sonuçlanması 1 günü bulabilir.

Hızlı tanı testlerinde ise, ortalama 15 dakika içerisinde bir sonuç elde etmek mümkündür. Hızlı sonuç veriyor olsalar da, güvenilirlikleri ve doğru tanı oranları, PCR testine göre çok daha düşüktür.

Bunun sebebi ise, bir virüs söz konusu olduğunda, antijen testlerin doğru sonuç verme oranı antikor testlerine oranla daha az olmasıdır.

Hastalık belirtileri gösteren kişilere uygulanan hızlı tanı testleri negatif dahi olsa, mutlaka PCR testi yapılması, hatta tomografi çekilerek teyit edilmesi gerekmektedir. Çünkü PCR testlerinde bile, 7. tekrarda pozitif çıkan vakalar görülmüştür.

6. Test yaptırırken nelere dikkat edilmelidir?

Ülkemizde, sıklıkla kişi pozitif bir vaka dahi olsa test sonucu negatif çıkabilmektedir. En önemli nedeni ise kültür materyalinin alınmasındaki başarısızlıklar ve teknik zorluklardır.
Testin güvenilir bir sonuç vermesi için, sürüntü örneklerinin doğru yerden alınması gerekmektedir. Bu yüzden, örneğin alanında uzman hekimler veya hemşireler tarafından alınıyor olması hayati derecede önemlidir.

Sürüntü örnekleri, virüsün en yoğun bulunacağı nazofarenks denilen geniz bölgesinden alınması gerekmektedir. Bu işlem sırasında, hastalar bir miktar acı çekecek ve bir rahatsızlık hissi tecrübe edecektir. Kültür alınırken, çubuğun her iki burun deliğinden genze kadar sokulması çok önemlidir.

7. Test sonucu negatif ne demektir?

Test sonucunun negatif olarak değerlendirilmesi, kişinin corona virüs taşımadığı anlamına gelmektedir.

PCR testinin performansı RNA tespitine göre değerlendirildiği için, örnekte bulunan RNA miktarı çok önemlidir. Örneğin doğru yerden alınması, laboratuvara transfer şekli, virüsün mutasyon geçirme ihtimali ve COVID-19 PCR test inhibisyonu gibi teknik hatalar testin verimliliği açısından sakıncalıdır. Bu yüzden, değerlendirme sonucu hastaya iletilmeden önce, gibi teknik hataların olmadığına emin olunması gerekmektedir.

8. Test sonucu pozitif ne demektir? Pozitif görülmesi durumunda ne yapılmalıdır?

Test sonucunun pozitif olması, kişinin corona virüs enfekte veya taşıyıcı olduğu anlamına gelmektedir.
Testin doğru sonuç verebilmesi için gerekli teknik detayları bir önceki başlığımızda incelemiştik. Yetkili kişilerin, hastaya değerlendirme sonucunu iletmeden önce herhangi bir hata olmadığına emin olması gerekmektedir. Ardından, sonucu pozitif çıkan kişinin, kesin tanı için bilgisayarlı tomografi yöntemi ile taranması tavsiye edilmektedir.
BT bulgularında da belirtilere rastlanmışsa, kişiye gerekli bilgilendirme yapılmalı, uygun tedavi planı oluşturulmalı, karantinaya alınmalı ve derhal tedaviye başlanmalıdır.
Korona virüs enfekte olmuş kişilerin, son 14 günde temas ettiği yakınları bilgilendirilmeli ve onlara da test yaptırmaları tavsiye edilmelidir. Çevresinde corona tedavisi gören kişilerle kontak kurmuş kişiler, belirti göstermese dahi kendilerini 14 gün boyunca karantinaya almalıdır.

Corona Virüs Belirtileri Nelerdir?

Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgınının belirtilerinin farkında olmak, kendinizi doğru muayene etmeniz açısından çok önemlidir. Günden güne vaka sayısının artmasıyla beraber, salgının baş gösterdiği belirtileri de merak konusu olmaya başlamıştır. Corona virüs belirtileri, grip ve nezle gibi üst solunum yolu hastalıklarının belirtileriyle benzerlik gösterir.

Günümüzde hızla yayılan bu salgının tüm belirtilerine oldukça hassas davranmak gerekir.

Hastalığın başlıca belirtileri nefes darlığı, öksürük ve ateştir. Ancak solunum yoluyla ilgili yaşanan tüm sıkıntıları dikkate almakta da fayda vardır. Çünkü hastalık, kişiden kişiye değişiklik gösteren farklı belirtilerle de ortaya çıkabilir.

Corona virüs belirtileri arasında burun akıntısı, eklem ağrıları ve halsizlik gibi belirtiler de vardır.

Belirtilerin genel olarak 2 ile 14 gün içinde ortaya çıktığı gözlenir. Ancak bazı durumlarda, hastalığın ortaya çıkması daha uzun dönemleri de bulabilir.

Herhangi bir kronik rahatsızlığı olmayan kimselerin, hiçbir belirti göstermeden, taşıyıcı olarak hayatlarını sürdürebilecekleri de gözlemlenmiştir.

Hastalığın ağır bir duruma gelip ilerlemesi sonucunda zatürre gibi ciddi hastalıklara çevrildiği de bilinen olgular arasında yer alır.

Ağırlıklı olarak solunum rahatsızlığı ile ortaya çıkan corona virüs salgınına kapılan kişilerde göz seğirmesi ya da tutukluluğu gibi farklı semptomlar gözlenebilir.

Virüsün damlacık yoluyla göze bulaşma ihtimali vardır. Araştırmalara göre, corona salgınından dolayı hayatını kaybeden ilk sağlık çalışanının göz doktoru olduğu bilinmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığının belirttiği tedbirleri dikkate alarak salgının bulaşma olasılığını en az seviyeye indirebilirsiniz.

Ellerin ağız ve yüze olabildiğince az değdirilmesi tavsiye edilir. Sık sık ellerin yıkanması da hastalığa karşı alınabilecek en önemli tedbirler arasında yer alır.

Corona Virüse Yakalanan Kişilerde Gözlemlenen Semptomlar Nelerdir?

Corona virüsün bulaşma ve yayılma süreci kişiden kişiye göre değişiklik gösterebilir. Başlangıçta hafif derecede ortaya çıkan belirtiler, zaman içerisinde şiddetlenebilir.

Belirtilerin şiddet derecesi yaş grubuna, kronik hastalıklara ve ortaya çıkma zamanına göre değişebilir. Orta yaş grubuyla ileri yaş grubu arasında gözlemlenen belirtilerin şiddeti birbirinden farklıdır.

Solunum yollarını hedef alan virüsün, ilerleyen dönemlerde ciddi akciğer rahatsızlıklarına neden olduğu bilinir.

COVID-19 salgınının, önceki yıllarda ortaya çıkan diğer Korona virüs vakaları gibi solunum yoluyla bulaştığı bilinmektedir.

Corona virüs belirtileri için bir listeleme yapmak gerekirse

  • Ateş. Virüse bağlı olarak yükselmeye başlayan ateş bir süre sonra daha şiddetli bir hal almaya başlar. Genellikle 37,5 ve üzerinde olan ateşler, risk grubunda değerlendirilir.
  • Öksürük. Virüsün bulaştığı andan kısa bir süre sonra ortaya çıkan öksürük zaman içerisinde boğuk bir hale gelerek ciddi solunum sıkıntılarına yol açar. Özellikle yoğun öksürük ve bununla beraber solunum zorluğu çeken kişilerin sağlık kuruluşlarına başvurmaları tavsiye edilir.
  • İshal. Virüsün bulaştığı bazı vakalarda ishal tespit edilmiştir. Ancak diğer belirtilere oranla görülme ihtimali oldukça düşüktür. İshale bağlı olarak ya da kendiliğinden oluşan bulantı, kusma gibi semptomlar da hastalığın belirtileri arasında yer alır.
  • Özellikle ileri yaş grubunda sıkça görülen nefes darlığı, corona virüs belirtileri arasında en dikkat çekici ve önemli olanıdır. Nefes darlığı bazen öksürükle beraber bazen de kendiliğinden ortaya çıkar.

Corona Virüs Belirtileri Görüldüğünde Ne Yapılmalıdır?

Corona virüs belirtileri olarak bilinen semptomların az şiddette dahi görülmesi durumunda mutlaka dikkate almak gerekir.
Bu süreçte ruh sağlığınızı korumak adına kendinize farklı hobiler edinebilirsiniz.
Özellikle kronik hastalığı bulunan kişilerin psikolojik açıdan olumlu düşüncelere sahip olmaları bu durumda büyük önem taşır.
Ancak unutmamak gerekir ki; corona virüs oldukça tehlikeli bir halde. En ufak belirtilerde dahi özellikle riskli grupta yer alan kişilerin vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşlarına başvurmaları tavsiye edilir.
Genç yaş grubuna sahip olan kişilerde görülen semptomların diğer yaş gruplarına oranla daha rahat atlatıldığı gözlenmiştir.
Genç kişilerde meydana gelen belirtiler bazen kendiliğinden geçer ve tedaviye gerek kalmaz. Corona virüs sürecinde risk taşıyan gruba dahil olan kişilerin dikkatli olmaları önerilir.
Kalp-akciğer hastalığı ya da herhangi bir kronik rahatsızlığı bulunan kişilerde corona virüs belirtileri görülme ihtimali daha yüksektir.
Belirtiler ve alınabilecek tedbirlerle alakalı yeterli bilgiye sahip olunması bu zorlu sürecin daha rahat atlatılmasına olanak tanır.
Şiddetli belirtiler görülen vakalarda sonuç ne yazık ki daha olumsuz olur. Bu vakalar genel olarak Böbrek yetmezliği, ciddi derecede solunum rahatsızlığı ve son olarak ölümle sonuçlanır.

Bu süreçten olumsuz etkilenmemek ve hastalığa yakalanmamak adına yapılan tüm uyarıları ciddiye almak gerekir.

Corona Virüse Karşı Alınabilecek Tedbirler Nelerdir?

Tedbir almak için hastalığa yakalanmış olmak gerekmez. Hatta tedbirlerin belirtiler öncesi alınması korunma açısından daha önemlidir. Corona virüs salgınına karşı alınabilecek tedbirler şu şekilde sıralanabilir;

  • Yurt dışında gelen kişilerle temas etmemek.
  • Zorunlu olarak dışarı çıkılması gereken durumlarda maske ve eldiven kullanmak.
  • Eve dönüşte elleri en az 20 snaite boyunca masaj yaparak yıkamak.
  • Kıyafetleri en az 60 derece sıcaklıkta yıkamak. Ayrıca dışarıdan gelindiğinde kıyafetleri çıkarmak.
  • Öksürük ya da hapşırık sırasında ağızı kapatmak. Mendil yoksa dirsek kısmını ağıza siper etmek.
  • İyi pişmemiş ya da çiğ haldeki hayvan etlerini tüketmemek.
  • Bulunulan ortamı sık sık havalandırmak.

Aşı Ve Bağışıklama Bilinmesi Gerekenler

Aşı ve bağışıklama kişilerin dünya üzerinde denk gelinen hastalıklar için vücutlarının bağışıklık kazanmaları amacıyla vücut direncini korumaya yönelik dizayn edilen biyolojik ürünlerin genel adıdır.

Aşı

Genel olarak enjektör iğnelerle vücuda enjekte edilir. Bunun dışında ağız ya da burun yoluyla da verilen aşı türleri mevcuttur.

Bağışıklama

Kişilerin aşı yöntemi yoluyla hastalıklara karşı direnç kazanma sürecidir. Aşı ve bağışıklama ile beraber insanların mevcut hastalıklara ve yeni üreyebilecek ekstra hastalıklara karşı direnç kazanma oranında artış gözlenir.

Aşı ve bağışıklama hem yetişkinler hem de çocuklar için hayati öneme sahiptir. Aşı ve bağışıklama nın olmadığı zamanlarda insanlar sakat kalabilir, vücutlarında ağır hasarlar oluşabilir hatta hastalık daha da ilerlerse ölümle dahi sonuçlanabilir.

Sağlık Bakanlığı tarafından aşı ve bağışıklama ile ilgili bir genelge yayınlanmıştır. Bu yayınlanan genelge doğrultusunda , aşı ve bağışıklama çalışmaları adı altındaki asıl amaç; toplum genelinde özellikle bebek ve çocuklarda aşıyla korunulabilir hastalıkların ortaya çıkışını biyolojik yöntemler kullanarak engellemektir. Buna bağlı olarak da ortaya çıkan hastalıklardan kaynaklanan ölüm ve sakatlıkların önüne geçilmek hedef alınır.

Genel Aşı ve Bağışıklama Programı kapsamında boğmaca, kızamık, tüberküloz, difteri, tetanoz, kızamıkçık, kabakulak, poliomyelit, Hepatit-B, hemofilus influenza tip b ile streptokokus pnömoniye (zatürre) bağlı invaziv pnömokokal hastalıkların ve bu hastalıklardan kaynaklanan bebekle çocuk ölüm oranlarının ve sakatlıkların önüne geçmek istendiği belirtilir.

Genel Bağışıklama Programının Hedefleri Nelerdir?

  • Toplumdaki insanların programa aktif bir şekilde katılmalarını sağlamak
  • Virüslere karşı geliştirilen aşıların etkinliğinin tam anlamıyla korunup, genel anlamda %97 oranına kadar aşılama hızıyla devamlılık kazanmak
  • Aşılar ile ilgili katılım bildirimlerinin düzenli ve güçlü bir şekilde sistematik olmasını sağlamak
  • 12 ile 24 ay arasındaki bebeklerin neredeyse tamamını aşılanmış bir hale getirmek
  • Aşıların güvenilirlik oranını artırmak için bilgilendirme yapmak
  • 59 aylık yani 5 yaş altındaki çocukların aşı durumunu kontrol etmek, aşısız olduğu tespit edilen çocukların aşılama çalışmalarını yürütmek
  • Aşıyla önlenebilen hastalıkları belirleyip bu doğrultuda özel programlar düzenlemek
  • Okul çağındaki çocukların pekiştirme aşılarını hızlı bir şekilde tamamlamak
  • İlerlediği takdirde vücutta ağır hasara yol açabilecek hastalıkları aşı yöntemini kullanarak kontrol altına almak
  • Gebelik durumu söz konusu olan ve ispat edilmiş kişilere tetanoz ve difteri aşısının belirlenen dolarını uygulamak

Çocukluk Dönemi İçin Belirlenen Aşı Takvimi

  • Hepatit B: İlk dozu doğumda olmak üzere birinci ve altıncı ayların içerisinde de birer doz
  • Su Çiçeği: 12. ay içerisinde
  • Bcg (Verem): İkinci ayın sonunda
  • Hepatit A: 18. ve 24. ayların sonunda

DaBT-İPA-Hib (Difteri, aselüler boğmaca, tetanoz, inaktif polio, hemofilus influenza tip b-Beşli aşı): 2, 4 ve 6. ayların içerisinde birer doz. Daha sonra 18 ile 24 aylar arasında pekiştirme amacıyla birer doz
Td (Erişkin tipi difteri-tetanoz aşısı): İlköğretim eğitiminin ilk sınıfında ve sekizinci sınıfında birer doz
KPA: (Konguge Pnömokok Aşısı): 2,4 ve 6. aylarda birer doz. Sonrasında 18 ile 24 aylar arasında pekiştirmek için birer doz

OPA (Oral Polio Aşısı): Altıncı ayın sonuna doğru, 18 ile 24 aylar arasında ve ilköğretim birinci sınıfta birer doz
KKK (Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak): 12 ayın içerisinde bir doz, ardından ilköğretim birinci sınıfta pekiştirme amacıyla bir doz daha

Bağışıklama Çeşitleri

Aktif Bağışıklama

Aşı ve bağışıklama uygulaması sırasında vücut içerisindeki immün sistemle beraber antikor ve hücresel olarak iki ayrı şekilde cevap vermesi amaç edinilir. Aktif bağışıklama sınıfına dahil olan aşılar;
Hepatit B, difteri, tetanoz, kızamık, kızamıkçık, su çiçeği, boğmaca, veba, tifo, kolera, pnömokok, şarbon, bcg, meningokok, influenza, kuduz, Hepatit A, sarı humma, ıpv, kabakulak.

Pasif Bağışıklama

İnsan vücuduna hazır antikor hücreler dezenfekte edilerek geçici süreyle hastalıklardan korunması sağlanır. Pasif bağışıklama grubuna dahil olan aşılar;

Hepatit B, su çiçeği, Hepatit A, kızamık, kuduz, tetanoz

Aşı ve Bağışıklama ile İlgili Pratik Detaylar

Günümüzde aşı ve bağışıklama yöntemlerinin önemi oldukça büyüktür. Özkaya Tıp Merkezi kadrosunda yer alan uzman hekimler aracılığıyla yöntemler hakkında en doğru bilgileri edinebilirsiniz.

Aynı anda birden fazla aşının yapılması mümkündür. Bu durumu doktorlar belirler. Bazı aşıların ardından 3 gün banyo yapılması önerilmez. Aşı ve bağışıklama yapılırken tok ya da aç olma gibi zorunlu bir durum söz konusu değildir.

Maymun Çiçeği’nden Korunmanın Beş Yolu

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) maymun çiçeği için 23 Temmuz’da “küresel acil durum” ilan etmişti. Covid-19 pandemisinin hız kesmediği bugünlerde maymun çiçeği virüsü vakaları da giderek artıyor.

Vücut sıvısı ve damlacık yoluyla bulaşır Hastalıkta bulaşma yakın temasla olur. Hastalık temel olarak vücutta deri bütünlüğü bozulmuş alanlardan ve enfekte hayvan sıvılarının teması ile bulaşır. İnsandan insana ise vücut sıvılarının temasının yanında, damlacıklar yoluyla da geçer. Hastalık büyük damlacıklarla, yüz yüze yakın temasla bulaşır. Özellikle ateşi ve ciltte döküntüsü olan kişilerden uzak durulmalı. Ateşi ve ciltte döküntüsü olan kişiler de mutlaka cerrahi maske kullanıp, doktora başvurmalı.

Ateş sonrası cilt döküntüleriyle belirti verir

Maymun çiçeği virüsü bulaştıktan sonra 5 ile 21 gün arasında ortaya çıkar. Başlıca belirtileri ateş, baş ağrısı, lenf bezlerinde şişme, halsizlik, sırt-kas ağrıları ve ateş düştükten sonra ortaya çıkan deri döküntüleridir. Hastalığın başlangıç döneminde ateş, baş ağrısı, şişlik, sırt-kas ağrıları ve genel halsizlik görülür. Bu dönem genellikle 5 güne kadar sürer. Ateşin ortaya çıkmasından sonraki 1 ila 3 gün içinde cilt döküntüsü başlar. Yüz, el, kol, ayak ve bacaklarda daha fazla miktarda görülür. Özellikle yüzde başlayıp avuç içlerini ve ayak tabanlarını etkiler.

Hafife almayın önlem alın

  • Maymun çiçeği virüsünden en önemli korunma yolu mesafedir.
  • Ateşi ve döküntüsü olan insanlardan uzak durulmalı.
  • Yüz yüze ve yakın temastan kaçınılmalı.
  • Kapalı alanlarda mutlaka maske kullanılmalı.
  • Hijyene önem verilmeli, eller sık sık yıkanmalı.

PCR testiyle teşhis edilir

Vücuttaki döküntüler suçiçeği ve çiçek hastalığına benzese de lenf bezi şişliği maymun çiçeği virüsünün önemli ayırt edici belirtileri arasında yer alır. Hastalığın tanısı, seyahat öyküsü ve lezyonlardan alınan PCR testi ile konulur. Virüs kanda kısa bir süre kaldığı için kan testi yöntemi maymun çiçeği virüsü için uygun değildir.

Kronik hastalığınız varsa dikkat!

45 yaş üstü kişiler çiçek (variola) virüsüne karşı aşılı olduklarından maymun çiçeği virüsünden de korunabilmektedir. 45 yaş altı kişilerin hepsi hastalığı geçirebilir. Ancak kronik hastalığı olanlar, bağışıklığı baskılanmış kişiler hastalık açısından daha riskli grupta yer almaktadır.

Karaciğer Yağlanmasına Karşı 5 Öneri

Hem kadınlarda hem de erkeklerde neredeyse aynı sıklıkta görülen karaciğer yağlanması, karaciğer hücrelerinin olması gerekenden daha fazla yağ biriktirmesiyle oluşan bir hastalıktır. Sinsice ilerler ve genellikle kan testleri ya da ultrasonla tesadüfen teşhis edilir. Toplumun yüzde 25’ini tehdit eden bu hastalıkla ilgili bilinmesi gerekenler

Kimler risk altında?

Karaciğer yağlanması genellikle belirti vermez. Diyabeti, ailesinde kolesterol yüksekliği olanlarda, beslenme alışkanlığı düzensiz ve kalitesiz, özellikle obez kişilerde karaciğer yağlanmasında kuşkulanılmalı ve kontrole gidilmeli. Yağlı karaciğer hastalığı gelişimiyle obezite arasında her ne kadar sıkı ilişki olsa da bazen zayıf bir kişinin karaciğerinde de ileri derecede yağlanma ve hatta bu sebeple siroz gelişebilir. Karaciğer yağlanmasına yol açan etkenler alkol kullanımı, metabolik sendrom, diyabet, hipertansiyon, kalıtsal enzim bozuklukları ve ilaca bağlı karaciğer hücresi hasarıdır. Karaciğer testlerinde hafif yükseklik olan kişilere yapılan ultrasonografide yağlanma görülerek tanı konulur.

Tehlikeli midir?

Karaciğer yağlanmasının 2050 yılında karaciğer kanseri gelişiminde ilk sıradaki risk faktörü olacağı öngörülmektedir. Yani basit bir yağlanma karaciğer hücre harabiyeti, kanser dönüşümüne gidecek kadar ciddi problemlere sebep olabilir. Toplumun yaklaşık yüzde 25‘inde karaciğer yağlanması olduğu, bunların yüzde 25’inde siroz gelişeceği, siroz gelişenlerin yüzde 25’inde de kanser gelişiminin görüleceği düşünülürse sayı olarak en sık kanser gelişim sebebinin karaciğer yağlanması olacağı görülebilir. Karaciğer yağlanması zemininde karaciğer kanseri gelişimi için en önemli risk faktörleri; ileri yaş, bağ doku, şeker hastalığı, obezite ve bazı genetik yatkınlıkların varlığıdır.

Nelere dikkat edilmeli?

Bu hastalık için özel icat edilmiş, tek kullanımda durumu düzelten ilaç maalesef bulunmamaktadır. Basit tedbirler ve yaşam tarzı değişikliğiyle karaciğer yağlanması büyük oranda tersine çevrilebilir.

1-En önemli etken obezitedir ve hastanın kilo vermesi ile karaciğer yağlanmasında da belirgin düzelme görülür.
2- Diyabet, yüksek tansiyon, kolesterol gibi sorunların kontrol altına alınması karaciğer yağlanmasının gerilemesine yardımcı olur.
3- Sportif aktivite örneğin günde 1 saat tempolu yürüyüş karaciğer yağlanmasını önleyecek; yağlanması olan kişilerde de gerilemesine yardımcı olacaktır. Düzenli spor ve obeziteden korunma ile büyük bir grup karaciğer yağlanmasının önüne geçebilir.
4- Zeytinyağlı, yeşil sebze ağırlıklı, Omega 3’ten zengin beslenme, yani Akdeniz tipi beslenme de karaciğer yağlanması gelişiminde koruyucudur.
5-Kahvenin pek çok kalp ve diğer hastalıklardan, kanser gelişiminden koruyucu etkisi artık bilinmektedir. Karaciğer yağlanmasında da faydalıdır ve günde 1 fincan Türk kahvesi içilmelidir.

Kötü Kolesterol ile Başa Çıkma Yolları

Kalp krizinden felce kadar ölümcül sağlık sorunlarına neden olan kötü kolesterolü düşürmenin yolları

Kolesterol aslında hücrenin yapısında bulunan bir moleküldür. Vücut için önemli görevleri vardır. Hücre duvarları ve hormonların inşasında rol oynayan kolesterol ihtiyacımızın büyük kısmı vücudumuz tarafından üretilerek karşılanır, geri kalanı da yiyeceklerden sağlanır. İnsan sağlığı açısından korkulan kolesterol, kanda dolaşan kolesterol çeşitlerinden biri olan ve aynı zamanda kötü kolesterol olarak da bildiğimiz LDL’dir. ‘’Yapılan birçok çalışma yüksek LDL kolesterol seviyeleri ile kalp ve damar hastalıkları riskinin arttığını ortaya koymuştur. Ülkemizde yüksek kolesterol görülme sıklığı yüzde 30 civarında. Bu da hemen hemen her 3 kişiden 1’inde bu tehlikenin var olduğu anlamına gelir’

Risk faktörleri nelerdir?

Öncelikle ailesel olarak yüksek kolesterole bir yatkınlık varsa yani kişinin babasında, annesinde veya dedesinde kolesterol yüksekliği oldu ise bu önemli bir risk artışını ifade eder. Diğer bir risk artışı bozulmuş kan şekeri düzeyleri, insülin direnci olan ya da diyabet hastalığı tanısı var olan hastalarda mevcuttur. Fakat burada kolesterol yüksekliği için riskten ziyade kalp damar hastalıkları açısından risk daha önemlidir. Bu açıdan risk faktörleri diyabet, hipertansiyon, sigara kullanımı, kronik böbrek yetersizliği ve yaş sayılabilir. Sigara içen bireylerde oluşan oksidatif strese bağlı olarak kan damarlarında bazı bozulmalar meydana gelir. Yüksek kolesterol ile birlikte olduğunda maalesef kalp damar hastalıkları açısından ciddi bir risk artışı meydana gelir. Alkol ise zamanla karaciğerde yağlanmaya sebep olur. Bu yağlanma da metabolik olarak hastalarda kolesterol yükseklikleri ile ilişkili olabilir. Stres ve gerginlik sırasında kalbi hızlandıran ve sorunlarla başa çıkmaya yardımcı olacak adrenalin ve kortizol gibi hormonlar salgılanır. Uzun süreli stres durumunda ise bu hormonlar yüksek seviyelerde kalır ve bu durum da kalbe yük bindirir. Zamanla, aşırı LDL (kötü kolesterol) atardamarlarda birikerek tıkanmalara ve sertleşmeye neden olabilir. Stres ayrıca, ekstra LDL’yi temizlemeye yardımcı olan HDL’nizi veya “iyi” kolesterolü düşüren inflamasyonu (iltihap) tetikler.

Gençlerde de görülür mü?

Normal bireylerde yaş ile kolesterol yüksekliği görülme sıklığı artar. Fakat ailesel kolesterol yüksekliği mevcut ise çok erken yaşlarda bile kolesterol yüksekliği saptanabilir. Bu da erken yaşta kalp krizi ya da inme riskini maalesef artırır. O yüzden eğer ailede erken yaşta kalp krizi hikayesi mevcut ise mutlaka ailesel kolesterol yüksekliği olabileceği akılda bulundurulmalı ve kolesterol düzeylerine bakılmalıdır.

Hastalar nasıl beslenmeli?

Diyetle alınan kolesterolün ana kaynağı bilindiği gibi hayvansal gıdalardır. Kolesterolü yüksek saptanan hastalarımıza hayvansal gıdaları tamamen kısıtlamıyoruz ancak daha yüksek oranda kolesterol içeriği olan örneğin ciğer, yumurta, kırmızı et, biftek gibi gıdalar yerine az yağlı balık ya da tavuk, az yağlı süt ve süt ürünleri öneriyoruz. Ayrıca ayçiçeği yağı veya hayvansal katı yağlar yerine yemeklerde zeytinyağı kullanımını öneriyoruz. Meyve şekeri yani fruktoz içeren basit şekerlerin de aşırı tüketilmesini istemiyoruz.

Ne zaman ve ne kadar süreyle ilaç kullanmak gerekir?

Bu kolesterol ilaçları tek sefer kullanılan ilaçlardan değildir. Yani bir kutu kullanıp bırakmak doğru değil. Çünkü siz kolesterol ilacını bıraktığınız zaman özellikle beslenmenize de çok dikkat etmiyorsanız kısa sürede yeniden yükselecektir. İlaç başlamış olduğumuz hastalara da beslenme önerilerimize aynen uymalarını öneriyoruz. Bunun yanında tabii ki fiziksel aktivite çok önemli. Yüksek miktarda kolesterol düşüşleri sağlayabiliyor.

İlaçların yan etkileri var mı?

Kolesterol ilaçları nadir de olsa kas enzimlerinde yüksekliklere veya karaciğer enzim yüksekliklerine sebep olabiliyor. Biz de hastalarımızı olası yan etkiler hakkında ayrıca bilgilendiriyor gerekirse bu ilaçların dozlarını azaltabiliyor veya başka tarzda ilaçlar kullanabiliyoruz.

LDL seviyesi nasıl düşürülür?

Bu her hastada çok kolay olmayabiliyor. Öncelikle riski yüksek hastalara yaşam tarzı değişiklikleri öneriyoruz. Bunlar fiziksel aktivite ve beslenme önerileri şeklinde oluyor. Bunlarla eğer hedeflenen kolesterol seviyelerine gelemezsek o takdirde ilaç tedavisi gerekebiliyor. Burada hastaların tedaviye uyumu çok önemli.

Diyabet Hastalarına Kış Uyarıları

Kandaki şeker miktarının artması sonucu diyabet hastalığı ortaya çıkar.Temel olarak 2 çeşit diyabet var fakat diyabet öncesi dönem, Tip 1 diyabet, Tip 2 diyabet, gebelik diyabeti, çocukluk çağı diyabeti şeklinde farklı sınıflandırmalar da yapılabilir. Tip 2 diyabet toplumda daha çok görülmekte ve hastaların yaklaşık yüzde 90’ınını oluşturmaktadır. Tip 2 diyabetlilerin yüzde 80’i şişmandır. Bu bağlamda Tip 2 diyabete yol açan önemli nedenlerden biri şişmanlıktır.

Kış aylarında günlerin kısalması, aktivitenin yaz aylarına oranla daha az olması metabolizmayı yavaşlatması yanında kalori harcamasını da azaltır ve hastalar kilo almaya daha yatkın hale gelir.

Diyabet hastalarına kış ayları için öneriler

1–Turunçgillede ölçüyü kaçırmayın

Kışın evde daha uzun süre kalmak daha çok ve daha kalorili besinlerin tüketilmesine neden olabilir. Karbonhidrat ağırlıklı beslenmenin artmasıyla birlikte özellikle portakal, mandalina gibi turunçgiller fazla tüketiliyor. Ölçülü yenildiklerinde vitamin ve enerji deposu olan bu meyveler fazla tüketildiğinde kan şekerinin ayarını bozabilir. Dolayısıyla bu tip gıdaların kan şekerinde artışa neden olacağı bilinmeli ve yeme oranları doktor tavsiyesi ile olmalıdır.

2–Ayak yaralarından korunun

Diyabet hastalarında sinir uçları etkilendiğinde şiddetli ağrıların yanı sıra bu hastalarda his kaybıyla sonuçlanan ve his kaybının yarattığı olumsuzluklarla birlikte ayak yaraları oluşur. Bu yaralar tedavi edilemez ülserlerin neticesinde parmak, bacak, ayak kayıplarına yol açan olumsuzluklara neden olabilir. Ağır şekilde sinirleri hasar görmüş olan hastalar ileri his kaybı yaşayabilir. Kış aylarında evlerinde ısınmak için soba ve benzeri aletleri kullanan hastalar ayaklarını sobanın önünde ısınmak amacıyla uzattıklarında veya sobanın üstünde ellerini ısıtmaya çalıştıklarında fark etmeden ciddi yanıklar yaşayabilir. Yine bu aylarda banyo sırasında fark etmeden çok sıcak suya maruz kalıp çeşitli yanıklara maruz kalabilirler. Özetle üşüyen ayakları ısıtmak için soba, kalorifer, gibi ısıtıcılara yaklaştırılmamalı. Kışın; rahat kesimli, ortopedik tabanlı, iç astarlı ayakkabı ve yumuşak, sıkmayan çorap giyilmelidir. Ayaklar her gün yıkanıp, herhangi bir yara ya da renk değişikliği var mı diye kontrol edilmelidir. Soğuk ve rüzgârdan korunmak için eldiven kullanmaya özen gösterilmeli, ancak nefes alamayan deri gibi eldivenlerden kaçınılmalı.

3–Enfeksiyon riskine karşı cildinize iyi bakın

Diyabetik hastaların cildi enfeksiyon etkenlerine daha yatkındır. Soğuk ve kuru hava, düşük nem, rüzgâr cildin kurumasına ve çatlamasına neden olabilir. Çatlaklar, derideki açıklıklar, enfeksiyonlara yol açabilecek bakterilerin girmesine izin verebilir. Dolayısıyla diyabetli kişilerde bağışıklık sistemlerinin nispeten zayıf olmasını da göz önüne aldığımızda enfeksiyona yakalanma olasılığı ciddi artış gösterir. Sıcak su da cildi kurutabilir. Kuru cilt çatlamaya daha yatkındır ve cildi tahriş ederek kaşınmasına neden olabilir. Bunun yerine ılık su ile duş alabilirsiniz. Kısacası cildinizi korumak, çatlaklara ve tahrişe yol açabilecek cilt kuruluğunu önlemek önemlidir. Bunun için vücudunuzun ve cildinizin iyi nemlendiğinden emin olmak gerekir. Yeterli su alınmalı ve vücut susuz bırakılmamalıdır. Banyodan sonra cilt henüz nemini kaybetmeden losyon, nemlendirici vb. kullanmak ihmal edilmemeli. Ayak parmaklarınız ve genital bölgelere yoğun nemlendirici kullanmaktan kaçını. Cildin kıvrımları arasındaki aşırı nem, mantar enfeksiyonları için en uygun zemindir. Mantar enfeksiyonu, bakterilerin vücuda girmesi ve yayılmasında çok daha ciddi yara enfeksiyonları oluşumu için etkendir.

4–Aşılarınızı olmayı ihmal etmeyin

Diyabet hastaları maalesef enfeksiyon oluşumuna yatkın bireyler. Viral ve bakteriyel enfeksiyonlar hem daha sık görülür hem de daha ağır geçebilir. Bu nedenle kış ayları başlamadan mevsimin influenza aşılarının yapılması gerekir. Ayrıca Covid-19 aşıları da vakitleri geldiğinde yapılmalıdır. Bu hastalarda zatürre açısından da dikkatli olunmalı ve zatürre aşıları yapılmalıdır.

5–Sağlıklı beslenin ve yürüyüş yapın

Kış aylarında da hem beslenmeye hem de egzersize dikkat edilmeli. Yeşil yapraklı mevsim sebzeleri ve salata tüketimi artırılmalı. Vitamin ihtiyacı bu besinlerle de sağlanmalı. Mümkün olduğu kadar haftada 3 veya 4 defa en az 45 dk-1 saat süre ile yürüyüş gibi egzersizler yapılmalıdır.

E-Hizmetler

7/24 Kolay & Hızlı Randevu

Özkaya Tıp Merkezi Özkaya Tıp Merkezi
0(312) 417 8585