Özkaya Tıp Merkezi
Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
MENÜ

Tiroid Biyopsisi Nedir?

Tiroid bezini oluşturan hücrelerin düzensiz çoğalması sonucu oluşan tiroid nodülleri, toplumda sık rastlanan rahatsızlıklar arasında yer alıyor. Çoğunlukla belirti vermeyen tiroid nodülleri, muayene ve ultrason görüntülemesi ile tespit ediliyor. Tespit edilen tiroid nodülünün iyi ya da kötü huylu olup olmadığının belirlenmesi tiroid biyopsisi ile mümkün olabiliyor. İnce iğne aspirasyon biyopsisi, kalın iğne biyopsisi ve açık biyopsi tiroid nodülleri için güvenilir tanı yöntemleri arasında yer alıyor. Bununla birlikte tiroid biyopsisinin yapılan tekniğe göre hızlı, ucuz, konforlu ve güvenli sonuçlara ulaşma gibi avantajları bulunuyor.

Tiroid kanseri olasılığını artıran faktörler nelerdir?

Tiroid kanseri risk faktörleri doğumsal ve edinilen olmak üzere ikiye ayrılabilir. Tiroid kanseri olasılığını artıran risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir.

Cinsiyet: toplumda görülen tiroid kanserleri kadınlarda erkeklere oranda daha fazla görülmektedir. Kadınlarda daha fazla tiroid kanserinin görülmesinin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte östrojen hormonuyla ilgili olabileceğini düşünülmektedir.

Radyoterapi: Özellikle baş ve boyun bölgesinde yapılan radyoterapiler tiroid kanseri riskini artırabilmektedir.

Genetik faktörler: Hücresel düzeyde meydana gelen çeşitli mutasyonlar ve genetik faktörler tiroid kanseri riskini artırabilir.

Ailesel geçiş: Ailede tiroid kanseri öyküsünün olması tiroid kanseri riskinin artmasına sebep olabilmektedir

Tiroid biyopsisi nedir?

Tiroid biyopsisi, tiroid bezinden küçük bir parça alınarak bu dokuda kanser veya enfeksiyon durumlarının var olup olmadığını belirlemek için yapılan girişimsel tanı işlemidir. Tiroid bezi nefes borusunun önünde, gırtlağın hemen altında bulunan bir organdır. Bazı durumlarda tiroid bezinin içinde sert ele gelen veya görüntüleme yöntemleri ile tespit edilebilen nodüller oluşabilir. Bu nodüller çoğu zaman tehlikeli olmamakla beraber, bazı durumlarda kanser olabilir.  

Tiroid biyopsisi hangi durumlarda yapılır?

Tiroid biyopsisi, tiroid bezinde bulunan bir nodülün tam olarak iyi ya da kötü huylu olup olmadığının belirlenmesi gerektiği durumlarda yapılır. Bu nodüller fizik muayene, ultrason görüntülemesi veya radyoaktif tiroid taramasında tespit edilebilir.

Tiroid biyopsisi kimlere yapılmaz?

Tiroid biyopsisi aşağıdaki durumlara sahip kişilere yapılmaz:

  • Tiroid nodülü 4 cm üzerinde olan kişilere, tiroid biyopsisi yapılmaz. Çünkü bu hastaların ameliyat olması gerekir ve yapılacak olan biyopsi nodül büyük olduğu için teşhis şansını düşürür. 
  • Paratiroid adenomları, tiroid kanseri ile karıştırılabilmektedir. Bu durumun tam olarak teşhisini koyabilmek için biyopsiden farklı tanı yöntemleri kullanılır.
  • Ultrasonda çok yüksek riskli nodülleri saptanan kişilere tiroid biyopsisi yapılmaz.
  • Tiroid iltihabı olan hastalara tiroid biyopsisi yapılmaz.

Hangi tür nodüllere biyopsi uygulanır?

Tiroid nodülleri elle muayene ve ultrasonografik görüntüleme yöntemi ile belirlenebilir. Ultrasonografide saptanan ve kanser yönünden şüpheli özellikler taşıyan tiroid nodüllerine tiroid biyopsisi uygulanır.

Tiroid biyopsisi nasıl yapılır?

Tiroid biyopsisi 3 farklı yöntem ile yapılabilir. Bu yöntemler şu şekilde sıralanabilir:

İnce iğne biyopsisi: Hastanın boynu antiseptik ile temizlenir. Hastaya lokal veya topikal anestezi uygulanabilir. Biyopsiyi gerçekleştirecek olan hekim, tiroid nodülünden hücreleri çekmek için kan alımında kullanılan iğneden daha küçük ve ince bir iğne ile ultrason rehberliğinde nodülün içine girer. Örnekleme alındıktan sonra iğne nodülden çıkarılır. Ek numune alınması gerektiği durumlarda yeni bir iğne kullanılır. Birkaç hücre örneği elde edebilmek için nodüle genellikle 2 veya 6 kez ince iğne batırılabilir. Böylece kanserli hücrelerin bulunma şansı artırılır. Biyopsi yapıldıktan sonra hastanın boynuna baskı uygulanır. İnce iğne biyopsisi ortalama yarım saat sürer. Birçok hekim tiroid biyopsisi için ameliyattan ziyade ince iğne biyopsisi yöntemini kullanmayı tercih eder.

Kalın iğne biyopsisi:  İnce iğne aspirasyon biyopsisinden net cevap alınamayan durumlarda uygulanabilen bir tiroid biyopsi yöntemidir. Uzman hekim tarafından ince iğne aspirasyonunda kullanılan iğneden daha büyük ve özel uçlu bir iğne ile nodüle girilir ve bir pirinç tanesi büyüklüğünde doku örneği çıkarılarak patoloji laboratuvarına gönderilir.

Açık biyopsi: Bu yöntem bir cerrah tarafından ameliyathanede yapılır. Bu işlemde hasta genel anestezi ile uyutulur ve tiroid bezinin üzerindeki cilt özel bir sabun ile temizlenir. Cerrah tiroid bezini görmek için hastanın derisine bir kesi açarak tiroid dokusu örneği veya bir nodülü alabilir. Alınan tiroid dokusunda kanser hücresi olup olmadığının belirlenmesi için örnek laboratuvara gönderilebilir. Kanser hücreleri bulunursa, cerrah tiroid bezinin çoğunu veya tamamını bu işlemde çıkarabilir. Kesi dikişlerle kapatılır ve dikişlerin üzerine bir bandaj konulur. Bazı hastaların bu işlemden sonra gece hastanede kalması gerekebilir. Açık biyopsi işlemi, diğer testler ile belirtilerin nedeni bulamadığında yapılır. Bu işlem ameliyat gibi olduğu için hastanın iyileşme süreci diğer yöntemlere göre uzun sürer. Bu sebeple açık biyopsi, iğne biyopsisi kadar yaygın olarak kullanılmaz.

Tiroid biyopsisinin avantajları nelerdir?

Ultrason görüntülemesi tiroid bezinde bulunan kitlelerin içeriği ile ilgili bir bilgi vermez. Bu sebeple tiroid nodülünden alınan biyopsi örneğinin patolojik laboratuvarda değerlendirmesi, kitlenin kanserli olup olmadığı konusunda net bilgi sağlar. Bununla birlikte tiroid biyopsisinin yapılan tekniğe göre hızlı, ucuz, konforlu ve güvenli sonuçlara ulaşma gibi avantajları bulunmaktadır. Aynı zamanda yapılan biyopsi işlemi sonucunda tiroid kanseri olunmadığının belirlenmesi ile birlikte hastalar da gereksiz ameliyatlardan kurtulur. Nodülün sonucunun kötü huylu olarak sonuçlanması durumunda ise yapılacak cerrahinin kapsamının belirlenmesi sağlanır. 

Tiroid biyopsisi sonrasında hasta nelere dikkat etmelidir?

Tiroid iğne biyopsisi sonrasında biyopsi yapılan bölgeye gazlı bez veya steril bir bez ile 20 dakika süresince baskı uygulanır. Bu süre sonunda herhangi bir bandajlama yapılmasına gerek duyulmaz. Ancak biyopsi yapılan alana enfeksiyon açısından bir gün dikkat edilmesi gerekir.

Açık biyopsi de ise hasta ameliyat edildiği ve genel anestezi aldığı için gerektiği durumda hastanede bir gece yatışı uygun görülebilir. Bu biyopsi yönteminde kesi oluşacağı için iyileşme süreci biraz daha uzun sürmekte ve enfeksiyon kanama gibi risklere dikkat edilmesi gerekmektedir.

Anne Olma Hayallerinize Tiroid Yüzünden Gölge Düşmesin

Tiroid bezi hastalıkları, üreme çağındaki kadınlarda oldukça sık görülüyor. Özellikle hamilelik döneminde olan ya da bebek sahibi olmak isteyen kadınların sıkça karşılaştığı tiroid sorunları, bu süreci zorlaştırabiliyor. Ancak kontrolleri düzenli ve eksiksiz yaptırmak, takibi yapan doktorların önerilerine harfiyen uymak ve gerekiyorsa gebelik öncesi gerekli ön tedavileri almak, bu büyülü yolculuğun tiroid açısından sorunsuz atlatılmasına olanak sağlıyor. 

Tiroid hormonu bebeğin gelişiminde önemli rol oynuyor

Tiroid bezi boynun orta hattında, nefes borusunun hemen önünde yerleşmiş olan önemli bir endokrin organdır. Üreme çağındaki kadınlarda, tiroid bezi hastalıkları sık görülmektedir. Tiroid hormonları hem gebeliğin sorunsuz sürdürülmesi, hem de anne ve bebek sağlığı üzerinde çok önemli rol oynamaktadır. Gebelikte her endokrin bez gibi tiroid bezi de bir miktar büyür. Tiroid bezi T3 ve T4 olarak adlandırılan iki hormon salınımından sorumludur. Sağlıklı gebelikte gebeliğin 7.haftasından itibaren T4 artmaya başlar ve 16. haftada en yüksek değerlere ulaşır. Bu hormonun artışı, büyümekte olan bebeğin hem zeka gelişimi, hem de vücut gelişimi için çok önemlidir. Gebeliğin erken dönemlerinde, bebeğin tiroid bezi işlev görmediğinden anneden bebeğe geçen tiroid hormonları özellikle de bebeğin merkezi sinir sisteminin gelişmesinde önemli rol oynamaktadır. Gebeliğin 16.-17. haftalarında bebeğin tiroid bezi de hormon yapmaya başlar, ancak unutulmamalıdır ki; neredeyse gebeliğin son haftalarına dek anneden bebeğe tiroid hormonu geçişi devam eder.

Gebelerin günlük 200-250 mcg iyot alması önerilir

İyot, tiroid hormonu yapımı için çok önemli bir maddedir ve bebeğin yeterli miktarda tiroid hormonu yapabilmesi için anneden uygun miktarda iyot geçişinin olması gereklidir. Gebelikte annenin iyot ihtiyacı artmaktadır. Bunun yanında ülkemizde iyot eksikliği halen çok önemli bir sorundur. Hem bebeğin sağlıklı gelişimi, hem de annede guatr oluşumunu engellemek için gebelerin günlük 200-250 mcg iyot alması önerilmektedir. İyot için en önemli kaynak iyottan zengin tuzlardır. Ayrıca doktor kontrolünde iyot takviyesi alınması da gerekebilir.

Bu kriterleri taşıyorsanız

Eğer bir anne adayı;

  • 30 yaşından daha büyükse
  • Tiroidi az veya çok çalışıyorsa
  • Guatr veya Hashimoto tiroiditi gibi bir tiroid hastalığı varsa
  • Daha önceden tiroid ameliyatı olduysa 
  • Tip 1 diyabet gibi bağışıklık sistemini etkileyen bir hastalığı varsa
  • Düşük, erken doğum öyküsü, gebelik kayıpları, gebelikte tansiyon yüksekliği varsa
  • Kısırlık (infertilite) tedavisi görüyorsa
  • Ailede tiroid hastalığı varsa
  • Şişman ise
  • İyot eksikliği bölgesinde yaşıyor ise mutlaka tiroid hormonları ölçülmelidir.

Hipotiroidiye dikkat!

Tiroid bezinin tiroid hormonlarını yeterli miktarda üretememesine hipotiroidi denir ve gebelikte sık görülen bir durumdur. Öte yandan Hashimoto hastalığı ve daha önceden geçirilmiş tiroid cerrahilerinden sonra da hipotiroidi sıkça görülür. Eğer anne adayında hipotiroidi teşhis edildiyse vakit kaybedilmeden tedavisine başlanmalı ve gebelik haftasına göre önerilen tiroid hormon değerlerine ulaşmak hedeflenmelidir. Eğer aşılama ya da tüp bebek gibi yardımcı üreme teknikleri ile gebelik planlanıyorsa, öncesinde tiroid hormonları hedef değerlere getirilmelidir.

Daha önceden size hipotiroidi teşhisi konmuş ve tedavi alıyor iseniz, unutmayın ki gebelik süresince daha yüksek ilaç dozlarına ihtiyaç duyulacaktır. Gebe olduğunuzu anladığınız anda günlük ilaç dozunu %25-30 oranında artırmalı ve en kısa sürede bir iç hastalıkları uzmanı veya endokrinoloji uzmanına başvurmalısınız.

Her 1000 gebeliğin sadece 2’sinde hipertiroidi görülüyor

Tiroid bezinin tiroid hormonlarını fazla miktarda üretmesine ise hipertiroidi denir ve hipotiroidinin aksine her 1000 gebeliğin sadece 2’ sinde görülür.  En sık sebebi Graves hastalığı (% 85-90) olmakla birlikte bazen tiroid nodülleri de hipertiroidiye neden olur. Hipertiroidi belirti ve bulguları, sinirlilik, titreme, çarpıntı, terleme, sıcak tahammülsüzlüğü, kilo kaybı, uykusuzluk, dışkılama sayısında artış ve guatrdır. Normal gebelikte de bu bulgulara sık rastlandığı için fark edilmeyebilir. Ayırıcı tanıda, tiroid fonksiyon testleri önemlidir. Hipertiroidi uygun tedavi edilmediğinde anne ve bebekte istenmeyen olayların gelişmesine sebep olabilir. Annede düşük, plasenta ayrılması, erken doğum, kalp yetmezliği, hipertansiyon, tiroid fırtınası gelişebilir. Prematüre doğum, düşük doğum ağırlığı, ölü doğuma neden olabilir. Gebelikte hipertiroidisi olan annelerin tiroid testleri, düşük riskinden kaçınmak için sıkı kontrol edilmeli, gerekirse tedavisi başlanmalıdır. Hipertiroid bir kadın gebe kalmayı planlıyor ise öncesinde tiroid hastalığı tercihen cerrahi veya radyoaktif iyot tedavisi ile kalıcı bir çözüme ulaştırılmalı, tiroid hormonları normale geldikten sonra gebelik izni verilmelidir.

Gebelikte tiroid hormon fazlalığı geçici olabilir

Gebelikte ayırt edilmesi gereken önemli bir durum da gebeliğe bağlı olarak tiroid hormonlarının geçici artması durumudur. Kanda yükselen gebelik hormonunun (beta-hCG) tiroid bezini uyarıcı etkisi vardır ve gebeliğin ilk aylarında bu hormon etkisi ile geçici bir tiroid hormon fazlalığı gelişebilir. Gebeliğin 6-8 haftasında ortaya çıkmakta ve gebeliğin 18-20. haftasında kendiliğinden düzelmektedir. Tüp bebek tedavisi görenlerde, ikiz gebeliklerde görülme sıklığı daha fazladır. Genellikle bulantı, kusma eşlik eder. Bu durumda çoğu kez tiroide yönelik bir tedavi gerekmez, serum, vitamin takviyesi gibi destek tedavileri yeterlidir.

Gizli Şeker Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Günümüz koşullarında sağlıksız beslenme düzeni, düzensiz hayat tarzı ve kötü alışkanlıklar insanların yaşamında yerini almıştır. Zamanla herkes tarafından benimsenen sağlıksız yaşam tarzı yüksek tansiyon, kalp damar hastalıkları, akciğer ve şeker gibi bazı hastalıklara neden olmaktadır. Eğer bir de kişinin bu hastalıklara genetik yatkınlığı varsa; yanlış beslenme alışkanlıkları ve hareketsiz bir hayat tarzı bu hastalıkların oluşumuna zemin hazırlar.

Şeker hastalığı aniden ortaya çıkan bir hastalık değildir, zaman içinde kendini belli eder. Şeker hastalığının oluşum sürecinde herhangi bir şikayete ve bulguya neden olmayan; ancak, vücut dengesinde bozulmalara neden olan erken bir dönem gözlemlenmektedir. Bu döneme halk arasında gizli şeker denilmektedir.

Şeker Hastalığı Nedir?

Halk arasında şeker hastalığı olarak adlandırılan diyabet, kanda bulunan şeker miktarını düzenleyen mekanizmaların bozulması sonucunda kan şekerinin kontrolsüzce artış göstermesi durumudur. Bu oluşan duruma bağlı olarak bazı dokularda hasar meydana gelebilmektedir.

Şeker hastalığı, altta yatan nedene ve insülin hormonunun salgılanmasını sağlayan mekanizmanın bozulma sebebine göre farklı tiplere ayrılır:

  • İnsülin üretim mekanizmasında, doğrudan vücuttaki otoimmün reaksiyonlar sebebiyle bozulmalar yaşanırsa Tip 1 diyabet oluşur.
  • Genetik miras, beslenme düzensizliği, vücut ağırlığı ve egzersiz eksikliği gibi faktörler sebebiyle insülin üretim mekanizması bozulursa Tip 2 diyabet oluşur.

Tip 1 diyabetin görülme sıklığı %5 olarak belirtilmektedir. Tip 2 diyabet ise her 100 insandan 9’unda bulunan bir hastalıktır. Şeker hastalığı; körlük, böbrek yetmezliği, kalp krizi, inme ve bacak ampütasyonları gibi birçok hastalıklara sebep olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü‘nün 2016 yılında yayınladığı verilere göre, dünya genelinde 1,6 milyon insan şeker hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

Gizli Şeker Nedir?

Şeker hastalığının ortaya çıkışı ani bir şekilde gerçekleşmez. Aile hikayesinde şeker hastalığı bulunan kişilerde, kötü beslenme alışkanlıklarının, hareketsiz yaşam tarzının, ciddi kilo artışının ve ek başka kronik hastalıkların etkisiyle vücuttaki kan şekeri dengesini sağlayan insülin hormonunun çalışma düzeninde bozulmalar yaşanır.

Bu gibi durumların varlığından dolayı kan şekerinin seviyesi, insülin hormonu tarafından olması gereken değere döndürülemez. Oluşan bu duruma insülin direnci adı verilir.

İnsülin direnci oluştuğunda vücut, insülinin etkisi görülmediğinden yeteri kadar üretilmediğini düşünür ve etkisini güçlendirmek için daha çok insülin hormonu üretmeye başlar. Bu doğrultuda, kanda tespit edilen insülin seviyesinde artış gözlemlenir.

Bu süreçle birlikte bahsedilen olumsuz alışkanlık ve davranışlar devam eder ise vücudun insülin üretim mekanizmasında bozulmalar yaşanır ve yeterli seviyede insülin üretememeye başlar. Bunun sonucu olarak kan şekeri yükselmeye devam eder. Bu süreç sonucunda, halk arasında gizli şeker olarak bilinen prediyabet hastalığı oluşur.

Şu da unutulmamalıdır ki; gizli şeker hastalığı, doğru yaşam tarzı ve kullanılan tedavi yöntemleri ile tedavi edilir ise şeker hastalığına dönüşmesi önlenebilir.

Gizli Şekerin Oluşum Sebepleri Nelerdir?

Genetik faktörler dışında bazı risk faktörlerine sahip kişilerde de gizli şeker ortaya çıkmaktadır.

Gizli şekere neden olabilen faktörler şu şekildedir:

  • Yanlış beslenme alışkanlıkları,
  • Obezite ya da aşırı kilo alımı,
  • Aktivitesiz yaşam tarzı,
  • Yüksek kan basıncı,
  • Yüksek kan kolesterolü,
  • Birinci derece aile yakınında Tip 2 diyabet hastalığının varlığı,
  • 4 kg’ın üstünde bebek dünyaya getirme.

Gizli Şekerin Belirtileri Nelerdir?

Gizli şeker hastalığında genellikle belirli bir şikayet ya da bulgu oluşmaz. Yapılan araştırmalara göre prediyabeti olan bireylerin sadece %10’luk kesiminde belirli şikayetlerin varlığı gözlemlenmiştir. Bu nedenle, gizli şeker tanısı genellikle, hastaların farklı sağlık sorunları için yaptırdığı kan testleri sonrasında konulabilmektedir.

Ancak kan şekeri düzeyinin yüksek kaldığı süreye bağlı olarak vücut bazı belirti ya da bulgular gösterebilir. Bu belirtiler şu şekilde sıralanabilir:

  • Vücut kitle indeksindeki dengesizlikler,
  • Çok yemek yeme ihtiyacı,
  • Yüksek kan basıncı,
  • Kan kolesterolünün artması,
  • Halsizlik,
  • Yorgunluk,
  • Konsantrasyon eksikliği,
  • Cildin renginde değişiklik.

Gizli Şeker Tanısı Koyma Yöntemleri

Şeker hastalığı tanısı, açlık ve tokluk kan şekeri düzeyinin ölçülmesi ve HbA1c değerinin belirlenmesi ile konulmaktadır. Sağlıklı bireylerde açlık kan şekeri düzeyi 70-100 mg/dl arasında olmalıdır. Bu doğrultuda, kan değerleri aşağıda belirtilen ölçüler arasında ise şeker hastalığı tanısı konulmaktadır.

  • Açlık kan şekerinin 125 mg/dl değerinin üstünde olması.
  • Tokluk kan şekerinin 200 mg/dl değerinin üstünde olması.
  • HbA1c değerinin 6,5 mg/dl üstünde olması.

Bu bilgiler doğrultusunda, şeker hastalığının habercisi olarak bilinen gizli şekerin tanısı, hastanın kan değerleri şu ölçüler arasında ise konulmaktadır.

  • Açlık kan şekeri 100 – 124 mg/dl değer aralığında ölçülürse, açlık kan şekerinde bozulmalar yaşandığı belirtilir.
  • Tokluk kan şekeri 140 – 199 mg/dl değer aralığında saptanırsa, glikoz toleransında bozulmaların başladığını gösterir.
  • HbA1c değeri 5,5 – 6,4 aralığında tespit edilir ise bireyin kan şekeri değerlerinin 3 ay boyunca yüksek seyrettiği ve buna bağlı olarak prediyabet olduğu söylenebilir.

Bu değerler doğrultusunda kişide bozulmuş açlık şekeri ya da glikoz toleransı tespit edilirse gizli şeker tanısı konur. Gizli şeker tanısı konan kişilerde şeker hastalığı riski vardır. Ancak bu risk alınacak önlemlerle ve uygun tedavi yöntemi uygulanarak ortadan kaldırılabilir.

Bu nedenle gizli şeker çok ciddiye alınması gereken bir hastalıktır. Mutlaka doktor kontrolünde uygun tedaviye başlanmalı ve gerekli önlemler alınmalıdır.

Gizli Şeker Tedavisi Nasıl Yapılır?

Gizli şekerin tedavisinde amaç insülinin normal fonksiyonuna geri döndürmektir. Buna yönelik olarak, insülin direncinin oluşmasında etkili olan faktörleri ortadan kaldırmak hedeflenir. Alınacak önlemler ve uygulanacak tedaviler şu şekildedir:

  • Beslenme uzmanı ile birlikte sağlıklı beslenme düzeni oluşturulmalı.
  • Günlük aktivite artışı sağlanmalı ve spor aktiviteleri günlük yaşam içinde yerini almalı.
  • Vücudun kitle indeksi değeri normal seviyeye ulaştırılmalı, sağlıklı kilo kaybı sağlanmalı.
  • Uzman doktorun gerekli görmesi durumunda kişiye ağızdan antidiyabetik ilaçlar hastaya verilmeli.

Hamilelikte Görülen Gizli Şeker

Hamilelikle birlikte progesteron ve östrojen gibi bazı hormonlarda değişimler yaşanır. Hormonlarda yaşanan bu değişimler insülin direncinin oluşmasına neden olabilir. Hormonal değişimler nedeniyle oluşan yüksek glikoz gebelikle birlikte görülür. Bu rahatsızlığa, gestasyonel diyabet ya da gebelik diyabeti denir.

Hamilelikle birlikte görülen gizli şekerde de belirtiler yukarıda belirttiğimiz gibidir. Eğer hastalığın takibi ve tedavisi yapılmaz ise annede ve bebekte çeşitli sağlık sorunları oluşabilir. Bu nedenle, hamilelik boyunca anne kontrol altında tutulmalı ve kan şekeri değerleri sık sık kontrol edilmelidir.

Gebelik ile gelişen gizli şekerin tanısı için anne adayına bir test yapılır. Gizli şeker testi için öncelikle anne adayına, aç karnına 50 gramlık glikozlu su içirilir. Bir saat sonra da kan örneği alınarak kandaki glikoz değerlerine bakılır. Bu test sonucunda anne adayına gizli şeker teşhisi konulması durumunda, tedavi için anne adayına doktor kontrolünde bir beslenme programı çıkartılır.

Aile öykünüzde tip 2 diyabet hastalığı varsa ya da bu belirtilerden bazılarını gösteriyorsanız mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalısınız.

Bölgesel Zayıflama Nedir? Hangi Teknikler Kullanılır?

Günümüzde hem kadınlar hem de erkekler vücutlarında bölgesel zayıflama arzusu içerisine girerler.

Bölgesel incelme olarak bilinen bu teknik kilo vermeyi değil bedeni ölçü olarak küçültmeyi ve vücudun daha sıkı bir hale getirilmesini hedef alan uygulamalardır.

Özellikle kilo olarak fazlalığı olduğunu düşünen kişiler ya da vücudunun formda görünmediğini düşünen kişiler bölgesel zayıflama tekniğini kullanarak arzu ettikleri görünüme kolayca kavuşmayı isterler.

Bölgesel zayıflama adı verilen yöntem aslında insan vücudunun bazı bölgelerinde birikim gösteren yağların ihtiyaç dahilinde azaltılması için tercih edilir.

Yaradılışın doğası gereği her insanın vücudu farklı şekillere ve özelliklere sahiptir. Günümüzde birtakım sebeplere bağlı olarak zaman içerisinde kişilerin vücutlarının bazı bölgelerinde yağlanmalar meydana gelir.

Bu sebepler; içsel ya da dışsal olabildiği gibi genetik durumlara da bağlı olabilir. Vücutta biriken yağlar her bölgeye eşit bir şekilde yayılmaz.

Hatta çoğu zaman vücutta kalça gibi bazı bölgelerde ağırlıklı olarak yayıldığı görülür. Söylemek gerekirse maalesef bu yağları spor ve diyet gibi yöntemlerle yok etmek mümkün değildir.

Bölgesel Zayıflama Yönteminin Uygulanması Hangi Kişiler İçin Uygun Olur?

Bölgesel zayıflama işlemi için adayların bazı kriterlerinin olması gerekir. Bu kriterler şöyle sıralanabilir;

  • Vücuttaki selülitlerden kurtulmak isteyen kişiler
  • Cerrahi operasyon yöntemlerinden birini kullanarak zayıflamak istemeyen kişiler
  • Daha önce yaptıkları tıbbi işlemlerden olumlu bir sonuç alamayan kişiler
  • Diyet ve spor gibi uygulamalar sonucunda vücutlarını istedikleri hale getirmeyen kişiler

Bölgesel Zayıflama İçin Kullanılan Teknikler Nelerdir?

Bölgesel zayıflama metotları her geçen gün yenileri ilave edilerek büyük gelişimler gösterir. Bu metotlar toplamda iki ayrı gruba ayrılabilir.

Cerrahi metotlar olarak bilinen invazif yöntemler ve cerrahi olmayan teknikler olarak kabul gören neon-invazif yöntemlerdir.

Soğuk Lipoliz

Cerrahi olmayan teknikler arasında en yeni yöntem olarak bilinen soğuk lipoliz FDA onaylı yapılır. Deri ve deri altındaki yağlı bölgelere vakum etkisi yaratan bir başlık yerleştirilir. Bu vakum sistemiyle kan dolaşımı yavaşlatır. Ardından yağ hücreleri hareketsiz hale getirilir. Hareketsiz hale getirilen yağ dokuları belirlenen bir zaman dilimi içerisinde soğutulur. Bu işlem sırasında vücudun diğer organlarına zarar gelmesi de önlenir. Soğuk lipoliz yöntemi tek seans şeklinde yapılır. Ancak vücudunda yoğun bir şekilde yağ dokusu olan kişilerde seans sayısı üçe çıkarılabilir. Seanslar arasında 2 ay süre olması gerekir. İşlem yapıldıktan sonra ilk etkiler ortalama 3 hafta sonra görülmeye başlar. 4 ay sonunda vücut yapılan işlemin ardından yeni haline kavuşur.

Kavitasyon

Ultrasona benzeyen ses dalgalarının özel olarak dizayn edilmiş el başlığı yardımıyla cilt dokusuna uygulanan ve cerrahi olmayan yöntemlerden biridir. Bu yöntemle yapılan bölgesel zayıflama işlemleri oldukça etkili sonuçlar gösterir. Üstelik bu yöntemle sadece Bölgesel olarak incelmek yerine selülit ve cilt sıkılaştırması gibi ilave avantajlardan da yararlanmanız mümkündür. Haftada 2 seans olmak üzere kişiye göre ortalama 6 ile 10 seans arasında işlem tamamlanmış olur.

Radyofrekans

Bölgesel zayıflama metotları arasında yine cerrahi olmayan teknikler sınıfına dahil olan bir işlemdir. Selülit ve kırışıklık gibi bazı cilt sorunlarında da bu teknik tercih edilir. Derinin üst ya da alt kısımlarında su toplamış olan moleküllerin belli bir ısı yardımıyla harekete geçirilmesi amaçlanır. Isı derecesi ise ortalama 40 ile 43 derece arasıdır. Belirlenen derece kişilerin hücrelere zarar vermeyecek orandadır. Toplamda 10 seans uygulanır. Özkaya Tıp Merkezi’nde bölgesel zayıflama tekniklerinden birini tercih ederek hayal ettiğiniz görünüme sahip olabilirsiniz.

E-Hizmetler

7/24 Kolay & Hızlı Randevu

Özkaya Tıp Merkezi Özkaya Tıp Merkezi
0(312) 417 8585