Özkaya Tıp Merkezi
Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
MENÜ

Tümör ve Kanser Belirleyiciler

Kanserin erken evresinde teşhis edilmesi, kanser tedavisinin başarı oranını artırmaktadır. Bu yüzden, herhangi bir belirti göstermeyen kişilerin bile rahim ağzı, meme, prostat ve kalın bağırsak kanserleri için düzenli kanser tarama testlerine girmeleri, 6 ayda bir check up yaptırmaları tavsiye edilmektedir.

Fiziksel muayene esnasında kanserden şüphelenmeyi gerektirecek bir durum olursa, hekimlerimiz, kan hücrelerinin sayı ve büyüklüklerine bakmak için kan testi istemektedir. Kan testi ile genellikle prostat kanseri, yumurtalık kanseri, tiroid kanseri, karaciğer kanseri, testis kanseri ve kan kanseri tanısı konulabilmektedir. Ancak erken tanı için, farklı kanser tetkiklerinin yaptırılması gerekmektedir.

Özkaya Tıp Merkezinde tüm tümör ve kanser belirleyici testler, son teknolojik cihazlarla yapılmaktadır.

Aile üyelerinde kanser öyküsü olan ve risk grubunda olan kişilerin, deri, lenf bezleri, akciğer ve tiroid için düzenli muayene olmaları önem taşımaktadır. İdrar yolu, mesane ve böbreklerde meydana gelebilecek tümör ve kanserlerin tespiti için, uzman doktorunuz tarafından talep edilen İdrar Sitolojisi yaptırmanız gerekebilir.

Tümör risk grubunda bulunan kişilere Tüm Vücut MR incelemesi yapılarak, meme, prostat ve gastrointestinal tümörlerin erken evrede saptanması mümkün kılınabilmektedir.

Genetik Testler

Bağırsak kanseri, meme kanseri ve yumurtalık kanseri gibi aile öyküsünde kanser bulunan hastalara genetik testler uygulanarak, bireylerin yaşamının herhangi bir döneminde kanser geçirme olasılığının olup olmadığı da belirlenebilmektedir.

Kansere ek olarak, genetik testler ile, belirli hastalıklara olan yatkınlık, doğum ile aktarılabilecek genler, ilaçlara farklı yanıt verme ve yan etki oluşumundan sorumlu genetik faktörler de tespit edilebilmektedir.

Genetik testler, kişiden tükürük numunesi ve kan örneği alınarak laboratuvarda DNA analizi yaparak gerçekleştirilmektedir.

Meme Kanseri Tarama Testi

Kadınlarda en sık görülen kanser türlerinin başında meme kanseri gelmektedir. Bu yüzden 20 yaşından itibaren tüm kadınların kendi kendine muayene etmeye başlaması çok önemlidir.

Memeleriyle ilgili hiçbir şikayeti olmasa bile 20 – 40 yaş arasındaki kadınların 3 yılda 1, 40 yaşın üzerindeki kadınların ise yılda bir kez klinik meme muayenesinin bir genel cerrah tarafından yapılması gerekmektedir.

Aile öyküsünde meme kanseri bulunan kadınların 25 yaşından itibaren doktor kontrolünde tutulmaları çok önemlidir. Meme kanserinde genetik yatkınlığın araştırılması için ise genetik testler tercih edilmektedir.

Meme kanserinin erken teşhisi için, 40 yaşın altındaki kadınlara düzenli elle meme muayenesi ve klinik meme muayenesi, 40 yaşın üzerindeki kadınlara ise düzenli Mamografi çektirmelerini öneriyoruz.
Meme kanserinin teşhisinde mamografi, dijital mamografi, MR, tüm vücut MR, ultrasonografi, biyopsi, PET – CT ve Dukostopi yöntemleri kullanılmaktadır.

Rahim Ağzı Kanseri Tarama Testi

Rahim ağzı kanserinin erken teşhisi için, cinsel yaşamı başlayan kadınların düzenli Smear Testi ve Işıklı Tarama Testi yaptırmalarını tavsiye ediyoruz.
Ayrıca, bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına yılda bir kez jinekolojik muayene yaptırmak da erken teşhis açısından hayati önem taşır.

Smear Testi sonuçlarında normal dışı bir yapı saptanırsa, kolposkopi ve biyopsi yöntemlerine de başvurulabilmektedir.

Rahim ağzı kanserinin tanısında kullanılan bir başka yöntem Işıklı Tarama Testidir. Son yıllarda yaygın olarak kullanılmaya başlanan bu test ile rahim ağzı kanseri ve öncü lezyonlar, Smear Testine göre 2 yıl daha erken teşhis edilebilmektedir. Işıklı tarama, jinekolojik muayene sırasında özel bir cihaz ile rahim ağzına bakılmasıdır. Böylece, ön tanı saptanabilir, biyopsi basamağına geçilebilir.

Tümör bulguları, Tüm Vücut MR yöntemiyle yapılan taramalarda rahim ve yumurtalıklar taranarak saptanabilir.

HPV Aşısı

Rahim ağzı kanserinden korunmak için, cinsel yaşamı başlamayan, bir diğer deyişle HPV virüsü almış olma ihtimalı bulunmayan kadınların HPV aşısı yaptırmaları önerilmektedir. Bu aşı, 55 yaşına kadar olan her kadına yapılabilir.

HPV aşısı yaptırmak, rahim ağzı kanserinden tamamen korunmak anlamına gelmez. Aşı yaptırmış kadınların dahi düzenli Smear Testi yaptırması önerilmektedir.
Erkeklere yapılan HPV aşısı ise anüs, penis, ağız ve boğaz bölgelerinde oluşabilecek kanserlere karşı koruma sağlayabilmektedir.

Kolon Kanseri Tarama Testi

Kalın bağırsak kanserinin erken tanısı için, dışkıda gizli kan testi, normal kan testi, kolonoskopi ve kolon röntgeni gerekmektedir.

Bu testlere ek olarak, CA 19 – 9, GGT (Gama Glutamil Transferaz), sigmoidoskopi, rektal muayene ve çift kontrastlı baryumlu kolon grafisi de tarama testleri arasında bulunmaktadır.

Kalın bağırsak kanseri, kolon kanseri veya bilinen diğer adıyla rektum kanserine karşı, herhangi bir belirti veya risk faktörü görülmese dahi 40 yaşından itibaren rutin testler yaptırılmalıdır.

50 yaşını geçmiş kadın ve erkeklerin, öncü lezyon olan poliplerinin saptanması için kolonoskopi yaptırması öneriliyor. Kolonoskopide herhangi bir polip saptanmaması halinde 5 yılda 1, polip saptanması halinde ise yılda 1 kolonoskopi tekrarı önerilmektedir.

Kolon kanseri düşündüren bulgular gözlemlenirse, uzman doktorunuz tarafından akciğer filmi, ultrasonografi, ERUS (Endorektal Ultrasonografi), BT (Sanal Kolonoskopi), MR (Manyetik Rezonans Görüntüleme), PET – CT (Pozitron Emisyon Tomografisi) de istenebilir.

Bu değerlendirmeler sonrasında, hastalığın evresi belirlenmekte ve tedavi planı oluşturulmaktadır.

Kolon kanserinin erken teşhisi halinde ilk 5 yılda hayatta kalma oranı %90 civarlarında iken, geç teşhislerde bu oran çok daha düşük olmaktadır.

Prostat Kanseri Tarama Testi

Prostat kanserinin erken teşhisi için, erkeklere PSA Testi ve rektal muayene yaptırmalarını önermekteyiz.

Erkeklerde en sık görülen kanser türleri içinde ikinci sırada yer alan prostat kanserine karşı, 40 yaşını geçmiş her erkeğin PSA Testi yaptırması hayatidir.

PSA seviyesi birin altında çıkan bireylerin, testi 45 ve 50 yaşlarında tekrarlaması gerekmektedir. Test sonucu birin üzerinde çıkan kişilerin ise daha sık aralıklarla PSA Testi yaptırmaları önerilmektedir. Çünkü kan belirteciyle teşhis konulabilen tek tümör türü prostat kanseridir.

Prostat kanserinin tanısında sadece PSA Testi yaptırmak yeterli olamayabileceğinden, 50 yaşını geçmiş erkeklerin düzenli rektal muayeneden geçmesi gerekmektedir. Parmakla muayenede herhangi bir anormallik saptanması halinde, biyopsi yapılmaktadır.

Tüm Vücut MR da, prostat kanserinin erken dönem bulgularının saptanması için kullanılan bir yöntemdir.

Tiroid Kanseri Tarama Testi

Tiroid kanseri tanısı, boynun orta alt kısmında meydana gelen şişlik ile uzman doktora başvurulması ile başlamaktadır. Fiziksel muayenenin ardından, kanda TSH, T3 ve T4 seviyeleri de kontrol edilmektedir. Nodülü olan hastaların ise Tiroid Sintigrafisi çekilmektedir.
Tiroid bölgesinde şüphelenilen bir nodül saptanması halinde, radyoloji uzmanlarının yapacağı ultrasonografik inceleme ile boyutu ve varlığı saptanabilmektedir. Bir sonraki aşamada, şişkin bölgeye ince iğne biyopsisi yapılmaktadır.

Cilt Kanseri Tarama Testi

Özellikle vücudunda çok fazla ben olan, açık tenli insanların cilt kanseri riski daha fazla olduğu için, dermatoloji uzmanının dermoskopi teknolojisi ile ben takibini yapması çok önemlidir.
Benlerin düzenli olarak incelenmesi, cilt kanserinin erken teşhisi açısından hayatidir. Cilt kanserinin kesin tanısı ise patoloji laboratuvar incelemelerinden sonra konulmaktadır.

Akciğer Kanseri Tarama Testi

30 yılı aşkın süredir sigara içen, 55 – 74 yaş arasındaki ve risk grubunda bulunan bireylerin yılda bir defa düşük doz tomografi taramalarını yaptırmaları, akciğer kanserinin erken tanısında büyük önem taşımaktadır. Bu tarama testi sayesinde, akciğer kanseri ölüm oranlarının %20 oranında azaldığı gözlemlenmektedir.

Lenfoma Tarama Testi

Lenfomanın teşhisi kan testleri, akciğer filmi, biyopsi ve fiziki muayene ile mümkündür.
Boynunda, kasıklarında veya koltuk altlarında bulunan lenf bezlerinde oluşan, ağrı yapmayan şişlikler lenfomanın bir belirtisi olmak zorunda olmamakla birlikte; beraberinde tecrübe edilen iki haftadan fazla süredir geçmeyen şişlikler, nedensiz ateşlenmeler ve açıklanamayan kilo kayıpları halinde derhal uzman bir doktora başvurulmalıdır.

Tetik Parmak Belirtileri, Sebepleri, Tanı ve Tedavi Yöntemleri

Parmakların ya da genellikle başparmağın hareket esnasında kitlenmesi ya da kasılması durumuna tetik parmak adı verilir. Özellikle bükülme gibi durumlarda belirlen bu sorun, kişileri oldukça zorlar. Kitlenmiş olan ve eylem sırasında güçlük çeken parmakların, eski haline gelmeleri fazlasıyla sıkıntılı bir dönem olup, hasta üzerinde büyük ağrılara neden olur.

Tetik Parmak Neden Olur ve Kimlerde Görülür?

Kemikleri ve kasları parmaklarla ya da başparmaklarla bağlamaya yaran tendonlar, birçok eklemin kolayca bükülebilmesini sağlar. Tendonların üzerinde yer alan tendon kılıfları tahriş olduğu zaman, hareket etmeleri güç bir hale gelir.

Tendonların iltihap kaptığı durumlarda, parmaklar ile bükme gibi hareketleri gerçekleştirmek de fazlasıyla zorlaşır. Tüm bunlar görüldüğü anlarda ise tetik parmak hastalığı ortaya çıkar. Bu da şişliğe ve sıkışma sorunlarına neden olur.

Genellikle bir hareketin sıklıkla tekrarlanması ya da parmakların devamlı olarak zorlayıcı şekilde kullanılmasından dolayı olur. Özetle bu hastalığın en büyük sebebi, tendonların görevlerini yeterli ve etkili şekilde yerine getirememeleri olarak bilinir.

Bu problemin kadınlarda görülme olasılığı ve sıklığı erkeklere göre daha fazladır. Çoğunlukla 40 ve 60 yaş aralığında gözlenen tetik parmak hastalığına; diyabet, romatoid ve gut gibi sorunlara sahip olan kişilerde de sıkça rastlanır.

Ayrıca parmakların ve başparmağın ön planda olduğu iş gruplarında da bu hastalık büyük oranda gözlemlenir. Sanayi işçileri, müzisyenler, çiftçiler; parmak hareketlerini devamlı olarak kullanan mesleklerdir. Bu nedenle de hastalık, bu alanlarda çalışan kişiler arasında yaygındır.

Tetik Parmak Belirtileri Nelerdir?

Aynı anda tüm parmakları etkileyebilen tetik parmak hastalığı, yalnızca bir parmak üzerinde de görülebilir. Tek seferde iki elde de rastlanılabilen bu sorunun belirtileri, pek çok kişide aynı şekilde ortaya çıkar. Bu belirtileri bir liste haline getirmek gerekirse;

  • Parmakların hareketi esnasında ‘tık’ gibi atma seslerinin duyulması
  • Özellikle sabahları uykudan kalkıldığında parmakların sert bir halde olması
  • Parmakları hareket ettirmenin gittikçe zorlaşması
  • Parmakların ya da tek bir parmağın düz veya bükülmüş bir şekilde kitlenmesi
  • Hastalıktan etkilenmiş olan parmakların olduğu bölgede ağır yumru hissi
    durumları, başlıca hastalığın belirtileri olarak bilinir.

Tetik Parmak Teşhisi Nasıl Konulur?

Tetik parmak sorunu görülen hastalara teşhis konulurken herhangi bir görüntüleme cihazı kullanılmaz. Bu hastalığın teşhisi için fiziki muayeneye ve hasta öyküsü yöntemlerine başvurulur.

Tecrübeli ve uzman doktorlar, muayene esnasında ele gelen ve hissedilen nodüllerin yanında parmaklardaki takılma sorunlarını tespit ederek bir kanıya varırlar. Ancak bazı durumlarda ise tomografi ve MR gibi yöntemler de kullanılabilir.

Tetik Parmak Tedavisi Nasıl Yapılır?

Hastalığının tedavi yöntemleri ameliyatlı ve ameliyatsız olmak üzere iki ayrı başlıkta incelenir. İki tedavi tekniğinde de asıl amaç parmakların eski kabiliyetlerine tekrarda ulaşması ve şişliklerin indirilmesi olur.

Öncelikli olarak ameliyatlı yöntem denenir ancak başarısız olunursa ve fayda sağlanamazsa ameliyatsız tedavi tekniği denenir. Parmakların hareket güçlerini kazanabilmesi amacı ile tercih edilen bu yöntemleri incelemek gerekirse;

Ameliyatsız Tedavi

Bu yöntem genellikle hastalığı başlangıç düzeyinde ya da hafif seviyede olan kişiler için tercih edilir. Bu hastalık zorlayıcı hareketlerin kullanılmasından kaynaklı olarak ortaya çıktığından dolayı, bu eylemlerden kaçınılması öncelik durumundadır. Ameliyatsız tetik parmak tedavisinde dikkat edilmesi gereken detaylardan birisi de parmak egzersizleridir. Böylelikle hastalık büyümeden kurtulabilirsiniz.

Ameliyatlı Tedavi

Bu tedavi yöntemi için cerrahlar 2 farklı ameliyat tipini kullanırlar. Açık cerrahi ve peruktan serbest bırakma cerrahisi olarak adlandırılan bu ameliyatlar, ortalama 20 dakikalık bir süreçtir. Ayrıca ameliyat sonrasında kişinin hastanede kalması da gerekmez. Basit ve hafif bir ameliyat olmalarıyla bilinen bu yöntemler, etkili sonuç verirler.

Farklı tedavi yöntemlerini bünyesinde barındıran bu hastalıktan kurtulmak için uzman hekimlerin yer aldığı Özkaya Tıp Merkezi’ne başvurabilirsiniz. Güvenli ve konforlu yoldan eski sağlığınıza kavuşabilirsiniz.

Tetik Parmak Hastalığından Korunma Yolları Nelerdir?

Oldukça sık rastlanan bir sorun olan tetik parmak hastalığı, gün içerisinde pek çok farklı sebepten dolayı ortaya çıkabilir. Bazı durumlara dikkat ederek bu hastalıktan kolaylıkla korunabilirsiniz. Bu durumları bir liste halinde sunmak gerekirse;

  • Gün içerisinde akıllı telefon kullanımının maksimum 3 saat olması
  • Ellerin ve parmakların günlük olarak dinlendirilmesi
  • Klavye kullanırken aşırı hızdan kaçınılması
  • Herhangi bir ağrı hissi oluştuğunda anında buz ile birlikte müdahale edilmesi
  • En riskli bölge olan başparmağa fazla yüklenilmemesi
  • Telefonların mutlaka iki el ile beraber kullanılması
  • Çeşitli eylemlerde parmakların zorlanmaması, güç hareketlerde kullanılmaması

Bu sebeplere dikkat ederek bu hastalıktan rahatlıkla korunup önleminizi alabilirsiniz. Böylelikle daha sağlıklı parmaklara sahip olup, ileride de herhangi bir ağrı ya da sızı ile karşılaşmazsınız. Geri dönüşü zor bir hastalık olan tetik parmak, hasta kişilere gün içerisinde yüksek oranda zorluk çıkarır. Günümüzde de sıklıkla görülen ve yaygın bir hastalık olan bu durumdan korunmalı, önlemlere de dikkat etmelisiniz.

İdrar Kaçırma Nedenleri ve Tedavisi

İdrar kaçırma, cinsiyet ve yaş fark etmeksizin, oldukça yaygın olan sağlık problemlerinden biridir. Genellikle çocukluk ve ileri yaş dönemlerinde görüldüğü düşünülse de aslında her yaş grubunda görülebilen bir hastalıktır. İdrar kontrolünün sağlanamaması sebebiyle oluşan bu rahatsızlığın pek çok farklı nedeni bulunur. İdrar kaçırmanın, ilerleyen zamanlarda farklı rahatsızlık veya hastalıklara neden olabileceğinden mutlaka tedavi edilmesi gerekir.

İdrar Kaçırma Nedir?

Mesane, idrarın biriktiği bölüm ve boşaltım sisteminin önemli bir parçasıdır. İdrarı boşaltmak için uygun koşulların oluşması gerekir. Bu koşullar sağlanıncaya kadar idrar mesanede bekletilir. Mesanenin kontrolünü de omurilik içerisinden geçen sinirler sağlar. İdrarın bu şekilde kontrol edilmesine kontinans denilmektedir.

Bu durumun tam tersi olarak, bazı kişilerde, mesanede idrarın tutulamaması ve istem dışı kaçırılması durumu oluşur. Bu durum üriner inkontinans ya da idrar kaçırma olarak adlandırılır.

İdrar kaçırma, hayati tehlike içeren bir hastalık değildir, ancak kişilerin ruhsal ve sosyal olarak kötü yönde etkilenmesine ve ilerleyen zamanlarda farklı hastalıkların oluşmasına neden olabilmektedir. Bununla birlikte kişisel hijyende, gün içinde gerçekleştirilen aktivitelerde ve kişilerin cinsel hayatında bazı problemler yaşanabilir.

İdrar Kaçırmanın Nedenleri Nelerdir?

Cinsiyet fark etmeksizin, her yaşta kişilerde görülebilen idrar kaçırmanın birçok farklı nedeni vardır:

  • İdrar yolları enfeksiyonu,
  • Hormonlarda görülen eksiklik veya değişimler,
  • Pelvik kaslarının zayıflaması,
  • İleri yaş,
  • Kadınlarda vajinal enfeksiyonlar,
  • Zorlu doğumlar,
  • Mesane iltihapları,
  • Aşırı kilo (obezite),
  • Şeker hastalığı (diyabet),
  • Kabızlık,
  • Genetik faktörler,
  • Menopoz,
  • Erkeklerde prostat büyümesi,
  • Sistit,
  • Böbrek taşları,
  • Sakinleştirici ve idrar söktürücü ilaçlar,
  • Tansiyon ilaçları.

Yukarıda belirttiğimiz nedenler arasında bazı öne çıkan risk faktörleri vardır. Bunlardan biri ileri yaştır. Pelvik kasları ileri yaşa bağlı olarak, zaman içerisinde zayıflar. Bu nedenle ileri yaştaki kişilerde idrar kaçırma rahatsızlığı daha sık görülmektedir.

Öne çıkan bir diğer risk faktörü de aşırı kilo, yani obezitedir. Özellikle vücut kitle endeksinin 30 üzerinde olması, pelvik kaslarının zarar görmesine, bu durum da idrar kaçırmaya neden olmaktadır. Çoğunlukla obezite tedavisinin ardından, kişiler idrar kaçırma rahatsızlığından kurtulabilir.

Kadınlarda hamilelik ve doğum da idrar kaçırmanın öne çıkan nedenleri arasında yer almaktadır. İdrar tutmayı sağlayan sinirlerin ve pelvik kaslarının, doğum esnasında zarar görmesi idrar kaçırmaya neden olabilmektedir.

İdrar Kaçırma Tipleri

İdrar kaçırmanın yaşa, cinsiyete ve diğer nedenlere bağlı olarak oluşan farklı tipleri vardır:

Sıkışma Tipi (Urge İnkontinans)

Şiddetli ve istemsiz kaçırma olarak da adlandırılan, mesanenin normalden daha çok aktif olduğu ve sıkışma haline bağlı olarak gelişen idrar kaçırma tipidir. Bu tip idrar kaçırmada, mesanede aniden bastıran, karşı konulamayan ve kontrol edilemeyen kasılmalar ortaya çıkar.

Yaş ve cinsiyet fark etmeksizin, her bireyde görülebilen sıkışma tipi idrar kaçırmanın tetikleyici faktörlerinden en önemlisi soğuk havadır. Bir diğer tetikleyici faktör ise, su sesidir. Araştırmalara göre, sıkışma tipi idrar kaçırma her 100 kişinin 22’sinde görülmektedir.

Stres Tipi (Stres İnkontinans)

Yaygın olarak, özellikle vajinal doğum yapmış kadınlarda görülen stres tipi idrar kaçırma, çoğunlukla gülme, öksürme ve hapşırma gibi eylemlerden sonra ortaya çıkar. Bununla birlikte koşma, atlama ve zıplama gibi fiziksel aktiviteler ve ağır yük kaldırma gibi eylemlerden sonra da meydana gelebilmektedir. Bu gibi durumlarda mesanede artan basınç sebebiyle pelvik taban kasları kontrol edilemez ve bireylerde idrar kaçırma rahatsızlığı yaşanır. Araştırmalara göre, stres tipi idrar kaçırma her iki kişiden birinde görülmektedir.

Karma Tip

Karma tip; hem sıkışmaya bağlı olarak görülen sıkışma tipinin hem de gülme, koşma gibi eylemlere bağlı olarak görülen stres tipinin bir arada olduğu idrar kaçırma tipidir. Araştırmalara göre, karma tip her 100 kişinin 30’unda ortaya çıkmaktadır.

Bu üç ana tip dışında, kişilerde idrar kaçırmaya neden olan farklı durumlar da gözlemlenmiştir. Bunlar:

  • Fonksiyonel idrar kaçırma, sinir sistemini ve eklemleri etkileyen hastalıklar gibi farklı hastalıkların sebep olduğu bir tiptir.
  • Bazı hastalıkların yanı sıra ilaç kullanımına veya enfeksiyon hastalıklarına bağlı olarak da idrar kaçırmanın görüldüğü belirtilmektedir. Sadece belli bir dönemde görülen bu tipe, geçici idrar kaçırma denilmektedir.
  • Bazı kişiler de ise mesanenin doluluğu anlaşılmayabilir. Taşma tipi olarak adlandırılan bu durumda, mesanenin çok fazla gerilmesine bağlı olarak, damlama veya sızıntı şeklinde idrar kaçması oluşur. Genellikle ileri yaşta, nörojen mesaneli ya da prostat hastalarında görülür.
  • Bazı kişilerde de sadece gece uykusu esnasında idrar kaçırma gözlemlenir. Bu tip nokturnal enürezis olarak adlandırılır ve çoğunlukla çocuklarda görülmektedir.

Erkeklerde İdrar Kaçırma Neden Olur?

Her yaşta erkekler görülebilen idrar kaçırmanın nedenleri şu şekilde sıralanabilir:

  • Özellikle 50 yaş üzerindeki erkeklerde görülen ancak, orta yaşlarda da ortaya çıkan prostat büyümesi idrar kaçırmanın başlıca nedenlerindendir. Bu büyüme, tedavisine geç başlanması halinde, mesanenin boşaltma işlevinde sorunlara, mesane duvarının kalıcı hasar görmesine ve kasların zayıflamasına sebep olur.
  • Prostat ve prostat kanseri ameliyatların sonrasında da idrar kaçırmanın yaşandığı gözlemlenmektedir. Bu durum, idrarın tutulmasını sağlayan üretral sfinkter kaslarının ameliyat esnasında hasar görmesinden kaynaklanmaktadır. Ameliyatın ardından bu kasları güçlendirmek için, uzman doktor tarafından egzersiz önerilir. Eğer iyileşme görülmez ise cerrahi yöntemlere başvurulur.

Kadınlarda İdrar Kaçırma Neden Olur?

Kadınlarda üretra, mesaneyi vücut dışına bağlayan boru, daha kısadır. Bu nedenle kadınlarda idrar kaçırmanın daha yaygın olarak görüldüğü belirtilmektedir. Hamilelik, doğumlar, özellikle zorlu doğumlar, bebeklerin fazla kilolu doğması ve birden fazla doğum yapmak üretranın hasar görmesine sebep olabilir. Bunlar dışında menopoz dönemi de üretranın işlevini tam olarak yerine getirememesine neden olabilmektedir.

Her dört kadından birinde görülebilen idrar kaçırmanın, bazı hastalıklara bağlı olarak da gelişebildiği belirtilmektedir. Bu durumda öncelikle, bu rahatsızlığa sebep olan hastalık tedavi edilmelidir. Bu hastalık tedavi edildiğinde idrar kaçırma problemi ortadan kalkacaktır. Ancak, bazı kişilerde bu problem kalıcı olabilir. Bu durum da ise deneyimli bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından uygun tedavi yöntemi uygulanmalıdır.

İdrar Kaçırma Hangi Problemlere Yol Açar?

İdrar kaçırma, kişileri hem psikolojik ve sosyal açıdan hem de fiziksel olarak etkileyebilmektedir.

Günlük hayatta, sosyal ortamlarda ve profesyonel iş yaşamında idrar kaçırmaya bağlı olarak, kişiler zor duruma düşebilir ve buna bağlı olarak da kişilerin yaşam kalitesi etkilenir.
Genital bölgenin uzun süre ıslak kalması fiziksel rahatsızlıklara sebep olabilmektedir. Bu hastalıklar, tahriş, kızarıklık, ödem ve ciltte dökülmeler olarak sıralanabilir. Bunlarla birlikte, ıslaklık sebebiyle genital bölgede oluşan bakteriler idrar yolu enfeksiyonlarının oluşmasına sebep olabilir.

Tanı Nasıl Konur?

İdrar kaçırmanın tanısını koymak için, öncelikle hastanın tıbbi geçmişi ve idrar kaçırma öyküsü dinlenir. İdrar kaçırmanın ne zaman başladığı ve hangi sıklıkla görüldüğü hakkında bilgi alınır. Daha sonra, uzman doktor idrar kaçırmanın nedeni olabilecek fiziki veya sinirsel bir hastalığın olup olmadığını kontrol eder.

Fiziki muayene sonrasında, kesin tanının konması için hastalara bazı testler uygulanır. Bu testler:

  • İdrar tahlili,
  • Mesane günlüğü,
  • Pelvik ultrason,
  • EMG testi,
  • Sistometri,
  • Üroflovmetri testi,
  • Sistoskopi,
  • İnvaziv ürodinamik.

İnvaziv ürodinamik testler çoğunlukla, cerrahi operasyona gerek duyulduğunda ve diğer yöntemlerle tanı konulamadığında tercih edilir.

İdrar Kaçırma Tedavisi

İdrar kaçırma tedavisinde, hastanın hikayesine ve idrar kaçırma tipine bağlı olarak, öncelikle cerrahi olmayan yöntemlere başvurulur. Ancak bu yöntemlerin işe yaramadığı durumlarda cerrahi yöntemlerden yararlanılabilir.

Cerrahi Olmayan Yöntemler

Cerrahi olmayan yöntemler, genellikle sıkışma tipi idrar kaçırma rahatsızlığına sahip hastalarda uygulanmaktadır.

İlaç, kişilerin yaşam tarzında yapacakları değişiklikler ve egzersiz idrar kaçırmanın cerrahi olmayan yöntemleridir.

  • İlaç tedavisi öncesinde hastaların yaşam tarzında yapılacak değişiklikler ve egzersizler, ilaç tedavisine ihtiyaç kalmadan bu rahatsızlığın önüne geçebilmektedir.
  • Günlük sıvı tüketim miktarının doktor tarafından ayarlanması gerekmektedir.
  • Egzersizlerle vücut kitle indeksinin ideal seviyede tutulması ve doktor kontrolünde uygulanan sağlıklı beslenme programı tedaviye katkı sağlayacaktır.
  • Pelvik kasların güçlendirilmesi için kegel egzersizlerinin yapılması önerilmektedir.
  • Bu yöntemlerin işe yaramaması durumunda veya idrar kaçırmaya başka bir hastalık sebep oluyorsa, ilaçlı tedavi uygulanmaktadır.
  • Sıkışma tipinde, kasılmaları engellemek için uygulanan farmakolojik tedavi, aynı zamanda mesane kapasitesinin artırılmasına da yardımcı olmaktadır.

Cerrahi Yöntemler

Cerrahi yöntemler, genellikle stres tip idrar kaçırmanın tedavisinde kullanılmaktadır. Sık kullanılan cerrahi teknikler; TOT ve TVT gibi ameliyat yöntemleridir. Bu ameliyatlar ortalama 30 dakika sürer ve hasta, aksi bir durum oluşmadıkça, ertesi gün taburcu edilir. Cerrahi yöntemlerin başarı oranı %85-90 civarındadır.

Cerrahi istemeyen ya da cerrahi yöntemlere uygun olmayan hastalara ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Ancak ilaç tedavisinin başarı oranı, cerrahi yöntemlere göre düşüktür ve bazı yan etkileri bulunmaktadır.

İdrar kaçırma rahatsızlığınız varsa, Özkaya Tıp Merkezi‘nde son teknolojiler ve uzman hekimlerce tedavi olabilirsiniz.

Akciğer Kanseri Nedir? Belirtileri, Teşhisi ve Risk Faktörleri

Akciğer kanseri; akciğer dokusunda bulunan hücrelerin ihtiyaçtan fazla ve hızlı çoğalarak akciğer içinde bir veya birden fazla kitle (tümör) oluşturmasıdır. Oluşan kitle öncelikle bulunduğu ortamda büyür. İleri evrelerde ise çevre dokulara ve diğer organlara (karaciğer, kemik, beyin, vb) yayılarak hasara yol açar. Dünya Sağlık Örgütü araştırmalarına göre akciğer kanseri en yaygın görülen ve ciddi sonuçlara yol açabilen bir hastalıktır. Kasım ayının Dünya Akciğer Kanseri Farkındalık ayı (17 Kasım) olması sebebiyle akciğer kanseri hakkında bilgiler, belirtileri, risk faktörleri ve doğru bilinen yanlışları anlatarak farkındalığımızı arttıracağız.

Akciğer Kanseri Belirtileri, Teşhisi ve Tedavisi

Belirtileri

Günümüzde sigara içiciliğinin artmasından dolayı ilk semptom olan öksürük bir belirti olarak değerlendirilmemesi akciğer kanseri teşhisinin ilerleyen evrelerde konulmasına neden oluyor. En sık görülen belirtiler, giderek kötüleşen öksürük, nefes darlığı ve ses kısıklığıdır. Akciğer kanserinin diğer belirtileri ise şunlardır;

  • Devamlılığı olan ve giderek kötüleşen öksürük
  • Nefes darlığı ve hırıltılı solunum
  • Ses kısıklığı
  • Göğüs ağrısı
  • Kanlı balgam
  • Yutkunmakta güçlük çekmek
  • Sırt ağrısı
  • İştah kaybı
  • Ani ve hızlı ortaya çıkan kilo kaybı

Teşhisi

Akciğer kanseri teşhisi koyarken izlenecek yollar şu şekildedir; hastanın hikayesi, semptomlar ve muayene bulguları bir araya getirilerek genel bir şüphe oluşturulur. Sonrasında bu semptom ve bulgular laboratuvar ve radyolojik tetkikler ile desteklenir. Kanser teşhisinde kullanılan yöntemler şunlardır;

  • Akciğer grafisi
  • Akciğer tomografisi
  • PET-CT
  • Bronkoskopi
  • Biyopsi işlemleri
  • Mediastinoskopi
  • Torakoskopi

Tedavisi
Akciğer kanseri tedavisi hücre tipine, hücrelerin yayılımın düzeyine, bulunduğu evreye ve hastanın performansına bağlıdır. Bu faktörler doğrultusunda kullanılan tedaviler;

  • Palliativecare (Destek tedavi),
  • Cerrahi
  • Kemoterapi
  • Radyasyon tedavisi

Akciğer Kanseri Evreleri

  • Evre 1: Tümör akciğer içindedir, henüz diğer organlara sıçramamıştır.
  • Evre 2: Bu evrede kanserli hücre, akciğerden yakınında bulunan lenf bezlerine sıçramıştır.
  • Evre 3: Tümör, iki akciğer arasında bulunan mediasten boşluğuna sıçramıştır.
  • Evre 4: Bu evrede hastalık artık kemik, karaciğer, böbrek üstü bezi ve beyin gibi uzak organlara da sıçramıştır.

Akciğer Kanseri Türleri

Skuamöz Hücreli Karsinom
Genellikle sigara kullanımı ile ilişkilidir. Skuamöz olarak adlandırılan akciğer hava yollarının içini örten yassı hücrelerin erken formlarında gelişen bir türdür. Genellikle bronşlara yakın, merkezi noktalarda görülür.

Adenokarsinom
Bezesel dokularda ortaya çıkan bir kanser türdür. Diğer kanser türlerine göre yayılımının daha yavaş olmasına ve akciğerlerin dış yüzeyinde bulunmasına bağlı olarak erken teşhis edilebilmesi daha olasıdır.

Büyük Hücreli Karsinom
Bu tür, büyük ve anormal hücrelerin görüldüğü, akciğerlerin herhangi bir bölümünde oluşabilen kanser türüdür. Hızlı büyüme ve yayılma eğiliminde olduğu için bu kanser türünün tedavisi diğer türlere göre biraz daha güçtür.

Adenoskuamöz Karsinom
Akciğer kanseri türlerinin içinde yer alan, nadir rastlanan bir türdür. Düzleşmiş görünen hücrelere sahiptir ve genellikle bezsel dokularda görülmektedir.

Sarkomatoid Karsinomlar
Nadir görülen ve oldukça agresif bir seyir izleyen akciğer kanseri türüdür. Bu kanser türü, kanserli hücreler grubu olarak gözlenmektedir.

Nöroendokrin Tümörler
Nöroendokrin sistemi, endokrin hücreleri ve sinir hücrelerinden oluşur. Bu hücreler akciğerde hava akışını ve kan dolaşımını sağlamaktadır. Bu tümör bu hücrelere yerleşmektedir. Diğer kanserlere göre yavaş büyüme özelliği göstermektedir.

Akciğer Kanseri Riskini Azalmak İçin Neler Yapılmalı?

Düzenli Doktor Kontrolü
Erken teşhis her kanser türünde olduğu gibi akciğer kanserinde de önemli bir faktördür. Erken teşhis, tedavide başarı oranını oldukça arttırmaktadır. Bu nedenle düzenli check-up yaptırmak önemlidir.

Sigara Kullanımını Bırakmak
Kanseri tetikleyen en önemli unsur sigara kullanmaktır. Sigara kullanımını azaltarak ya da tamamen bırakarak risk faktörünü azaltmak mümkündür.

Spora Günlük Yaşamda Yer Vermek
Günlük egzersiz yapmanın ve vücut kitle endeksini ideal seviyede tutmanın kanser oluşum riskini %35 azaltığı belirtilmektedir.

Baklagil Grubu Yiyecekleri Tüketmek
Baklagil grubundaki yiyeceklerde bol miktarda kansere karşı etkili olan fayto-östrojen kimyasalları bulunmaktadır. Bu kimyasallar kanser riskini olabildiğince azaltmaktadır.

Yeşil Sebze Tüketimi
Yeşil sebzeler, özellikle lahana ve ıspanak gibi içerisinde, kansere karşı bol antioksidan içeren yeşillikler kanser riskini azalmaya yardımcıdır.

Akciğer Kanseri Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar

Her konuda olduğu gibi hastalıklarla da ilgili bazı şehir efsaneleri vardır. Akciğer kanseri hakkında da doğru bilinen yanlışlara bir göz atalım.

  • Sigara kullanıyorum bırakmamın bir faydası olmaz; bu bilgi yanlış bir bilgidir. Sigarayı bıraktıktan kısa bir süre sonra dumansız havanın olumlu etkilerini görmeye başlarsınız. Akciğerlerinizde kan dolaşımı iyileşmeye ve akciğerleriniz daha iyi çalışmaya başlar. Zaman içerisinde kanser riskinde azalma görülür.
  • Hafif (light) ya da katranı düşük sigaralar diğer sigaralara göre daha az akciğer kanseri riskine neden olur; tütün ve mamüllerinin hepsi kanser riskini arttırmaktadır. Hatta mentollü ve light sigaraların, içeriklerinden dolayı daha tehlikeli olduğu düşünülmektedir.
  • Nargile, sigaraya göre daha az risklidir. Pipo ve puro kanser riskine neden olmaz; kullanılan bütün tütün mamülleri kanser riskini artırmaktadır. Bir nargile içiminin bir sigara içimine göre 200 kat daha fazla tütün dumana maruz bıraktığı bilinmektedir.
  • Egzersiz yapmak akciğer kanseri riskini azaltmaya yardımcı olmaz; yapılan araştırmalara göre düzenli egzersiz yapan kişilerin, yapmayan kişilere oranla kanser riski daha azdır. Spor yapmak akciğerlerin daha iyi çalışmasına yardımcı olur.
  • Hava kirliliği akciğer kanseri riskinde etkin bir faktör değildir; hava kirliliği de tütün kullanımı gibi akciğer kanserinden sorumludur. Temiz çevrede yaşayan kişilerin, yoğun hava kirliliği olan şehirlerde yaşayanlara göre kanser riskleri daha azdır.
  • Destekleyici tedavi olarak satılan bitkisel tedaviler kanseri iyileştirir; destekleyici tedavi olarak satılmakta olan bazı bitkisel ilaçların kemoterapiye ya da radyoterapiye bağlı bazı yan etkilerde faydalı olabildiği gözlemlense de, bu ilaçların ya da bitkilerin kanseri tedavi ettiğine dair bilimsel bir veri yoktur. Ek olarak bitkisel ürün veya vitamin kullanmak isteyen hastaların bu durumu mutlaka, öncelikle doktorları ile konuşmaları gerekmektdir.

Rahim Ağzı Kanseri Belirtileri Nelerdir? Korunma ve Tedavi Yöntemleri

Serviks olarak da bilinen rahim ağzı kanseri, dünyada kadınlarda meme kanseri ve kalın bağırsak kanserinden sonra üçüncü sırada görülen ve yaşamı tehdit eden kanser türüdür. Güzel haber olarak, rahim ağzı kanseri oluşma nedeni tam olarak aydınlatılmış ve önlenebilir tek kanser türüdür.

Her kanser türünde olduğu gibi, rahim ağzı kanserinin erken tanısı da yaşamsal öneme sahiptir. Bu nedenle, kanser oluşumundan önce tehdit lezyonları belirlemek amacıyla düzenli jinekolojik muayene ve Smear testi yaptırılması tavsiye edilmektedir.

Genellikle 30 – 50 yaş arasındaki kadınlarda görülen bu kanser, son yıllarda genç kadınlarda da görülmeye başlamıştır. Dünya Sağlık Örgütüne göre, her yıl 500.000 yeni rahim ağzı kanseri olgusu saptanıyor ve 250.000 kadın kanserle mücadeleye yenik düşüyor.

Rahim Ağzı Kanseri Nedir?

Rahim ağzı kanseri, rahim ağzında gelişen ve serviks olarak da bilinen bir kanser türüdür. Rahmin ağız yüzeyini oluşturan hücre tabakasının anormal hücrelere dönüşmesi ile kanser öncülleri hücreler ortaya çıkmaktadır. Bu öncü lezyonlar erken saptanıp tedavi edilmezse, kanser gelişmektedir. Hücre tabakasındaki değişimden sorumlu temel etken ise HPV’dir.

Rahim Ağzı Kanseri Belirtileri Nelerdir?

Sıklıkla görülen ve yaşamı tehdit edici özelliğiyle paniğe yol açan rahim ağzı kanseri belirtileri nelerdir?

Genellikle orta yaş ve ileri yaştaki kadınlarda görülen bu kanser türü, erken dönemde herhangi bir belirti göstermeyebilir. Ancak, tümörün yayılma hızına ve yayıldığı bölgeye (pelvik duvar, rahim içi boşluk vb.) göre kişiden kişiye farklılık gösterecek belirtilerle ortaya çıkabilir.

Rahim ağzı kanseri belirtileri aşağıdaki durumlarla karşımıza çıkmaktadır;

  • Cinsel ilişki sonrası kanama
  • Cinsel ilişki sırasında ağrı
  • Adet dışı kanamalar
  • Kanlı akıntı
  • Kabızlık
  • Ödem
  • Kanlı idrar
  • Vajenden dışkı veya idrar gelmesi
  • Böbrek genişlemesi
  • İdrar borusu genişlemesi
  • Kasık ve bel ağrısı
  • Kötü kokulu ve pis akıntı
  • Tek bacakta görülen şişkinlik
  • İdrar yaparken ağrı
  • Vajende doluluk veya kitle hissi
  • Düzensiz, adet dönemleri arasında anormal vajinal kanama

Rahim Ağzı Kanserinden Korunma Yolları

HPV Virüsünden Korunun

HPV enfeksiyonlarından kaynaklı belirtilerin çoğu kendiliğinden düzelir ve herhangi bir hastalığa neden olmaz. Ancaki bazı HPV tipleri dolayısıyla devam eden enfeksiyonlar, kanser lezyonlarına neden olabilir. Belirtilerin tedavi edilmemesi halinde, rahim ağzı kanserine kadar ilerleyen bir süreç görülebilir.

Kanserin gelişiminde önemli bir risk faktörü olan HPV, genital siğillere yol açabilirken, belirti göstermeden de vücutta bulunabilir. HPV, cinsel yolla bulaşan bir virüstür. HPV virüsünden korunmak için; cinsel ilişki sırasında kondom kullanın, tek eşli olun, HPV aşısı yaptırın, rahim ağzı kanser taramasını düzenli olarak yaptırın.

Sigara Kullanmayın

Sigara kullanan kadınlarda bu kanserin görülme sıklığı, kullanmayan kadınlara göre daha fazladır. Birçok kanser türünde olduğu gibi, bu kanserin oluşma nedenleri arasında sigara önemli bir nedendir. Daha sağlıklı yarınlar için sigarayı derhal bırakın.

PAP Smear Testi Yaptırın

Düzenli muayene ve tarama programlarıyla kontrol altında tutulabilinen, erken teşhis edilmesi halinde %100 tedavi edilen bir kanser türüdür. Rahim ağzı kanser taramasında en sık kullanılan yöntem olan PAP Smear testini aktif cinsel yaşamı olan ve 30 yaşını geçen her kadın yılda bir kez yaptırmalıdır.

PAP Smear testinde, rahim ağzında bulunan ancak henüz kansere dönüşmemiş ön lezyonlar tespit edilebilir ve kanser oluşumu engellenebilir. Ek olarak, HPV tarama testi de kanser gelişiminin önlenmesi ve önüne geçilmesi açısından önemli bir testtir.

Yılda İki Kez Jinekolojik Muayene Olun

Aktif cinsel yaşamı olan her kadının yılda iki kez jinekolojik muayene olması, rahim ağzı kanserinin önlenmesi için çok önemlidir. Menopoz sırasında ve sonrasında da testler aksatılmamalıdır. 65 yaşını geçen kadınların o güne kadar verdiği smear testlerinden en az üçü normal kabul edilmişse, doktorunun bilgisi dahilinde test yaptırmayı bırakmasında sakınca yoktur. Ancak, şüpheli bir durum söz konusuysa, daha ileri tetkiklerin yapılması gerekebilir.

Sağlıklı Beslenin

Sebze ve meyve bakımından zengin besinler tüketmek, rahim ağzı kanserinin oluşma riskini en aza indirgemek için yararlı olacaktır.

Rahim Ağzı Kanseri Risk Faktörleri Nelerdir?

Rahim ağzı kanseri söz konusu olduğunda, genetik faktörlere ek olarak bazı risk faktörleri hastalığın gelişme durumunu etkilemektedir. 16 yaşından önce ilk cinsel ilişkisini yaşayan, HPV enfekte olmuş, sigara ve alkol kullanan, çok sayıda doğum yapan, düşük sosyoekonomik düzeye sahip, 5 yıldan uzun süre doğum kontrol hapı kullanan, birden fazla cinsel partneri olan ve sağlıksız beslenme alışkanlığına sahip kadınlarda rahim ağzı kanseri oluşma riski daha fazladır.

Tedavi Yöntemleri

Rahim ağzı kanseri tedavisinde, cerrahi operasyonlar, radyoterapi, kemoterapi gibi farklı tedavi seçenekleri tercih edilmektedir. Bu yöntemler, cerrahi ve radyoterapi yöntemleri olarak 2 ana grup altında toplanmaktadır.

Radyoterapi yöntemi, kanserin her evresinde kullanılabilecek bir tedavi yöntemidir. Özellikle erken teşhis edilen kanser türlerinde hastalığın yayılımının az olmasından kaynaklı olarak öne çıkan bir yöntemdir.

İleri evre kanser olgularında tercih edilen öncelikli tedavi yöntemi yine radyoterapidir. Cerrahi tedavideki amaç ise, rahim ağzı bölgesinde yer alan primer tümör yerleşiminin ve yayılım bölgesinin olabildiğince temizlenmesidir. Tümörün boyutuna göre küçük cerrahi operasyonlar uygulanabilirken; tüm rahmin, rahim ağzının ve lenf bezlerinin alındığı büyük operasyonlar gerekebilir.

Unutulmaması gereken nokta, rahim ağzı kanseri önlenebilen bir hastalıktır. Erken teşhis edilmesi halinde %100 tedavi edilebilir. Ölüm riski tamamen ortadan kaldırılabilir. Düzenli rahim ağzı tarama testine girin, yılda iki kez jinekolojik muayene olun ve sağlıklı yarınlarınız endişeden ırak geçsin.

Gizli Şeker Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Günümüz koşullarında sağlıksız beslenme düzeni, düzensiz hayat tarzı ve kötü alışkanlıklar insanların yaşamında yerini almıştır. Zamanla herkes tarafından benimsenen sağlıksız yaşam tarzı yüksek tansiyon, kalp damar hastalıkları, akciğer ve şeker gibi bazı hastalıklara neden olmaktadır. Eğer bir de kişinin bu hastalıklara genetik yatkınlığı varsa; yanlış beslenme alışkanlıkları ve hareketsiz bir hayat tarzı bu hastalıkların oluşumuna zemin hazırlar.

Şeker hastalığı aniden ortaya çıkan bir hastalık değildir, zaman içinde kendini belli eder. Şeker hastalığının oluşum sürecinde herhangi bir şikayete ve bulguya neden olmayan; ancak, vücut dengesinde bozulmalara neden olan erken bir dönem gözlemlenmektedir. Bu döneme halk arasında gizli şeker denilmektedir.

Şeker Hastalığı Nedir?

Halk arasında şeker hastalığı olarak adlandırılan diyabet, kanda bulunan şeker miktarını düzenleyen mekanizmaların bozulması sonucunda kan şekerinin kontrolsüzce artış göstermesi durumudur. Bu oluşan duruma bağlı olarak bazı dokularda hasar meydana gelebilmektedir.

Şeker hastalığı, altta yatan nedene ve insülin hormonunun salgılanmasını sağlayan mekanizmanın bozulma sebebine göre farklı tiplere ayrılır:

  • İnsülin üretim mekanizmasında, doğrudan vücuttaki otoimmün reaksiyonlar sebebiyle bozulmalar yaşanırsa Tip 1 diyabet oluşur.
  • Genetik miras, beslenme düzensizliği, vücut ağırlığı ve egzersiz eksikliği gibi faktörler sebebiyle insülin üretim mekanizması bozulursa Tip 2 diyabet oluşur.

Tip 1 diyabetin görülme sıklığı %5 olarak belirtilmektedir. Tip 2 diyabet ise her 100 insandan 9’unda bulunan bir hastalıktır. Şeker hastalığı; körlük, böbrek yetmezliği, kalp krizi, inme ve bacak ampütasyonları gibi birçok hastalıklara sebep olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü‘nün 2016 yılında yayınladığı verilere göre, dünya genelinde 1,6 milyon insan şeker hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

Gizli Şeker Nedir?

Şeker hastalığının ortaya çıkışı ani bir şekilde gerçekleşmez. Aile hikayesinde şeker hastalığı bulunan kişilerde, kötü beslenme alışkanlıklarının, hareketsiz yaşam tarzının, ciddi kilo artışının ve ek başka kronik hastalıkların etkisiyle vücuttaki kan şekeri dengesini sağlayan insülin hormonunun çalışma düzeninde bozulmalar yaşanır.

Bu gibi durumların varlığından dolayı kan şekerinin seviyesi, insülin hormonu tarafından olması gereken değere döndürülemez. Oluşan bu duruma insülin direnci adı verilir.

İnsülin direnci oluştuğunda vücut, insülinin etkisi görülmediğinden yeteri kadar üretilmediğini düşünür ve etkisini güçlendirmek için daha çok insülin hormonu üretmeye başlar. Bu doğrultuda, kanda tespit edilen insülin seviyesinde artış gözlemlenir.

Bu süreçle birlikte bahsedilen olumsuz alışkanlık ve davranışlar devam eder ise vücudun insülin üretim mekanizmasında bozulmalar yaşanır ve yeterli seviyede insülin üretememeye başlar. Bunun sonucu olarak kan şekeri yükselmeye devam eder. Bu süreç sonucunda, halk arasında gizli şeker olarak bilinen prediyabet hastalığı oluşur.

Şu da unutulmamalıdır ki; gizli şeker hastalığı, doğru yaşam tarzı ve kullanılan tedavi yöntemleri ile tedavi edilir ise şeker hastalığına dönüşmesi önlenebilir.

Gizli Şekerin Oluşum Sebepleri Nelerdir?

Genetik faktörler dışında bazı risk faktörlerine sahip kişilerde de gizli şeker ortaya çıkmaktadır.

Gizli şekere neden olabilen faktörler şu şekildedir:

  • Yanlış beslenme alışkanlıkları,
  • Obezite ya da aşırı kilo alımı,
  • Aktivitesiz yaşam tarzı,
  • Yüksek kan basıncı,
  • Yüksek kan kolesterolü,
  • Birinci derece aile yakınında Tip 2 diyabet hastalığının varlığı,
  • 4 kg’ın üstünde bebek dünyaya getirme.

Gizli Şekerin Belirtileri Nelerdir?

Gizli şeker hastalığında genellikle belirli bir şikayet ya da bulgu oluşmaz. Yapılan araştırmalara göre prediyabeti olan bireylerin sadece %10’luk kesiminde belirli şikayetlerin varlığı gözlemlenmiştir. Bu nedenle, gizli şeker tanısı genellikle, hastaların farklı sağlık sorunları için yaptırdığı kan testleri sonrasında konulabilmektedir.

Ancak kan şekeri düzeyinin yüksek kaldığı süreye bağlı olarak vücut bazı belirti ya da bulgular gösterebilir. Bu belirtiler şu şekilde sıralanabilir:

  • Vücut kitle indeksindeki dengesizlikler,
  • Çok yemek yeme ihtiyacı,
  • Yüksek kan basıncı,
  • Kan kolesterolünün artması,
  • Halsizlik,
  • Yorgunluk,
  • Konsantrasyon eksikliği,
  • Cildin renginde değişiklik.

Gizli Şeker Tanısı Koyma Yöntemleri

Şeker hastalığı tanısı, açlık ve tokluk kan şekeri düzeyinin ölçülmesi ve HbA1c değerinin belirlenmesi ile konulmaktadır. Sağlıklı bireylerde açlık kan şekeri düzeyi 70-100 mg/dl arasında olmalıdır. Bu doğrultuda, kan değerleri aşağıda belirtilen ölçüler arasında ise şeker hastalığı tanısı konulmaktadır.

  • Açlık kan şekerinin 125 mg/dl değerinin üstünde olması.
  • Tokluk kan şekerinin 200 mg/dl değerinin üstünde olması.
  • HbA1c değerinin 6,5 mg/dl üstünde olması.

Bu bilgiler doğrultusunda, şeker hastalığının habercisi olarak bilinen gizli şekerin tanısı, hastanın kan değerleri şu ölçüler arasında ise konulmaktadır.

  • Açlık kan şekeri 100 – 124 mg/dl değer aralığında ölçülürse, açlık kan şekerinde bozulmalar yaşandığı belirtilir.
  • Tokluk kan şekeri 140 – 199 mg/dl değer aralığında saptanırsa, glikoz toleransında bozulmaların başladığını gösterir.
  • HbA1c değeri 5,5 – 6,4 aralığında tespit edilir ise bireyin kan şekeri değerlerinin 3 ay boyunca yüksek seyrettiği ve buna bağlı olarak prediyabet olduğu söylenebilir.

Bu değerler doğrultusunda kişide bozulmuş açlık şekeri ya da glikoz toleransı tespit edilirse gizli şeker tanısı konur. Gizli şeker tanısı konan kişilerde şeker hastalığı riski vardır. Ancak bu risk alınacak önlemlerle ve uygun tedavi yöntemi uygulanarak ortadan kaldırılabilir.

Bu nedenle gizli şeker çok ciddiye alınması gereken bir hastalıktır. Mutlaka doktor kontrolünde uygun tedaviye başlanmalı ve gerekli önlemler alınmalıdır.

Gizli Şeker Tedavisi Nasıl Yapılır?

Gizli şekerin tedavisinde amaç insülinin normal fonksiyonuna geri döndürmektir. Buna yönelik olarak, insülin direncinin oluşmasında etkili olan faktörleri ortadan kaldırmak hedeflenir. Alınacak önlemler ve uygulanacak tedaviler şu şekildedir:

  • Beslenme uzmanı ile birlikte sağlıklı beslenme düzeni oluşturulmalı.
  • Günlük aktivite artışı sağlanmalı ve spor aktiviteleri günlük yaşam içinde yerini almalı.
  • Vücudun kitle indeksi değeri normal seviyeye ulaştırılmalı, sağlıklı kilo kaybı sağlanmalı.
  • Uzman doktorun gerekli görmesi durumunda kişiye ağızdan antidiyabetik ilaçlar hastaya verilmeli.

Hamilelikte Görülen Gizli Şeker

Hamilelikle birlikte progesteron ve östrojen gibi bazı hormonlarda değişimler yaşanır. Hormonlarda yaşanan bu değişimler insülin direncinin oluşmasına neden olabilir. Hormonal değişimler nedeniyle oluşan yüksek glikoz gebelikle birlikte görülür. Bu rahatsızlığa, gestasyonel diyabet ya da gebelik diyabeti denir.

Hamilelikle birlikte görülen gizli şekerde de belirtiler yukarıda belirttiğimiz gibidir. Eğer hastalığın takibi ve tedavisi yapılmaz ise annede ve bebekte çeşitli sağlık sorunları oluşabilir. Bu nedenle, hamilelik boyunca anne kontrol altında tutulmalı ve kan şekeri değerleri sık sık kontrol edilmelidir.

Gebelik ile gelişen gizli şekerin tanısı için anne adayına bir test yapılır. Gizli şeker testi için öncelikle anne adayına, aç karnına 50 gramlık glikozlu su içirilir. Bir saat sonra da kan örneği alınarak kandaki glikoz değerlerine bakılır. Bu test sonucunda anne adayına gizli şeker teşhisi konulması durumunda, tedavi için anne adayına doktor kontrolünde bir beslenme programı çıkartılır.

Aile öykünüzde tip 2 diyabet hastalığı varsa ya da bu belirtilerden bazılarını gösteriyorsanız mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalısınız.

Covid Miyim, Grip Mi? Covid ve Grip Farkı Nedir?

Grip virüsünün yaygın görüldüğü aylara geldiğimiz şu günlerde, aynı zamanda günümüzün en büyük salgın hastalığını da yaşamaktayız. Bu nedenle, şu günlerde covid ve grip farkı merak edilen bir konu haline geldi. Bugünkü sağlık köşemizde sizlere covid ve grip enfeksiyonlarından ve aralarındaki farklardan bahsedeceğiz.

Grip (İnfluenza) Nedir?

İnfluenza olarak da bilinen grip, çoğunlukla Ekim ve Nisan aylarında görülen ve bulaşıcı olan solunum yolu enfeksiyonudur. Grip aniden başlar ve kendini, ateş, kas ağrısı, boğaz ağrısı, baş ağrısı, öksürük, halsizlik ve burun akıntısı gibi şikayetlerle belli eder.

Uzmanlar tarafından gribin kuluçka süresinin 1 ile 4 gün olduğu belirtilmektedir. Gribin şiddeti, genellikle virüsün türüne; enfekte olan kişinin bağışıklık ve sağlık durumuna göre değişmektedir.

Grip, özellikle yaşlılarda ve çocuklarda; akciğer, kalp ve böbrek gibi kronik hastalıkları olan kişilerde daha şiddetli seyretmektedir.

Belirtileri

  • 38 derece ve üzeri ateş,
  • Yorgunluk,
  • Hâlsizlik,
  • Boğaz ağrısı,
  • Baş ağrısı,
  • Kas ve eklem ağrıları,
  • Öksürük,
  • Burun akıntısı,
  • Burun tıkanıklığı,
  • Hapşırma,
  • Bulantı,
  • Kusma,
  • Üşüme,
  • Terleme.

Tedavisi

Grip, genellikle doktor tarafından verilen destekleyiciler, ateş düşürücüler; C vitamininden zengin gıdalar tüketme, yeterli sıvı alma ve dinlenme ile tedavi edilmektedir. Alınan bu önlemlerde amaç, hastalığın ilerlemesini engellemek, belirtileri azaltmak ve semptom süresini kısaltmaktır.

Ancak grip enfeksiyonu ağır seyreden, hastalığın ilerlemesi daha hızlı olan ve kronik hastalıkları olan kişilere doktor kontrolünde, virüsün çoğalma hızını azaltan tedaviler uygulanmaktadır.

İnfluenza Aşısı

Her yıl, Dünya Sağlık Örgütü tarafından, grip virüsünde meydana gelen mutasyonlar araştırılarak yeni aşı içerikleri oluşturulmaktadır. Geliştirilen bu aşının koruyucu özelliği, genellikle 6 ile 8 ay arasındadır.

İnfluenza Aşısı Ne Zaman Yaptırılmalı?

Grip, genellikle Ekim-Nisan ayları arasında etkisini daha yoğun göstermektedir. Bu sebeple aşının Eylül-Kasım ayları içerisinde yaptırılması, gripten korunmada daha etkili olacaktır.

İnfluenza Aşısı Kimlerde Uygulanmalı?

  • Gebeliğin herhangi bir evresinde olan hamile kadınlarda,
  • 6 ay – 5 yaş arası çocuklarda,
  • 65 yaş ve üzeri yetişkinlerde,
  • Kronik hastalıkları olan kişilerde,
  • Sağlık çalışanlarında uygulanmalıdır.

Kimler Yaptırmamalı

  • 6 aydan küçük olan bebekler,
  • Şiddetli yumurta alerjisi olan kişiler,
  • Daha önce grip aşısına karşı şiddetli alerjik reaksiyon gösterenler,
  • Grip aşısı sonrasında, 6 hafta içinde Gullian-Barre Sendromu geçiren kişiler,
  • Ateşli, orta ve ağır hastalığı olan kişiler grip aşısı yaptırmamalıdır.

İnfluenza Aşısının Yan Etkileri

Grip aşısının çok nadir gözlenen bazı yan etkileri vardır:

  • Aşının yapıldığı yerde ağrı, kızarıklık ya da şişme,
  • Düşük dereceli, hafif baş ağrısı,
  • Ateş,
  • Kas ağrıları,
  • Mide bulantısı,
  • Yorgunluk.

Alerji Hastalıkları ve Alerji Testi

Alerji, birçok kişinin hayatını olumsuz etkileyen ve yaşam kalitesini düşüren bir hastalıktır. Bu nedenle erken teşhis edilmesi oldukça önemlidir. Alerji testi uygulayarak alerjik hastalıkların tanısı kolaylıkla konulabilmektedir. Bu yazımızda alerji hastalıklarını ve alerji testinin türlerini inceleyeceğiz.

Alerji Nedir?

Bağışıklık sistemi, vücudu virüsler, bakteriler ve kanserojen maddeler gibi dış etkenlerden koruyan bir sistemdir. Bazı durumlarda bağışıklık sistemi yabancı ve zararlı maddelere karşı fazla tepki gösterebilmektedir. Bazı durumlar da ise, beslenme için tükettiğimiz besinleri ya da aldığımız ilaçları zararlı madde olarak algılayıp tepki verir. Bu tepkime alerji olarak tanımlanır. Alerjinin nedeni tam olarak bilinmese de genetik yatkınlığın söz konusu olduğu belirtilmektedir.

Alerji Türleri

Alerjik Rinit: Halk arasında yaz gribi, bahar nezlesi veya saman nezlesi olarak bilinmektedir. Polenler, toz, bazı besin maddeleri, hayvanların tüyleri ve kimyasal maddeler alerjik rinitin sebeplerindendir. Alerjik rinitin belirtileri şu şekildedir; burun akıntısı, burun kaşıntısı, hapşırma, öksürük ve boğaz kaşıntısıdır.
Alerjik Astım: Solunum yolu alerjileri arasında yer almaktadır. Genetik yatkınlığın söz konusu olduğu ve akciğer bronşlarının alerjen tepkimeye neden olduğu bir alerji türüdür. Belirtileri ise; göğüste sıkışma, nefes darlığı ve kuru öksürük olarak belirtilmektedir. Küf mantarı, hamam böceği, polen, toz ve hayvanların tüyleri nedeniyle oluşur.
Alerjik Konjonktivit: Gözün beyaz kısmını saran, gözü koruyan, gözün serbest hareket etmesini sağlayan ve konjonktiva olarak bilinen zar tabakasıdır. Bu zarın dış etkenlere karşı gösterdiği tepkimeye alerjik konjonktivit adı verilir. Gözde sulanma, yanma ve kaşıntı gibi belirtilerle kendini gösterir.
Ürtiker: Halk arasında kurdeşen olarak da bilinen ürtiker; kaşıntı, kızarıklık ve kırmızı lekeler gibi belirtilerle kendini gösterir. Ağrı kesici ilaçlar, alkol, böcekler, parazitler, bazı gıda türleri, enfeksiyon, güneş ışığı, soğuk, stres ve yüksek ısı ürtikerin oluşmasını tetikleyen faktörlerdir.
Atopik Dermatit: Genelde bebeklik döneminde ortaya çıkan ve 6 ay ile 2 yaş arasındaki çocuklarda görülen bir egzama türüdür. Tedavi edilmediği takdirde alerjik rinit ve astım hastalıklarına sebep olmaktadır.
Anafilaksi: Arı sokmasının sebep olduğu bir alerji türüdür. Arının soktuğu bölgede oluşan aşırı şişmeye ve ağrılara sebep olmaktadır. Nefes almada zorluk ve bilinç kaybı gibi durumlar gözlenmektedir. Anafilaksi tehlikeli bir alerji türüdür ve ölümcül olabilmektedir.

Alerji Tanısı Nasıl Konur?

Alerji hastalıklarında tanı konması oldukça zordur. Farklılık gösteren alerji hastalıklarının olmasından dolayı, her alerji türü için farklı alerji testi vardır. Alanında uzman doktor belirtileri muayene ederek gerekli gördüğü alerji testini hastaya uygulatır. Bu şekilde alerji tanısı konur. Ancak alerji tanısını koyarken, test sonuçları çok dikkatli incelenmelidir.

Alerji Testi Nedir?

Erkek hastaya alerji testi uygulayan bir kadın laborant.

Alerji testi, kişilerin gösterdiği alerjik tepkileri değerlendirmek için yapılan testlerdir. Alerjik reaksiyona göre kan ve cilt testi olarak uygulanmaktadır. Bu testler hastalığın altında yatan alerjik nedeni bulmak için oldukça önemlidir. Bu nedenle doğru değerlendirmek gerekir. Alerji testleri uygulanan yönteme ve belirtilere göre türlere ayrılır.

Alerji Testi Türleri

Akım Sitometrisi
Kan örnekleri üzerinde uygulanan bir işlemdir. Kanda bulunan belirli bir hücre türünü incelemek için o hücreyi ayrıştırmayı sağlar. Bu şekilde teşhis daha hızlı konabilmektedir.

Bazofil Aktivasyon Testleri
Akım sitometrisi sitemini kullanarak uygulanan bir alerji testidir. Genellikle; besin, arı ve ilaç alerjilerinin tanısında kullanılmaktadır.

Besin Yükleme Testleri
Öncelikle şunu belirtmek gerekir; besin yükleme testi riskli bir uygulamadır. Bu nedenle sadece deneyimli alerji ve immünoloji uzmanı tarafından yapabilir. Ayrıca hastanın gösterdiği semptomlar ağır ise kesinlikle besin yükleme testi yapılmaz.
Hastanın semptomları ve testler sonucunda şüpheli besinler önce belirli bir süre diyetten çıkarılır ve sonra tekrar diyete dahil edilerek klinik cevap değerlendirilmesi yapılır. Bu test uygulamasında şüphelenilen besinler 2-4 hafta boyunca diyetten çıkarılır. Sonrasında ise diyetten çıkarılan besinler, bir alerji ve immünoloji uzmanı gözetiminde ve belirli bir protokol dahilinde, belirli miktarlarda tekrar diyete dahil edilir.

Bronş Provokasyon Testleri
Bronş provokasyon testleri, alerji hastalıklarında ve astım benzeri şikayetleri olan ancak tanı konulamayan hastalıklarda kullanılan bir test türüdür.
Test uygulaması sırasında metakolin, hastaya düşük dozlar halinde ve solunum yoluyla verilmeye başlanır. Bu şekilde hava yollarında daralmanın şiddeti anlaşılır. Bu test sırasında şiddetli bronş daralması oluşabilmektedir. Bu nedenle, bronş provokasyon testleri alerji ve immünoloji uzmanın denetimi altında ve tüm önlemlerin alınabileceği bir klinikte yapılmalıdır.

Deri Testleri
Deri testleri, sıklıkla kullanılan alerji testi türlerinden biridir ve belirli bir alerjene karşı yapılan bir testtir. Alerjenlerin seçimi ve sayısı hastanın klinik öyküsüne ve semptomlarına göre belirlenir. Kesin teşhis ancak, pozitif reaksiyonların klinik bulgularla uyumluluk göstermesiyle konulur.

Endoskopi
Genellikle endoskopi, iç organlarımızı görüntülemek ve gerektiğinde biyopsi yapmak için kullanılmaktadır. Ancak gerekli durumlarda astım ve diğer alerjik hastalıkların tanısında da kullanılabilir. Burun içerisi, boğaz, nefes borusu ve bronşlarda tanı ve ayırıcı tanı konmak için önemli bir yöntemdir.

Eozinofil Sayımı
Eozinofiller, alerjik hastalıklarının oluşumuna neden olan temel hücrelerdir. Bu nedenle sıklıkla alerjik hastalıkların tanısında kullanılan ilk yöntemlerden biridir. Kan, burun ve balgam örneklerinin incelenmesiyle eozinofil sayım işlemi gerçekleştirilir.

Fiziksel Ürtiker Testleri
Dış etkenlere bağlı olarak gelişen fiziksel ürtikerlerin tanısı çoğunlukla hastalığın öyküsü ile konulabilmektedir. Ancak tanının doğrulanması için testler yapılmalıdır.
Fiziksel ürtiker testi; dil basacağı, kalem ya da tırnak ucu ile derinin üzerinin çizilmesi ile test edilir. Uygulanan işlemden yaklaşık 15 dakika sonra test edilen bölgede ödem ya da kızarıklık oluşması test sonucunun pozitif olduğunu gösterir.

İlaç Provakasyon Testleri
İlaçlarla provokasyon testleri, ilaç alerjilerinde tanı koymak için kullanılmaktadır. Şüpheli olduğu düşünülen ilaç ile deri testlerinin (prik/intradermal) uygulanmasıyla yapılmaktadır. Ancak bu testler ciddi reaksiyonlara sebep olabileceğinden testin deneyimli doktorların gözetiminde yapılması gerekir.
Ağır anafilaksi öyküsü olan hastalara ilaç provakasyon testleri kesinlikle uygulanmamalıdır.

Nitrik Oksit Ölçümü
Hava yollarındaki iltihaplanmanın tanısında ve tedaviye verilen yanıtın değerlendirilmesinde kullanılan bir alerji testi türüdür. Küçük bir cihaza belirli bir sürede nefes üfleyerek uygulanan bir testtir. Hastanın yaşına göre işlemde değişiklikler olmaktadır.

Otolog Serum Deri Testi
Kronik ürtikeri olan hastalarda tanı amaçlı kullanılan bir testtir. Öncelikle hastadan alınan kan oda sıcaklığında pıhtılaştırılır. Sonrasında santrifüj yardımı ile serumu ayrılır. Daha sonra çok ince uçlu iğne ile bu serum hastanın cildinin içine enjekte edilir. Test yapıldıktan yaklaşık 30 dakika sonra oluşan şişlik ve kızarıklığa göre sonuçlar değerlendirilir.

Pletismografi
Hasta küçük bir kabin içerisine alınır ve kabinde bulunan ağızlık yardımıyla hasta değişik solunum manevraları yapar. Bu test sırasında nefes akış hızı ve volümler cihaz tarafından kaydedilir. Bu test işlemi bazı hastalar için yorucu olabilmektedir.

Serum Spesifik IgE
Alerjik hastalıklarda ilk bakılan test sonucu incelemesidir. Kanda bulunan serum IgE seviyesi yaşa bağlı olarak değişiklik gösterir. Ayrıca, alerjik hastalıklar dışında da birçok hastalık nedeniyle total IgE seviyeleri yükselebilmektedir. Alınan kan örneği ile kolaylıkla serum spesifik IgE seviyesi tayin edilebilir.

Solunum Fonksiyon Testleri (Spirometri)
Solunum fonksiyon testleri hem tanı konulmasında hem de hastalığın takibinde kullanılan bir test türüdür. Doktor test sonucunda çıkan değerlere bakarak hastalığın şiddeti ya da düzeyi hakkında bilgi edinir.

Solunum Fonksiyon Testleri Uygulaması

  • Önce hastanın burunu kapatılır.
  • Cihazın ağızlık kısmı hastanın ağzına yerleştirilir.
  • Hasta önce normal solunum yapar.
  • Sonrasında derin ve kuvvetli bir nefes alır.
  • Daha sonra hızlı ve kuvvetli şekilde nefes alır verir. Bu şekilde yaklaşık 6 saniye devam eder. Bu işlemden sonra tekrar derin bir nefes alır ve test sonlandırılır.

Ertesi Gün Hapı Hakkında Merak Edilenler

Ertesi gün hapı, progesteron hormonu içeren ve kadınlar tarafından oral yolla alınan bir ilaçtır. Korunmasız bir şekilde girilen cinsel ilişki sonrasında, planlanmamış bir gebelik oluşumunu engellemek için kullanılmaktadır. İçeriğinde bulunan progesteron hormonu ile kadın yumurtasının sperm tarafından döllenme olasılığını azaltmaktadır. Bununla birlikte, döllenen yumurtanın uterusa tutunmasını engellemektedir.

Ertesi gün hapı düzenli kullanım gerektirmemektedir. Korunmasız bir cinsel ilişki sonrasında bir veya iki doz seklinde kullanılabilir. Bu nedenle doğum kontrol ilaçlarından farklıdır ve doğum kontrol yöntemi olarak algılanmamalıdır. Korunmasız cinsel ilişki ya da ilişki sırasında kondom yırtılması gibi beklenmedik durumlarda kullanılmalıdır.

Ertesi gün hapı, korunmasız cinsel ilişki sonrasında ilk 24 saat içinde alındığında, gebelik oluşumunu yaklaşık olarak %98 oranında engellemektedir. Ayrıca şu da unutulmamalıdır, ertesi gün hapının cinsel yolla bulaşan hastalıkları önleme konusunda hiçbir koruyucu etkisi yoktur. Bu nedenle ertesi gün hapları sadece kadınlar
tarafından ve korunmasız ilişki durumunda gebeliği önlemek amacıyla kullanılmalıdır.

Ertesi Gün Hapı Nedir?

Ertesi gün hapları, kadınların kullanabildiği ve eczanelerde reçetesiz olarak satılan bir ilaçtır. Korunmasız cinsel ilişkiye girilmesinden sonra, gebeliğin önlenmesi için kullanılmaktadır. İsminden dolayı ertesi gün hapının, cinsel ilişkiden sonraki gün alınması gerektiği düşünülmektedir. Ancak bu yanlış bir düşüncedir.

İstenmeyen bir gebeliğin olma olasılığı söz konusu olan bir ilişki sonrasında olabildiğince çabuk alınmalıdır. Ertesi gün hapı, ilişki sonrasında ilk 12 saat içinde kullanıldığında olası gebeliği engelleme oranı yaklaşık olarak %98’dir. Ancak ilişki sonrası, ikinci gün kullanıldığında bu oran %75′ dir.

Doğum kontrol yöntemi olarak düşünülmemelidir. Bu haplar acil koruma yöntemidir. Gebeliği engelleyici, kesin bir çözüm değildir. Ertesi gün hapı, doğum kontrol yöntemlerinin uygulanamadığı durumlarda, yalnızca cinsel ilişki sonrasında kullanılıp geçici bir çözüm üretir. Adet döneminin herhangi bir evresinde de kullanıla bilinir.

Ertesi gün hapının doğum kontrol yöntemi olmadığını unutmamak gerekir. Kullanım yöntemleri de doğum kontrol haplarından farklıdır. Korunmanın unutulduğu ya da kondom yırtılması gibi beklenmedik durumlarda acil kurtarıcı olarak kullanılmaktadır. Doğum kontrol hapları gibi düzenli kullanıldığında birçok yan etkisi oluşabilmektedir. Bu nedenle düzenli kullanılmamalıdır.

Eczanelerde reçetesiz satılan ilaçların kullanım dozu markalar arasında farklılık göstermektedir. Bu ilaçların bazıları tek kullanımda etkisini gösterirken, bazıları iki doz kullanımda etkisini göstermektedir. Bu nedenle ilacı kullanmadan önce mutlaka eczacıya danışılmalı ve ilaç prospektüsü dikkatli bir şekilde okunmalıdır.

Bir diğer önemli nokta ise, ertesi gün hapları cinsel hastalıklara karşı bir koruma sağlamamaktadır.

Ertesi Gün Hapının Kullanım Şekli

  • Doğum kontrol yöntemlerinin uygulanamadığı ya da kondom yırtılması gibi durumlar sebebiyle gerçekleşebilecek, istenmeyen gebeliği engellemek amacıyla kullanılmaktadır.
  • Düşünülenin aksine ertesi gün hapı, korunmasız cinsel ilişkiden hemen sonra alınmalıdır.
  • Her ne kadar ilişki sonrasında ilk 5 gün içinde kullanılabilen bir ilaç olsa da koruma özelliği alınan zamana göre değişmektedir.
  • Korunmasız cinsel ilişki sonrasında ilk 24 saat içinde alındığında gebeliği önleme oranı %98 iken, 48. saat sonrasında alınırsa koruma oranı %75’e geriler.
  • Eczanelerden reçetesiz olarak alınan ertesi gün hapını kullanmadan önce mutlaka prospektüs okunmalıdır.

Ertesi Gün Hapı Nasıl Koruma Sağlar?

Ertesi gün hapı, korunmasız cinsel ilişkinin ardından, beklenmedik gebelik oluşumunu içeriğindeki progesteron hormonu sayesinde engeller. Sperm kadın vücudunda yaklaşık 2 güne kadar canlı kalabilir. Gebelik oluşumunda, sperm fallop tüplerine ulaştıktan sonra yumurtayı dölleyerek gebelik oluşumunu sağlar.

Korunmasız cinsel ilişki sonrasında istenmeyen gebeliğin engellenmesi için ertesi gün hapı en kısa sürede alınmalıdır. Yumurta, canlı kalan sperm tarafından döllenmiş olsa bile, ertesi gün hapının içeriğinde bulunan progesteron hormonu, rahim içi duvarının kalınlaşmasını engelleyerek embriyonun tutunmasına engel olur.

Yan Etkileri Nelerdir?

Ertesi gün hapının kullanım nedeni, korunmasız cinsel ilişki sonrasında oluşabilecek istenmeyen gebeliği engellemektir. Bu nedenle doğum kontrol yöntemleri ile karıştırılmamalıdır. Doğum kontrol hapları gibi düzenli kullanılmamalıdır. Uzun süre ve düzenli kullanıldığında pek çok yan etkiye neden olmaktadır. Ayrıca âdet düzensizliğine, mide bulantısına ve kusmaya neden olabilmektedir.

İlaç kullanıldıktan sonraki ilk 3 saatte kusma yaşanırsa, ilacın koruyucu etkisi kalmayacaktır. Bu durumda ilaç tekrar alınmalıdır. Daha sonrasında şikayetler devam eder ise en yakın sağlık merkezine başvurulmalıdır.

Ertesi gün hapının içeriğinde bulunan hormon nedeniyle yan etkiler görülebilmektedir. Bu nedenle bir ay içinde sadece bir kere kullanılmalıdır. Bir ay içinde birden fazla ertesi gün hapının kullanıma bağlı olarak kişinin hormonal düzeni değişiklik gösterebilmektedir.

Vücutta, haberleşmeyi ve sistemlerin uyum içinde çalışmasını sağlayan hormonlardaki düzensizlik birçok sağlık problemine neden olabilmektedir. İlacın uzun süreli kullanımı, âdet düzeninin bozulması, kalp damar hastalıkları ve kanser gibi birçok hastalığın oluşumuna da neden olabilir. Bu nedenle ertesi gün hapı yalnızca korunmasız olarak girilen cinsel ilişkilerden ya da kondom yırtılması durumundan sonra, en fazla ayda yalnızca 1 kez alınmalıdır.

İlacın oluşturabileceği diğer yan etkiler şu şekildedir:

  • Göğüslerde hassasiyet,
  • Baş ağrısı ve dönmesi,
  • Halsizlik,
  • Vücutta şişkinlik,
  • Adet döngüsü arasında kanama,
  • Lekelenme,
  • Karın ağrısı.

Sağlıklı bir yaşam için ertesi gün hapı kullanımına dikkat edilmeli ve bir ayda en fazla 1 kere alınmalı. Aktif bir cinsel hayata sahip kişilerin istenmeyen bir gebelik yaşamaması için uzman doktor kontrolünde, kendisine uygun doğum kontrol yöntemlerinden birini kullanarak koruma sağlaması önerilmektedir.

Rektum Kanseri Hakkında Bilmeniz Gerekenler

Rektum kanseri, rektumda bulunan sağlıklı hücrelerin DNA’larında gelişen hatalar sebebiyle oluşur. Birçok vakada, bu hataların nedeni bilinmemektedir.

Rektum, kolon olarak da geçen kalın bağırsağı anüse bağlayan son kısımdır. Rektum kalın bağırsağın sonundaki yaklaşık 12-15 cm’lik kısmıdır. Kolonun son bölümünde başlayarak anüse ulaşan kısa ve dar geçide ulaştığında biter.

Rektumun 3 tabakası vardır. Mukoza kısmı dışkının geçişini kolaylaştırmak için mukus salgılayan bezlerden oluşur ve bu bezler rektumun iç yüzeyini kaplar. Muskularis propria bölümü rektum duvarının orta tabakasıdır ve bu katman büzüşmeyi sağlayan kaslardan oluşur. Yağ tabakası da rektumun üçüncü ve son kısmıdır. Rektumu oluşturan bu üç tabakanın dışında ise bağışıklık sisteminin bir parçası olan lenf bezleri rektumu çevrelemektedir.

Rektumun Bölümleri Nelerdir?

Rektum üç bölümden oluşmaktadır. Bunlar üst rektum, orta rektum ve alt rektumdur.

Üst rektum: Makat girişinden itibaren 10 cm’den ilerisi
Orta rektum: Makat girişinden itibaren 6-10. cm’ler arası
Alt rektum: Makat girişinden itibaren 4-5. cm’ler arası.

Rektum Kanseri Nedir?

Rektum kanseri, rektum dokularında kanserli hücrelerin oluştuğu bir hastalıktır. Genellikle rektum astarındaki poliplerden kaynaklanmaktadır. Rektum ve kolon kanseri genellikle “Kolorektal kanser” olarak da adlandırılır. Alt rektum kanserleri ise halk arasında sıklıkla makat kanseri olarak adlandırılmasına rağmen, makat kanserlerinden özellikleri ve tedavileri farklıdır.

Rektum Kanseri Kimlerde Görülür, Türkiye’de Yaygın Bir Kanser Midir?

Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon kişiye rektum kanseri teşhisi konulmaktadır. Ülkemizde ise her yıl yaklaşık 30 bin rektum kanseri tanısı konulduğu tahmin edilmektedir. En sık görülen rektum kanser türü mukozadan kaynaklanan bir kanser olan adenokarsinomdur.

Rektum kanseri kadınlara oranla erkeklerde daha fazla görülmektedir. Erkeklerde rektum kanseri görülme sıklığı kadınlardan 1,5 kat fazladır. Türkiye’de hem erkeklerde hem de kadınlarda görülen en sık görülen kanser çeşitlerinden biridir.

Endoskopik ve radyolojik tetkiklerin ilerlemesi sonucunda rektum kanseri teşhisi artık daha rahat konulabilmektedir. Farkındalığın artması ile birlikte görülme oranlarında da artış yaşanmaktadır.

Rektum Kanseri Neden Olur?

Vücuttaki sağlıklı hücreler fonksiyonlarını normal sürdürmek amacıyla düzenli bir şekilde büyür ve bölünürler. Ancak DNA hasarlandığında ve hücre kanserli hale geldiğinde hücre bölünmeleri yeni hücrelere gerek olmasa dahi kontrolsüz bir biçimde devam eder.

Zamanla kanser hücreleri çevredeki normal dokuyu ele geçirip yok edecek şekilde büyüyebilir. Bu hücreler biriktiğinde bir tümör oluştururlar. İlerleyen zamanlarda kanserli hücreler vücudun diğer kısımlarına gidebilirler.

Rektum Kanseri Risk Faktörleri Nelerdir?

Rektum kanseri için kesin bir sebep bilinmese de kişide rektum kanserinin görülme olasılığını artıran bazı risk faktörleri vardır.

İleri yaş: Rektum kanseri tanısı alan hastaların büyük çoğunluğu 50 yaşın üzerindedir. Rektum kanseri çok daha az sıklıkta daha genç bireylerde de oluşabilir.
Bağırsak içinde poliplerin varlığı: Hali hazırda adenomatöz polip veya kolon kanseri iseniz gelecekte rektum kanserine yakalanma riskiniz oldukça yüksektir.
İnflamatuar bağırsak hastalığı: Ülseratif kolit ve Crohn gibi kolonu ve rektumu tutan kronik inflamatuar (iltihabi) hastalıklara sahip olmanız kanser riskini artırır. Bunun sebebi ise bu hastalıkların belli süreler içinde bağırsak içi hücre tipini bozarak kansere zemin hazırlayabilecek olmasıdır.
Ailede kanser hastalığı öyküsü: Bir ebeveyniniz, kardeşiniz veya çocuğunuz rektum kanserine sahip ise hastalığın sizde de gelişme ihtimali yüksektir. Eğer birden çok aile bireyinde kolon kanseri veya rektum kanseri varsa risk düzeyiniz daha yüksektir. Ek olarak kadınlarda
Kolorektal kanser riskini artıran kalıtsal sendromlar: Ailenizde nesillerdir aktarılan genetik sendromlar veya bozukluklar kolorektal kanser riskini artırabilir. Bu sendromlara FAP (Ailesel adenomatöz polipozis sendromu) ve HNPCC (Heredite polipozis dışı kolon kanseri) dahildir.
Hastanın kanser geçmişi: Önceki kanserleri tedavi etme amaçlı karın bölgesine yönelik radyasyon terapisi almış olmak kolorektal kanseri riskini artırabilir. Kadınlarda yumurtalık, meme ve rahim kanseri hikayesinin olması da riski artıran faktörlerden biridir.
Beslenme faktörleri: Rektum kanserinin düşük sebze, yüksek kırmızı et (özellikle yanmış veya iyi pişmiş olduğunda) ağırlıklı beslenme ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir.
Hareketsiz yaşam: Eğer sedanter bir yaşam biçiminiz varsa, rektum kanseri geliştirme ihtimaliniz daha yüksektir. Düzenli fiziksel aktivitede bulunmak kolorektal kanser riskini azaltabilir.
Sigara ve alkol tüketimi: Sigara kullanan veya düzenli olarak haftada üçten fazla alkollü içecek tüketen kişiler artmış riske sahip olabilir.

Bu risk faktörlerine sahip kişilerin hekim tavsiyesi ile erken yaşlardan itibaren bağırsak kanseri taramalarının yapılması gerekir.

Rektum Kanserinin Belirtileri Nelerdir?

Rektum kanseri belirtileri her hastada çok farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Birçok rektum kanserinin de belirti vermeksizin rutin aramalarda tespit edildiği de unutulmamalıdır. Rektum kanseri belirtileri genel olarak şunları içermektedir.

  • Kabızlık, ishal, aşırı miktarda gaz gibi bağırsak hareketlerindeki değişikliklerde artış
  • Makatta kanama olması
  • Dışkıda koyu veya parlak kan görülmesi
  • Dışkıda mukus görülmesi
  • Dışkıda kısıtlanma
  • Dışkı boyutlarında değişim
  • Abdominal (karın bölgesinde) şiddetli ağrı veya kramplar
  • Ağrılı bağırsak hareketleri
  • Demir eksikliği anemisi
  • Anemiye bağlı olarak nefes darlığı, baş dönmesi, hızlı kalp atışı gibi şikayetler
  • Bağırsakların tam boşalamadığı hissi
  • Diyet veya egzersize bağlı olmayan açıklanamayan kilo kaybı
  • Güçsüzlük veya yorgunluk

Rektum Kanserinin Evreleri Nelerdir?

Rektum kanseri 4 evreden oluşmaktadır. Tüm evrelerde rektum kanserinin başlıca tedavisi cerrahidir. Tümörün rektumdaki yerleşim yerine, boyutuna, hangi evrede olduğuna, hastanın tümör komplikasyonlarıyla (tıkanıklık, delinmesi, kanama benzeri) veya acil koşullarda başvurmasına bağlı olarak cerrahi tedavinin şekli değişebilir.

Evre I. Hastalığın en erken evresidir. Kanser hücreleri bağırsağın iç ve orta tabakalarını tutar. Uzak organlarda ve lenf düğümlerinde tutulum yoktur.
Evre II. Kanser hücreleri bağırsağın tüm katlarını tutar, en dış tabakaya ulaşır, komşu organ ya da organlara yayılabilir. Lenf düğümlerinde ve uzak organlarda tutulum yoktur.
Evre III. Bağırsak duvarındaki tutulum hangi düzeyde olursa olsun, bağırsak komşuluğundaki lenf düğümlerinde tümör yayılımı vardır.
Evre IV. Hastalığın en ileri safhasını oluşturur. Bağırsak duvarındaki ya da lenf düğümlerindeki tümör yayılımı ne olursa olsun, karaciğer, akciğer, karın zarı (periton), kemik, beyin gibi organlarda metastaz vardır.

Rektum Kanserinde Erken Tanı Nasıl Konur? Neden Önemlidir?

Her kanser çeşidinde olduğu gibi rektum kanserinde de erken tanı hayat kurtarır. Hastalık erken evrede saptandığı zaman ameliyat öncesi radyoterapiye ve kemoterapiye gerek duyulmamaktadır. Hastalığı erken evrede yakalamak için 40 yaşından itibaren düzenli kolonoskopi ve gastroskopi Dünya Sağlık Örgütü tarafından tavsiye edilmektedir.

Ek olarak, makattan kanama gibi şikayetler geliştiğinde rektoskopi ve kolonoskopi yaptırılmalıdır. Erken dönemde tanı konulan kanserlerde %80-90 arasında iyileşme oranı gözlemlenmektedir. Bağırsak içerisindeki iyi huylu poliplerin zamanla kanserleşmesini önlemek için, poliplerin kanserleşmeden tanınması ve cerrahi yöntemlerle çıkarılması gerekmektedir.

Rektum Kanseri Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Rektum kanseri tedavisinde cerrahi müdahalenin amacı kanserleşmiş doku ile birlikte tümörsüz alan sağlanacak şekilde sağlam dokunun da çıkartılmasıdır. Günümüzde kapalı yöntem (laparoskopik) rektum ameliyatları başarı ile yapılabilmekte ve hastaların ameliyat sonrası yaşam kalitesi ve hızlı iyileşmesi sağlanabilmektedir.

Ancak bazı durumlarda cerrahi müdahale yeterli olmayabilir. Tek başına cerrahi yaklaşım sonrasında nüksetme oranı yüksek olduğundan dolayı tümörün çıkartılmasından ve kısa bir iyileşme döneminin ardından kemoterapi ve/veya radyoterapi içeren tedavi planına geçilir.

Kemoterapi ve ışın tedavisi (radyoterapi) ameliyat öncesindeki durum değerlendirmelerine bağlı olarak yapılıp, mümkünse kitle küçültülerek, cerrahi girişimde tam rezeksiyon hedeflenebilir.

Ameliyat öncesi kemoterapi ve radyoterapi uygulamasında hastalığın tekrar oranının daha düşük (%10’un altında) olduğu tespit edilmiştir. Eğer cerrahi sonrası uygulanırsa tekrar oranı yaklaşık %24 ila %40 arasındadır.

Rektum Kanseri Korunma Yolları

Rektum kanserinden korunmanın başlıca şartı, gerekli tarama ve tetkiklerini ihmal etmemektir. Aile öykünüz ve tıbbi geçmişinizi değerlendiren hekiminizin tavsiye ettiği şekilde ve aralıklarla gaitada gizli kan, kolonoskopi veya sigmoidoskopi tetkiklerini yaptırmak rektum kanserinden korunmanın birincil yoludur.

Öte yandan sigara ve tütün ürünleri ile alkolden uzak durmak, spor ve egzersiz açısından aktif bir yaşam tarzı benimsemek, yağ ve kırmızı et tüketiminde aşırıya kaçmamak ve tam tahıllar ile lifli gıdalar açısından zengin bir beslenme programı benimsemek de rektum kanserine karşı koruyucudur.

E-Hizmetler

7/24 Kolay & Hızlı Randevu

Özkaya Tıp Merkezi Özkaya Tıp Merkezi
0(312) 417 8585