Özkaya Tıp Merkezi
Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
MENÜ

İlişki Problemleri ve Psikolojik Yaklaşımlar

İlişki problemleri, birçok insanın yaşamında karşılaştığı zorlu durumlardan biridir. Sevgi, anlayış ve paylaşım temelinde kurulu olan ilişkiler, zaman zaman çeşitli sıkıntılarla karşılaşabilir.

İlişki Sorunları Nelerdir?

İlişki sorunları, birçok çiftin karşılaştığı yaygın bir durumdur ve farklı şekillerde kendini gösterebilir. Bu sorunlar, iletişim eksiklikleri, güven sorunları, cinsellik sorunları, ve duygusal mesafe gibi unsurlar nedeniyle ortaya çıkabilir.

İletişim eksiklikleri, birçok ilişkiyi olumsuz yönde etkileyen en önemli faktörlerden biridir. İlişkideki bireyler, birbirlerine yeterince duygu ve düşüncelerini ifade edemediklerinde, bu durum çatışmalara ve yanlış anlamalara yol açabilir.

Güven sorunları ise, ilişkideki bağlılığı zayıflatabilir. Geçmişte yaşanan ihanetler ya da gizli kalmış sırlar, partnerler arasında sürdürülebilir bir güven inşa etmeyi zorlaştırır. Cinsellik sorunları, çiftlerin birbirlerine olan çekimlerini azaltabilir. Farklı cinsel ihtiyaçlar ya da isteksizlik, çiftlerin cinsel yaşamlarını olumsuz etkileyebilir.

İlişki Sorunları Neden Olur?

İlişkiler, insanların duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını karşıladığı önemli bağlar olup, bazen çeşitli sorunlarla karşılaşabilir. İlişki sorunları genellikle kişisel ve çevresel faktörlerin bir birleşimi olarak ortaya çıkar. Bu süreçte bazı temel nedenler üzerinde durmak önemlidir.

Birçok ilişki sorunu için en yaygın nedenlerden biri iletişim eksiklikleridir. Taraflar arasında yeterli ve sağlıklı bir iletişim kurulamaması, yanlış anlamalara ve çatışmalara yol açabilir. Özellikle, hislerin ve düşüncelerin açıkça ifade edilmemesi, duygusal mesafeleri artırabilir.

Bir diğer neden ise, farklı değerler ve inançlardır. Her bireyin arka planı, büyüdüğü aile yapısı ve toplumsal normları, ilişkilere yansır. Bu farklılıklar, zamanla çatışmalara sebep olabilir. Örneğin, bir taraf kariyerine öncelik verirken, diğer taraf aile hayatını önceliklendirebilir; bu da ilişki dinamiklerini olumsuz etkileyebilir.

Güven eksikliği de önemli bir faktördür. İlişkilerde güven duygusu yoksa, şüphe ve kıskançlık duyguları sıkça yaşanır. Bu durum, taraflar arasında gerginliğe sebep olur ve sağlıklı bir ilişki sürdürebilmek adına sorun yaratır.

İlişkilerde Sorun Giderme Yöntemleri

İlişkilerde sorun giderme yöntemleri, çiftlerin arasındaki anlayışı ve iletişimi güçlendirmek için kritik öneme sahiptir. Sorunların çözülmesi, sağlıklı bir ilişkinin devamlılığı için gereklidir.

  • İletişim Kurma: Duygularınızı ve düşüncelerinizi açık bir şekilde paylaşmak, sorunların çözümünde ilk adımdır. Karşılıklı dinleme, iletişimi daha sağlıklı hale getirir.
  • Empati Geliştirme: Partnerinizin bakış açısını anlamak, onun hislerini önemsemek ve bu hislere saygı duymak, aranızdaki bağı güçlendirir.
  • Problem Çözme Becerilerini Geliştirme: Çiftler, yaşadıkları sorunları birlikte çözmeye çalışarak bu becerilerini geliştirebilirler. Bu, ilişki dinamiklerini de olumlu yönde etkiler.
  • Birlikte Zaman Geçirme: Romantik veya eğlenceli aktiviteler, çiftlerin arasındaki iletişimi artırırken sorunların daha kolay üstesinden gelinmesine yardımcı olabilir.
  • Profesyonel Destek Alma: Eğer problemler kendi başınıza çözülemeyecek kadar derinleşmişse, bir terapistten destek almak faydalı olabilir. Berkentegelongun bu, ilişkinin sağlığı için önemli bir adım olabilir.

İlişki sorunları, çiftlerin başa çıkmak zorunda olduğu zorluklardır; ancak doğru yaklaşımlar ve yöntemler ile bu sorunlar aşılabilir. Unutmayın, her ilişki kendine özgüdür ve uygulanan yöntemler de bu özgünlüğe göre şekillenmelidir.

Duygusal Zeka ve Kişisel Gelişim

Duygusal zeka, bireylerin kendi duygularını tanıma, anlama ve yönetme yeteneği ile başkalarının duygularını algılayabilme becerisidir. Kişisel gelişim yolculuğunda önemli bir rol oynayan duygusal zeka, stres yönetiminden toplumsal etkileşime kadar birçok alanda etkili bir araç sunar.

Duygusal Zeka Nedir?

Duygusal zeka, bireylerin kendi duygularını anlama, yönetme ve başkalarının duygularını tanıma yeteneklerini kapsayan bir kavramdır. Bu terim, 1995 yılında Daniel Goleman tarafından popüler hale getirilmiştir. Duygusal zeka, bireylerin sosyal ve duygusal başarılarını artırmada önemli bir rol oynamaktadır.

Duygusal zekanın temel bileşenleri arasında duygusal farkındalık, duygusal düzenleme, empatinin gelişimi ve ilişki yönetimi bulunmaktadır. Bu bileşenler, insanların kendilerini ve başkalarını anlama ve duygusal tepkilerini sağlıklı bir şekilde yönetme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur.

Bireylerin sosyal etkileşimlerindeki başarıları etkileyen önemli bir faktördür. İyi bir dinleyici olmak, insanlar arası ilişkilerinizi güçlendirmenize yardımcı olabilir ve stresli anlarda daha sağlıklı tepkiler vermenizi sağlayabilir.

Duygusal Zeka ve Stres Yönetimi

Bu yetenek, stresle başa çıkma mekanizmalarımızı etkileyen önemli bir faktördür. Stres yönetimi konusunda duygusal zekanın rolünü anlamak, hem kişisel hem de profesyonel yaşamda sağlığımızı iyileştirmek için kritik öneme sahiptir.

İnsanların duygusal zekalarının yüksek olması, onların stresli durumlarla daha etkili bir şekilde başa çıkmalarına yardımcı olabilir. Duygusal zeka, bir kişinin stres altında daha sağlıklı tepkiler vermesine olanak tanır.

Stres yönetimi teknikleri, duygusal zekayla birleştiğinde oldukça etkilidir. Duygusal zekası yüksek olan bireyler, stresli durumları daha iyi analiz eder ve bu durumdan nasıl çıkabilecekleri konusunda daha iyi stratejiler geliştirir. Stresin azaltılması anlamında, duygu düzenleme yeteneği de önemli bir rol oynar.

Duygusal Zeka Geliştirmenin Yolları

Bu beceri, kişisel gelişim sürecinde kritik bir rol oynamaktadır. Duygusal zeka geliştirme yöntemleri, bireylerin hem kendileriyle hem de çevreleriyle olan etkileşimlerini güçlendirebilir.

  • Kendini tanıma: Duygularınızı tanımak, hangi durumların sizi nasıl hissettirdiğini anlamak için önemlidir.
  • Empati geliştirme: Başkalarının duygularını anlamak ve onların bakış açılarına değer vermek, duygusal zekanızı artırır.
  • Duygusal yönetim: Duygularınızı kontrol altına almayı öğrenmek, stresli durumlarla başa çıkmak adına önemlidir.
  • İletişim becerilerinizi geliştirin: Duygusal zekaya sahip insanlar, duygularını etkili bir şekilde ifade edebilirler.
  • Olumlu düşünün: Pozitif bir bakış açısı, duygusal gelişiminizi destekler.
  • Geri bildirim alın: Başkalarından alacağınız yapıcı eleştiriler, kendinizi geliştirmek için faydalı olabilir.

Sonuç olarak, duygusal zeka geliştirmek için sürekli bir çaba içinde olmak önemlidir. Bu yöntemler, günlük yaşamınızdaki ilişkilerinizi zenginleştirirken, size kişisel olarak daha fazla tatmin sağlamaktadır.

Duygusal Zeka ve Öz Bilinç

Bu bağlamda, duygusal zeka ile öz bilinç arasında önemli bir ilişki bulunmaktadır. Öz bilinç, kişinin kendi düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını fark etme kapasitesidir. Duygusal zeka, öz bilinç gelişimini destekleyerek bireyin kendini daha iyi tanımasına yardımcı olur.

Bireyler, duygusal zekalarını geliştirdiklerinde, kendi duygu durumlarını daha iyi analiz edebilirler. Bu sayede, ani duygusal tepkiler vermektense, daha rasyonel ve düşünceli bir yaklaşım sergileme şansı bulurlar. Öz bilinç, bireyin kendisiyle yüzleşmesini ve kendisini değerlendirmesini gerektirir. Duygusal zekanın sağladığı kavrayış, bu süreci kolaylaştırır.

Duygusal zekanın öz bilinç üzerindeki etkileri, kişinin kendi güçlü ve zayıf yönlerini belirlemesine yardımcı olur. Öz bilinç geliştirmek için duygusal zeka becerilerini artırmanın yolları arasında düşünsel yansıtma, duygusal günlük tutma ve meditasyon gibi uygulamalar bulunmaktadır.

Duygusal Zeka ve Toplumsal Etkileşim

Duygusal zeka, bireylerin duygularını anlama, ifade etme ve başkalarının duygusal durumlarını kavrama yeteneği olarak tanımlanabilir. Bu yetenek, toplumsal etkileşimde önemli bir rol oynamaktadır.

Duygusal zeka sahibi bireyler, duygusal ifadeleri daha iyi yorumlayarak, başkalarıyla empati kurma yeteneğine sahip olurlar. Bu durum, sosyal ilişkilerin derinleşmesine ve çatışmaların daha kolay çözülmesine yardımcı olur.

Kurumsal ortamlarda da duygusal zeka, takım çalışmasının ve işbirliğinin artırılmasında kritik bir öneme sahiptir. Yüksek duygusal zekaya sahip çalışanlar, aralarındaki iletişimi geliştirir, işyeri stresini yönetebilir ve kolektif hedefler doğrultusunda daha etkili bir şekilde çalışabilirler.

Duygusal Zekanın Sınırları ve Geliştirme Süreci

Duygusal zekanın bazı sınırlamaları bulunmaktadır. Bu sınırlamalar, bireylerin duygusal zekalarını geliştirmelerini etkileyebilir.

Öncelikle, duygusal zeka doğuştan gelen bir yetenek olarak kabul edilse de, bu yetenek herkesin eşit derecede gelişmiş olduğu anlamına gelmez. Bireylerin yaşam deneyimleri, eğitim düzeyleri ve sosyal çevreleri, duygusal zeka gelişimini bu kapsamda etkileyebilir.

İkincisi, duygusal zekanın geliştirilmesi zaman alabilir. Bu süreç, öz farkındalık, empati ve duygusal yönetim becerilerinin kazandırılmasını içerir. Bu becerilerin geliştirilmesi için sürekli pratik yapmak, geribildirim almak ve kendini değerlendirmek gereklidir. Ayrıca, duygusal zeka bazı durumlarda tamamen devreye giremeyebilir.

Pozitif Psikoloji: Mutluluğu Artırma Yolları

Pozitif psikoloji, bireylerin mutluluğunu ve yaşam doyumunu artırmayı hedefleyen bir psikoloji dalıdır. Geleneksel psikolojinin hastalıklar ve bozukluklar üzerine odaklanmasının aksine, pozitif psikoloji insanların güçlü yanlarını, mutluluk kaynaklarını ve yaşamın olumlu yönlerini keşfetmelerine yardımcı olur. 

Pozitif Psikoloji Nedir?

Pozitif psikoloji, insanın güçlü yönlerine, potansiyeline ve mutluluğun artmasına odaklanan bir psikoloji dalıdır. Geleneksel psikolojinin genellikle sorunları ve hastalıkları incelemesi yerine, pozitif psikoloji insanların yaşamlarındaki mutluluğu, tatmini ve anlamı keşfetmelerine yardımcı olmaya çalışır.

Pozitif psikolojinin kurucularından biri olan Martin Seligman, bu alanın temelini, insanların sadece sorunları çözmekle kalmayacağını, aynı zamanda sağlıklı ve tatmin edici bir yaşam sürmek için de neler yapabileceklerini araştırarak atmıştır.

Pozitif psikoloji, bireylerin güçlü yanlarını belirlemelerine, hedeflerini netleştirmelerine ve olumlu duygularını artırmalarına yardımcı olan çeşitli teknikler ve uygulamalar içerir.

Pozitif Psikolojinin Temel Kavramları

Pozitif psikoloji, insanların zihin sağlığını geliştirmek ve yaşam kalitelerini artırmak için çalışan bir psikoloji dalıdır. Bu alandaki temel kavramlar, pozitif psikolojinin etkili bir şekilde uygulanabilmesi için büyük önem taşır.

  • Mutluluk: Pozitif psikolojinin en temel hedeflerinden biri, insanların hayatlarındaki mutluluğu artırmaktır.
  • İyi Oluş: İyi oluş, bireyin ruhsal, bedensel ve sosyal açıdan sağlıklı olduğuna dair bir durumdur. Pozitif psikologlar, bireylerin iyi oluş seviyelerini artırmak için çeşitli yöntemler geliştirmektedir.
  • Dayanıklılık: Hayatın sunduğu zorluklarla baş edebilme kapasitesi olan dayanıklılık, pozitif psikolojinin önemli bir kavramıdır. Dayanıklı bireyler, stresli durumlarla daha iyi başa çıkma yeteneğine sahiptir.
  • Tarafsız Duygular: Pozitif psikolojide, tarafsız duyguların tanınması ve bu duygularla başa çıkma yöntemleri önemlidir. Bireyler, olumsuz duygularını kabul ederek, daha sağlıklı bir zihinsel denge bulabilirler.
  • Bağlantı: İnsanların sosyal ilişkileri, mutluluklarını büyük ölçüde etkiler. Pozitif psikoloji, sosyal bağlantıların güçlendirilmesine yönelik stratejiler geliştirir.
  • Öz Yeterlilik: Bireylerin kendi yeteneklerine olan inancı, öz yeterlilik kavramını oluşturur. Pozitif psikoloji, bireylerin öz yeterlilik duygusunu artırarak, hedeflerine ulaşmalarında yardımcı olur.
  • Akış Deneyimi: Akış, bireylerin bir aktiviteyle tamamen meşgul olduğu ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadığı bir deneyimdir. Pozitif psikoloji, bu tür deneyimlerin teşvik edilmesi gerektiğini savunur.

Pozitif psikolojinin temel kavramları, bireylerin yaşam kalitelerini artırmalarına yardımcı olmayı amaçlar. Bu kavramlar, kişisel gelişim ve mutluluk için önemli bir temel oluşturur.

Pozitif Psikolojinin Uygulama Alanları

Pozitif psikoloji, bireylerin mutluluğunu ve yaşam kalitesini artırmayı hedefleyen bir psikoloji dalıdır. Uygulama alanları oldukça geniştir ve çeşitli yaşam alanlarında etkili sonuçlar doğurabilmektedir.

  • İş Yerinde Uygulama: Pozitif psikoloji, çalışanların motivasyonunu artırmak ve iş tatmini sağlamak için kullanılabilir. Pozitif geri bildirim, işe bağlılığı güçlendirir ve ekip ruhunu destekler.
  • Eğitim: Öğrencilerin duygusal ve sosyal gelişimini desteklemek amacıyla öğretim yöntemlerinde pozitif psikoloji teknikleri kullanılabilir. Eğitmenler, öğrencilerin güçlü yönlerine odaklanarak öğrenme süreçlerini iyileştirebilir.
  • Terapi ve Danışmanlık: Terapistlerin, danışanlarının güçlü yanlarını keşfetmesine yardımcı olması ve sağlıklı başa çıkma mekanizmaları geliştirmelerini sağlaması pozitif psikolojinin önemli bir uygulama alanıdır.
  • Kişisel Gelişim: Bireyler, yaşam kalitelerini artırmak için pozitif psikolojik yaklaşımları benimseyebilir. Kendine yardım kitapları ve atölyeleri bu alanda örnekler sunar.
  • Toplum Sağlığı: Toplumlarda pozitif psikolojik uygulamalar, bireylerin ruh sağlığını iyileştirerek toplumsal dayanışmayı artırabilir. Farkındalık etkinlikleri ve atölyeleri ile bireylerin kendilerini keşfetmeleri teşvik edilir.

Pozitif psikoloji, hayatın her alanında uygulandığında bireylerin mutluluğunu ve yaşam memnuniyetini artırma potansiyeli taşır. Bu nedenle, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde dikkate alınması gereken bir yaklaşımdır.

Uygulayabileceğiniz Pozitif Psikoloji Teknikleri

Pozitif psikoloji, bireylerin yaşam kalitelerini artırmayı amaçlayan bir bilim dalıdır. Bu alandaki teknikler, kişilerin kendilerini daha iyi hissetmelerine ve hayatlarında daha fazla mutluluk bulmalarına yardımcı olabilir.

1. Şükür Günlüğü Tutmak

Her gün, hayatınızdaki en az üç şeye şükretmek için zaman ayırın. Şükür günlüğü tutmak, olumlu duygularınızı pekiştirir ve zihninizi olumlu düşünmeye yönlendirir.

2. Olumlu Kendilik Mesajları

Günlük hayatınızda kendinize olumlu mesajlar verin. Ben başarılıyım, Hayatımda güzel şeyler oluyor gibi ifadeleri tekrarlamak, özgüveninizi artırır.

3. Mindfulness (Farkındalık) Uygulamaları

Dikkatinizi anı yaşamaya odaklamak için mindfulness tekniklerini deneyin. Meditasyon, derin nefes alma veya doğada yürüyüş gibi aktiviteler, zihinsel sağlığınızı destekler.

4. Sosyal Bağlantılar Kurmak

Aile ve arkadaşlarınızla sosyal etkileşimde bulunmak, mutluluk seviyenizi artırabilir. Sevdiklerinizle vakit geçirmek, pozitif duyguların yayılmasına yardımcı olur.

5. Hedef Belirleme

Kendinize kısa ve uzun vadeli hedefler belirleyin. Bu hedeflere ulaşmak, başarı hissi verir ve mutluluğunuzu artırır.

6. Güler Yüzle Başlamak

Gününüzü neşeli bir gülümsemeyle başlatmak, ruh halinizi olumlu yönde etkiler. Gülümsemek, stresi azaltır ve sevdiklerinizle olan ilişkilerinizi güçlendirir.

Bu teknikleri hayatınıza entegre ederek, pozitif psikoloji ile daha mutlu bir yaşam sürme yolunda önemli adımlar atabilirsiniz.

Bireysel Terapiler: Farklı Yaklaşımlar

Bireysel terapiler, bireylerin içsel dünyalarını keşfetmelerine ve duygusal zorlukları aşmalarına yardımcı olan önemli bir süreçtir. Her bireyin deneyimleri ve ihtiyaçları farklı olduğundan, terapinin doğası da bu çeşitliliğe paralel olarak şekillenmektedir. Bilişsel davranışçı terapilerden psikodinamik yaklaşımlara, şema terapiden EMDR terapisine kadar birçok farklı yöntem mevcut. 

Bilişsel Davranışçı Terapiler

Bilişsel Davranışçı Terapiler, kısa süreli bir tedavi yöntemi olarak da bilinir ve seans sayıları genellikle sınırlıdır. Bu nedenle, zaman içerisinde hızlı bir ilerleme kaydedilmesi mümkündür.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), genellikle düşünme biçimlerini ve davranışları sorgulamak için yapılandırılmış bir süreç sunar. Terapi sürecinde, bireyler düşüncelerinin ve duygularının birbirleriyle olan ilişkisini anlamaya çalışır.

BDT’nin temel hedeflerinden biri, olumsuz düşünceleri tanımlamak ve bunları daha olumlu ve gerçekçi düşüncelerle değiştirmektir. Böylece, bireylerin sorunlarına karşı daha etkili başa çıkma stratejileri geliştirmeleri sağlanır. Terapi sürecinde, bireyler günlük tutma, düşünce günlükleri yazma gibi teknikler kullanarak kendilerini daha iyi anlayabilirler.

Psikodinamik Terapiler

Psikodinamik terapiler, bireylerin bilincine ve bilinçdışına odaklanan bir terapi yaklaşımıdır. Bu terapi türü, kişinin geçmiş deneyimlerinin ve içsel çatışmalarının mevcut davranış ve duygular üzerindeki etkilerini incelemeyi amaçlar. Gelişimsel psikoloji, özellikle çocukluk dönemi yaşantıları ile bireyin yetişkinlikteki davranışlarını nasıl şekillendirdiğini anlamak için önemli bir temel sağlar.

Psikodinamik terapilerin en temel unsurlarından biri, bilinçdışı süreçler’dir. Bireylerin akıllarının derinliklerinde saklanan düşünceler, duygular ve anılar, genellikle onların farkında olmadığı şekillerde hayatlarını etkileyebilir.

Terapist, bireyi yalnızca sorunlarıyla yüzleşmeye teşvik etmekle kalmaz, aynı zamanda duygusal deneyimlerini anlamasına ve işlemesine yardımcı olur. Kişinin geçmişteki travmalarının ve deneyimlerinin güncel yaşantısı üzerindeki etkilerini keşfetmek, kişisel gelişim ve iyileşme süreçlerinde önemli bir adımdır.

Psikodinamik yaklaşımın bir diğer önemli yönü de transferans kavramıdır. Transferans, danışanın terapiste karşı hissettiği duyguların, geçmişteki önemli figürlerle olan ilişkilerinden kaynaklandığı durumları ifade eder. Terapist bu duyguları analiz ederek, danışanın geçmişteki deneyimlerine dair daha fazla bilgi edinmesine yardımcı olmayı hedefler.

Şema Terapi

Şema terapi, bireylerin geçmişteki deneyimlerinden ve ilişkilerinden kaynaklanan olumsuz düşünce ve davranış kalıplarını anlamalarına ve değiştirmelerine yardımcı olan bir terapötik yaklaşımdır. Bu yöntem, özellikle zorlayıcı duygu durumları ve ilişkilerle başa çıkmada etkilidir.

Şema terapi süreci, bireyin yaşamında şekillenen şemalar olarak adlandırılan derin köklü inanç ve algıları sorgulamasını sağlar. Bu şemalar, bireyin kendine, başkalarına ve dünyaya bakış açısını etkileyerek psikolojik sorunlar oluşturabilir. Terapinin temel amacı, bu olumsuz şemaları tanımak, incelemek ve gerektiğinde dönüştürmektir.

Şema terapi’de, terapist ile danışan arasında güvenli bir ilişki geliştirilerek danışanın bu şemaları keşfetmesi teşvik edilir. Birey, geçmiş deneyimlerinin neden olduğu duygusal tepkilerini anlamaya başlar ve bu süreçte kendi potansiyelini keşfeder.

EMDR Terapi

Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme, özellikle travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) tedavisinde etkili bir yöntem olarak bilinir. Bu terapi şekli, bireylerin geçmişteki olumsuz deneyimlerini yeniden işleyerek, bu deneyimlerin getirdiği psikolojik yükten kurtulmalarına yardımcı olur.

EMDR, ilk kez Francine Shapiro tarafından 1980’lerin sonunda geliştirildi. Bu terapinin temel prensibi, bireylerin travma anılarını işlemelerine yardımcı olmak için göz hareketleri veya diğer çift yönlü uyarım tekniklerini kullanmaktır. Terapisinin başlıca aşamaları arasında, geçmiş deneyimlerin belirlenmesi ve bu deneyimlerin işlenmesi yer alır.

EMDR terapisinin en dikkat çekici yanlarından biri, bireylerin travmalarını yeniden yaşarken, psikolojik olarak daha az etkilenmeleri ve süreci daha rahat bir şekilde geçirebilmeleridir. Genellikle, terapist, bireye belirli bir travmatik anıyı düşünmesini söylerken, aynı anda göz hareketlerini yönlendirir. Bu süreç, anıların daha pozitif bir şekilde yeniden işlemesine olanak tanır.

Varoluşçu Terapi

Varoluşçu terapi, bireylerin hayatlarının anlamını, özgür iradelerini ve öz varlıklarını keşfetmelerine odaklanan bir terapi yaklaşımıdır. Bu terapi türü, insanın içsel doğasını, varoluşsal kaygılarını ve yaşamın kaçınılmaz zorlukları ile başa çıkma yöntemlerini ele alır.

Varoluşçu terapinin temel prensiplerinden biri, bireylerin kendi kişisel deneyimlerini ve seçimlerini anlamalarının önemidir. Varoluşsal sorunlar, anlam arayışı, ölüm korkusu, özgürlük ve sorumluluk gibi konularla ilişkilidir. Terapi sürecinde, bireylerin bu konular üzerindeki düşünceleri ve hisleri derinlemesine incelenir.

Birçok insan, yaşamın stresleri ve belirsizlikleri ile mücadele ederken varoluşsal kaygılar yaşayabilir. Bu kaygılar, bireylerde anksiyete, depresyon veya tatminsizlik duyguları gibi sorunlara yol açabilir. Varoluşçu terapi, bireylere bu hislerle başa çıkma yolları sunarak, yaşama dair daha derin bir anlayış geliştirmelerine yardımcı olur.

Bu terapi yaklaşımının bir diğer önemli yönü ise özgürlük ve sorumluluk kavramlarıdır. Varoluşçu terapistler, bireylerin kendi yaşamlarını şekillendirmekteki rolleri konusunda farkındalık kazandırarak, onların daha tatmin edici bir yaşam sürmelerine yardımcı olmayı amaçlar.

Kişisel Sorunlarla Başa Çıkma Stratejileri

Kişisel sorunlar, hayatın kaçınılmaz bir parçası olup, herkesin zaman zaman karşılaştığı zorluklardır. Hayatın getirdiği stres, kaygı ve belirsizlik gibi durumlarla başa çıkmak, bireylerin mental sağlığını korumak adına son derece önemlidir. 

Duygu Odaklı Baş Etme Yöntemi

Duygu odaklı baş etme yöntemi, bireylerin karşılaştığı zorlu durumlarla başa çıkma mekanizmalarından biridir. Bu yöntem, kişilerin duygusal tepkilerini yönetmelerine yardımcı olmayı amaçlar. Özellikle stresli ve duygusal açıdan zorlayıcı durumlarda, bu tür bir yaklaşım faydalı olabilir.

Duygu odaklı baş etme yöntemi, kişinin duygusal durumunu anlaması ve bu duyguları ifade etmesi üzerine kuruludur.

  • Duyguları Tanıma: İlk adım, hissedilen duyguları tanımaktır. Kişi, ne hissettiğini anlayarak bu duyguları adlandırmalıdır.
  • Duyguları İfade Etme: Tanımlanan duyguların ifade edilmesi, rahatlama ve başa çıkma sürecinde önemli bir adımdır. Bu ifade, yazılı ya da sözlü olarak gerçekleştirilebilir.
  • Destek Alma: Duygusal zorluklarla başa çıkarken destek almak, bireyin yalnız olmadığını hissetmesine yardımcı olur. Arkadaşlar, aile ya da profesyonel destek, bu süreçte önemli olabilir.
  • Kendine İyi Bakma: Duygu odaklı baş etme sürecinin en önemli bileşenlerinden biri de öz bakım uygulamalarıdır. Meditasyon, spor ya da hobi edinmek, kişinin ruh sağlığını iyileştirebilir.

Bu yöntem, bireylerin ruhsal sağlıklarını korumalarına ve zorluklarla daha sağlıklı bir şekilde baş etmelerine olanak tanır. Olumsuz duyguların bastırılması yerine, bu duygularla yüzleşmek ve onları anlamak, uzun vadede psikolojik esnekliğin artmasına katkı sağlayabilir.

Problem Odaklı Baş Etme Yöntemi

Problem odaklı baş etme yöntemi, bireylerin karşılaştıkları zorlukları doğrudan ele alarak çözüm bulmaya yönelik bir yaklaşımdır. Bu strateji, yaşanan sorunların analiz edilmesi ve uygun çözümler geliştirilmesi üzerine odaklanır. Bu yöntem, bireyin sorunların üstesinden gelme yeteneğini artırmayı hedefler.

  1. Sorunun Tanımlanması: İlk adım, karşılaşılan durumun veya sorunun net bir şekilde tanımlanmasıdır. Sorunun nedenleri ve sonuçları üzerinde düşünerek, durumu anlama çabası gösterilir.
  2. Çözüm Üretimi: İkinci aşamada, belirlenen soruna yönelik potansiyel çözümler geliştirilir. Bu aşamada yaratıcılığı ve analitik düşünmeyi ön planda tutmak önemlidir. Alternatif çözüm yolları araştırılmalıdır.
  3. Uygulama ve Değerlendirme: Son aşamada, seçilen çözüm yolunu hayata geçirme ve sonuçları değerlendirme süreci başlar. Uygulama sonrası elde edilen sonuçlar, gelecekteki sorunlarla başa çıkma stratejilerini geliştirmeye yardımcı olur.

Problem odaklı baş etme yöntemi, aynı zamanda bireylerin stresle başa çıkabilmesine veya sorunların üstesinden gelmesine olanak tanır. Belirlenen sorunlar ile ilgili bir eylem planı oluşturmak, hem duygusal sağlığı korumak hem de motivasyonu artırmak açısından kritik bir öneme sahiptir.

Bu yöntem, sadece kişisel problemlerle değil, iş hayatındaki zorluklarla da etkili bir şekilde başa çıkabilmek için kullanılabilir.

Sonuç olarak, problem odaklı baş etme yöntemi, bireylerin zorluklarla daha etkili bir şekilde başa çıkabilmesini sağlayarak, hem kişisel hem de profesyonel yaşamda başarıyı artırır.

Oyun Terapisi

Oyun terapisi, çocukların duygusal, sosyal ve bilişsel gelişimlerini destekleyen etkili bir yöntemdir. Bu terapi türü, çocukların içsel dünyalarını oyun aracılığıyla ifade etmelerine olanak tanır ve onların yaşadıkları zorluklarla başa çıkmalarına yardımcı olur. Oyun terapisine hemen hemen her yaş grubundaki çocuklar başvurabilir, özellikle de duygusal veya davranışsal sorunlar yaşayanlar. Ancak, günlük oyun ile oyun terapisi arasında önemli farklar bulunmaktadır. 

Oyun Terapisi Nedir?

Oyun terapisi, çocukların duygusal, sosyal, bilişsel ve davranışsal zorluklarını anlamak ve çözmek için kullanılan bir yöntemdir. Bu terapide, çocuklar kendilerini ifade etmek için oyun aracılığıyla iletişim kurarlar. Oyun, çocukların doğal bir davranış şekli olduğu için, terapistler bu yöntemi kullanarak çocukların içsel dünyalarını keşfetmelerine yardımcı olurlar.

Oyun terapisi, genellikle çocukların oyun yoluyla duygusal sorunlarını, travmalarını veya davranışsal problemlerini ifade etmelerini sağlamak amacıyla uygulanır. Terapi seanslarında çocuklar, oyuncaklar, sanat malzemeleri ve çeşitli oyun araçları kullanarak kendilerini ifade ederler. Bu süreç, çocukların hissettiklerini daha iyi anlamalarına ve sağlıklı başa çıkma mekanizmaları geliştirmelerine yardımcı olur.

Oyun terapisi, çocukların dil ve iletişim becerilerinin gelişmesine de katkıda bulunur. Terapistler, çocukların oyun sırasında yaptıkları etkileşimleri gözlemleyerek, onların duygu dünyalarını ve problem çözme yeteneklerini de değerlendirebilir. Bu bağlamda oyun, aynı zamanda terapistin çocukla kurduğu güvenli bağın güçlenmesine de olanak tanır.

Böylece, oyun terapisi sadece bir oyun oynamaktan ibaret olmayıp, aynı zamanda derin bir psikoterapi süreci olarak değerlendirilebilir. Çocuklar, oyun oynarken kendi sorunlarını daha görünür hale getirir ve böylece iyileşme sürecinde önemli adımlar atabilirler.

Oyun Terapisi Günlük Oyundan Farklı Mıdır?

Çocuklar, oyun aracılığıyla kendilerini daha iyi ifade edebilir ve içsel dünyalarını keşfedebilirler. Ancak, birçok ebeveyn veya eğitimci, oyun terapisi ile günlük oyun arasında ne gibi farklar olduğunu merak etmektedir.

İlk olarak, günlük oyun genellikle çocuğun doğal eğilimleri doğrultusunda gelişirken, oyun terapisi belirli bir amaca yönelik olarak yapılandırılmıştır. Oyun terapisi sırasında terapistler, çocukların deneyimlediği zorlukları anlamak ve bu zorluklarla başa çıkmalarına yardımcı olmak için oyun aktivitelerini kullanır. Bu süreç, çocukların duygusal ve psikolojik gelişimlerini desteklemeyi hedefler.

İkinci olarak, günlük oyun, çocukların sosyal becerilerini geliştirmelerine yardımcı olurken, oyun terapisi, belirli terapötik hedeflere odaklanır. Örneğin, bir çocuk korkularını veya kaygılarını oyun yoluyla ifade edebilir. Oyun terapisi sırasında terapist, çocuğun davranışlarını ve oyun içindeki etkileşimlerini gözlemleyerek, gerekirse müdahalelerde bulunabilir.

Üçüncü bir fark ise, oyun terapisinde kullanılan materyallerin dikkatlice seçilmesidir. Bu materyaller, çocukların kendilerini ifade etme biçimlerine yardımcı olacak şekilde tasarlanmıştır. Ayrıca, oyun terapisi süreçlerinde terapistler, çocuğun oyununu aktif bir şekilde yönlendirerek, ona rehberlik ederken, günlük oyun genellikle daha serbest ve yapılandırılmamış bir ortamda gerçekleşir.

Sonuç olarak, oyun terapisi, günlük oyundan farklı olarak profesyonel bir müdahale ve belirli bir amaç doğrultusunda uygulanan bir terapötik yöntemdir.

Oyun Terapisinde Farklı Yaklaşımlar Var Mı?

Oyun terapisi, çocukların duygu ve düşüncelerini ifade etmeleri için etkili bir yöntemdir. Ancak, farklı terapi modellerine ve yaklaşımlarına sahip olması, bu sürecin zenginliğini artırır.

  • Gelişimsel Yaklaşım: Bu yaklaşım, çocukların gelişimsel aşamalarını dikkate alarak terapinin şekillendirilmesini sağlar. Terapi oyunları, çocuğun yaşına uygun olarak seçilir ve geliştirilir.
  • Psikoanalitik Yaklaşım: Bu yaklaşım, çocuğun bilinçaltını keşfetmeye yardımcı olan oyunlar içerir. Çocuklar, oyuncaklar ve karakterlerle etkileşimde bulunarak içsel çatışmalarını ifade etme fırsatı bulur.
  • Davranışsal Yaklaşım: Bu terapide, çocuğun davranışları üzerinde yoğunlaşılır. Davranış değişiklikleri oyun yoluyla teşvik edilir ve ödüllendirilir.
  • İlişkisel Yaklaşım: Çocuk ve terapist arasında güven dolu bir bağ oluşturmayı hedefler. Bu bağ, çocuğun kendini ifade etme şekli üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.
  • Hedef Odaklı Yaklaşım: Bu yaklaşım, belirli hedefler doğrultusunda ilerlemeyi içerir. Bu hedefler, çocuğun ihtiyaçlarına göre belirlenir ve oyun terapisi sürecinde bu hedeflere ulaşılması sağlanır.

Oyun terapisi uygulamaları, genellikle birden fazla yaklaşımın birleşimi ile gerçekleştirilir. Bu durum, terapistin çocuğun ihtiyaçlarına en uygun yöntemi seçmesine ve uygulamasına olanak tanır. Farklı yaklaşımlar, çocukların duygusal yetersizliklerini, davranış sorunlarını ve sosyal beceri eksikliklerini gidermelerine yardımcı olur.

Sonuç olarak, oyun terapisinde farklı yaklaşımlar bulunmaktadır ve her biri, çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarına göre özelleştirilebilir. Bu çeşitlilik, terapinin etkinliğini artırır ve çocukların daha iyi bir şekilde desteklenmesini sağlar.

İmaj Kaygısı Sigara Bağımlısı Yapabilir!

Bırakınca kilo alıyorum, hamile kalınca içmeyeceğim, çevremde herkes kullanıyor, bu benim tek zevkim… Sigara bağımlıları zararlarını bildikleri halde pek çok bahane ile bu alışkanlıklarını sürdürmeye devam ediyor. Kullanım yaşının gelişmiş ülkelere göre Türkiye’de çok daha düşük olması ise önemli bir tehlikeye işaret ediyor. Daha çocuk yaştaki bireyler ve gençler genellikle imaj kaygısı, büyüdüğünü ispat etmeye çalışma gibi nedenlerle sigara kullanabiliyor. Ancak sigaranın zararlı etkilerinin daha geniş kitlelere duyurulması, bağımlılık halinde de konu ile ilgili psikolojik destek alınması da önem taşıyor. 

En Hızlı Yayılan Ve En Uzun Süren Salgın


Dünya Sağlık Örgütü’nün “dünyanın en hızlı yayılan ve en uzun süren salgını” olarak ifade ettiği sigara, ülkemizde de önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Son yıllarda sigara içme alışkanlığı, gelişmiş ülkelerde azalmakta iken, gelişmekte olan ülkelerde tüketimi her geçen yıl artış göstermektedir. Sigara bağımlılığı, içme örüntüsünün tutarlılık göstermesi, giderek sigara miktarının artırılması, bırakınca yoksunluk belirtilerinin yaşanması ve başarısız sigara bırakma girişimleri şeklinde tanımlanmaktadır.


Başlama Yaşı 10-11 Yaş Sınırına İndi


Sigara, içerisinde bulunan bağımlılık yapıcı madde olan nikotin nedeniyle aynı zamanda nikotin bağımlılığı olarak da adlandırılmaktadır. Sigara içmenin nikotin ile ilişkili bedensel etkilerinin yanı sıra ruhsal ve davranışsal yönleri de zamanla gelişmektedir. Bedensel, ruhsal ve davranışsal faktörler birbiriyle etkileşim halindedir ve bu faktörlerin yeterince incelenmediği durumlarda kişi kolaylıkla tekrar sigaraya başlayabilmektedir. Toplumsal, ekonomik ve sosyokültürel etmenler nedeniyle nikotin bağımlılığı sık gelişebilmekte ve Türkiye’de sigara başlama yaşının 10-11 sınırına indiği tahmin edilmektedir.
Çocukların ve ergenlerin sigaraya başlama nedenleri şunlardır;


• Düşük benlik saygısı, okul problemleri
• Akran etkisi
• Anne-babanın ya da aile büyüklerinin sigara içmesi
• Özendirici olması
• Bir gruba dahil olma kaygısı
• Bir büyüme sembolü olarak görülmesi
• İmaj kaygısı
• Kendini değersiz algılama


Bu nedenlerin yanında içmeyi cesaretlendirici ortam, çevreye özenme ve uyum gibi faktörler bu yaş grubunda sigara içme nedenleri arasında bulunmaktadır. Erken yaşta başlanan sigara içimi, erişkinlikte sigara içimi için en önemli risk etkenidir ve sigara içilen çevreden uzak duruldukça sigara içim ve bağımlılık oranının daha düşük olduğu belirtilmektedir.


Ulaşım Kolaylığı En Büyük Sorun


Sigara ulaşım kolaylığı, fiyatı ve diğer bağımlılık biçimleriyle karşılaştırıldığında ekonomik, hukuksal ya da ruhsal düzlemde daha az soruna yol açmaktadır. Bu durumda, sigaranın yarattığı olumsuz sonuçlara duyarsızlık yaratmakta ve sigarayı bırakma çabalarını azaltmaktadır. Ulaşım kolaylığı dışında, “kilo alırım, herhangi sebepten dolayı da ölebilirim, artık çok geç ya da gelecekte bırakırım” gibi düşünce kalıpları da sigarayı bırakmayı engelleyen nedenler arasında bulunmaktadır.


Sigarayı Kendi Başına Bırakanların %98’i Tekrar Başlıyor


Sigara bırakma başarı oranı, birçok madde bağımlılığı tedavisinde de olduğu gibi kişinin kendi isteği ve iradesi ile ilişkili olmaktadır. Davranışsal, fizyolojik ve ruhsal yoksunluk belirtilerinin kişiyi zorladığı bu süreçte, bilgilendirici ve destekleyici yardım almak bırakma eyleminin devamının sağlanması açısından çok önemlidir. Yapılan araştırmalara göre her yıl sigara içenlerin % 70 ’i bırakmayı düşünmekte ve 1/3 ü de bırakmayı denemektedir. Ancak bu süreci herhangi profesyonel bir yardım talep etmeden kendi başına deneyenlerin %98’i sonraki bir yıl içerisinde yeniden sigaraya başlamaktadır.


Sigara Bir Kendine Zarar Verme Davranışıdır


Sigarayı bırakma döneminde ortaya çıkan öfke, huzursuzluk, madde arama davranışı, gerginlik, yoğunlaşma güçlüğü gibi yoksunluk belirtileri kişinin içme süresi ve miktarı ile de doğrudan ilişkilidir. Çoğu bağımlı, diğer bağımlılık örüntülerinde olduğu gibi sigarayı bir rahatlama, stresle baş etme, öfke kontrol aracı gibi görmekte ve bu davranışı pekiştirmektedir. Psikolojik destek ile eşleşen bu davranış şekli ile ilgili farkındalık ve zor durumlarla baş etme becerileri psikoterapi yöntemleri ile kişiye kazandırılabilmektedir. Ayrıca bir çeşit kendine zarar verme davranışı olan sigara ve tütün kullanımının altında yatan nedenler incelenmeli ve destekleyici psikoterapi görüşmeleri kişinin ihtiyaçları doğrultusunda planlanmadır.

Bağımlı Kişilik Bozukluğu Nedir? Belirtileri ve Tedavisi

Bağımlı kişilik bozukluğu, insanların duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmaya devam etmesi korkusuyla başkalarına bağımlılığın söz konusu olduğu bir kişilik bozukluğudur. Bağımlı kişilik bozukluğunda kişi kendini muhtaç hisseder ve başka insanların ilgi ve bakımına ihtiyaç duyar.

Bağımlı Kişilik Bozukluğu Nedir?

Bağımlı kişilik bozukluğu, kişinin kendisini çaresiz ve yalnız hissetmesinin sonucu olarak başka insanların bakımına, desteğine ve ilgisine muhtaç olduğu zihinsel bir bozukluktur. Bağımlı kişilik bozukluğunda kişi kendisini çaresiz hissetmesinin yanında diğer insanların daha güçlü ve becerikli olduğu inancını taşır.

Yaygın bir psikolojik bağımlılıkla karakterize edilen bağımlı kişilik bozukluğunda bireyler kendilerine bakamayacak duruma gelir. Bakım ihtiyacının yanı sıra basit kararlar vermekte bile zorluk çekerler. Bakım ihtiyacını ve karar verme yetisini diğer insanların gerçekleştirmesini isterler. Bu süreçte sadece ilgi görme ihtiyacı bir kenara, diğer insanları rahatsız edecek kadar yapışkan bir tavır bile sergileyebilirler.

Bağımlı kişilik bozukluğu olan kişilerde görülen yaygın belirtiler arasında terk edilme ve yalnız kalma korkusu, çaresizlik, duygusal açlık, basit kararları vermekte zorluk çekme ve sorumluluktan kaçınma yer alır.

Bağımlı kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler genellikle böyle bir sorunla mücadele ettiklerinin farkına varamayabilir. Bu gibi durumlarda profesyonel destek alınması şarttır ve bu bozukluk psikoterapi yöntemiyle tedavi edilmeye çalışılır.

Bağımlı Kişilik Bozukluğu Neden Olur?

Bireyin nasıl yetiştiği, bağımlı kişilik bozukluğunun oluşmasını önemli ölçüde etkiler. Çocuklukta istismara maruz kalınması, çocukluk travmaları, ailede psikolojik bozukluk geçmişi olan kişilerin genetik etkisi ve yetiştiği ortamdaki kültürel etkiler veya gelenekler bağımlı kişilik bozukluğuna yol açabilir.

Bağımlı kişilik bozukluğuna yol açabilecek faktörler şu şekilde açıklanabilir:

İstismara maruz kalınması: Özellikle çocukluk döneminde istismara maruz kalmış kişilerde yaşamın ileri evrelerinde bağımlı kişilik bozukluğu geliştirme riskleri daha yüksektir. Bu durum aynı zamanda başka psikolojik bozuklukları da tetikleyebilir.

Çocukluk travmaları: Çocukken sevilen birinin vefatı, meydana gelen kazalar, şiddet ve geçirilen bir hastalık çocukluk travmalarına örnek olarak verilebilir. Bu kişiler duygusal olarak bir zayıflık hissedebilir ve bağımlı kişilik bozukluğuna yatkın olabilirler.

Aşırı korumacı veya otoriter ebeveynler: Anne veya baba çocuklarına karşı aşırı korumacı veya otoriter davranışlar sergileyebilir. Bu davranışlar genellikle çocuğun iyiliğini düşünerek yapıldığı ifade edilse de bu durum çocuğa zarar verebilir ve psikolojik olarak etkilenmesine sebep olabilir.

Genetik: Kişinin ailesinde bağımlı kişilik bozukluğu dahil olmak birtakım psikolojik bozukluklara sahip olan bireylerin varlığı da bu durumu tetikleyebilecek faktörler arasında yer alır.

Kültürel etkiler veya gelenekler: Bireyin yetiştiği kültür, çevresindeki gelenek-görenekler ve bazen dini inançlar da psikolojik olarak kişiye zarar verebilir.

Bağımlı Kişilik Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Bağımlı kişilik bozukluğunda kişi yalnız kalma korkusu, çaresizlik, günlük ihtiyaçlarını giderememe ve basit kararları vermekte bile zorluk çekme gibi belirtiler yaşar. Bu bireyler sosyal ilişkilerde zayıftır ve diğer insanlara muhtaç olmakla birlikte aşırı yapışkan davranışlar sergiler.

Bağımlı kişilik bozukluğu olan kişilerde görülebilecek belirtiler şu şekildedir:

  • Terk edilme ve yalnız kalma korkusu
  • Çaresizlik, tükenmişlik
  • Günlük ihtiyaçları giderememek
  • Basit kararları vermekte zorluk çekme
  • Sürekli başkalarından tavsiye almak
  • Pasif davranışlar
  • Sosyal ilişkilerde zayıflık
  • Eleştiriye karşı aşırı duyarlılık
  • Saflık hali

Bağımlı Kişilik Bozukluğu Nasıl Teşhis Edilir?

Bağımlı kişilik bozukluğunun tanısı için kişinin yaşadığı semptomlar, geçmişte yaşadıkları ve şu an nasıl bir ruh hali içinde bulunduğu önemlidir. Psikolog veya psikiyatrist, bu sorgulamaların ardından kişinin yakın çevresinden de bilgiler toplayarak kesin tanıyı koymaya çalışır.

Bağımlı Kişilik Bozukluğu Tedavisi Nasıl Yapılır?

Bağımlı kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler bu bozukluğun farkına varmakta ve kabullenmekte zorluk yaşadıkları için bu süreçte tedavi kolay bir şekilde gerçekleşmeyebilir. Tedavi ise genellikle psikoterapi ve ilaçları içerir.

Psikoterapide amaç, kişinin düşünceleri ve davranışlarıyla ilişkili kaygı ve korkularını ortaya çıkarmasına yardımcı olmaktır. Ayrıca psikoterapide kişinin çevresiyle daha olumlu ilişkiler kurması da sağlanır.

İlaç tedavisinde ise genellikle depresyon ve anksiyete ilaçlarından faydalanılır. Bağımlı kişilik bozukluğunu tedavi edecek spesifik bir ilaç olmadığı için depresyon ilaçları bu süreçte kişilik bozukluğunun etkilerini azaltma noktasında faydalı olabilir.

Sınav Kaygısı

Sınav kaygısı öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili biçimde kullanılmasını engelleyen ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygıdır. Kişinin bilgi ve becerilerinin belli ölçütlerle incelenip değerlendirildiği durumlarda yaşadığı işlev bozucu incelenme kaygısıdır.

Bu incelenme kişinin benliğine bir tehdit olarak algılanır ve dikkatin, sınav ve kendine ilişkin düşünceler arasında bölünmesine neden olarak performansta düşüşe sebep olur.

Sınav Kaygısı Neden Olur?

  • Sınavın sürecinden çok sınavın sonucuna odaklanma
  • Sınavın sonucunu felaketleştirme
  • Bilgisine güvensizlik
  • Olumsuz değerlendirilme korkusu:

Bilgisinin değil, kişiliğinin değerlendirildiği düşüncesi

Sınav Kaygısı İle Nasıl Baş Edilir?

  • Kaygıyı çalışmak için motivasyon olarak kullanarak
  • Gevşeme teknikleri ile kaygının fizyolojik belirtilerini azaltarak
  • Sınav ve sonucuyla ilgili gerçekçi olmayan düşünceler yerine gerçekçi, yararlı düşüncelere odaklanarak
  • Sınavda başarılı olup olmamayı düşünmek yerine elinde olanı yapmaya çalışarak

E-Hizmetler

7/24 Kolay & Hızlı Randevu

Özkaya Tıp Merkezi Özkaya Tıp Merkezi
0(312) 417 8585